Velilerin de Büyüğü Vardır

Velilerin de büyüğü vardır. Peki bu velileri büyük kılan özellikler neler olmuştur?

Allah Teâlâ son din olarak İslam’ı seçmiştir. Bu yüce din tüm zaman ve mekanlarda insanlığın her tür problemlerini çözecek güce sahiptir. Maddi-manevi, yaş-kuru her şeyin bilgisi Kuran ve Sünnet’te gizlidir. Ne var ki bu bilgileri ortaya çıkarmak, zamanın getirdiği sorunları çözmek için peygamber vârisi alimlere ve ariflere ihtiyaç vardır. Kelamcılar inanç, fukaha amel meselelerinde sufiler ise maneviyat konularında içtihat ederek ümmete rehberlik ederler. Âlim olmak için belli ilimleri öğrenmek gerektiği gibi veli olmak içinde belli manevi halleri elde etmek gereklidir.

VELİ OLMANIN İLK ŞARTI

Veli olmanın ilk şartı Hak sevgisinde fani olmak, nefsi tamamen kontrol altına almaktır. İmam Rabbani veliyi tarif ederken şöyle der: “Allah’ın veli kulları ne yaparlarsa Allah için yaparlar, kendilerini tatmin için de­ğil. Zira onların nefisleri Hakk’a kurban olmuştur; bu sebeple onlar ihlası sağlamak için niyetleri­ni düzeltmeye ihtiyaç duymazlar. Zira fena fillah ve bekâ billâh olmakla onlar daha baştan niyetlerini düzeltmişlerdir. Velinin aksine nefsinin elinde esir olan bir kimse, her ne yaparsa onu nefsi için yapar. Niyeti böyle olmasa dahi bu durum değişmez. Ne zaman ki salik, nefsinden uzaklaşıp, onun boyunduruğun­dan kurtulursa ancak o zaman Hak Teâlâ’ya yakın olacak, artık yaptığı her işi Allah için yapacaktır.” (c.I, 59. Mektup)

Yüce Rabbimiz bu tür zevata uymamızı ve onların yolunu takip etmemizi şu ayetiyle bizlere emreder: “Gönülden bana yönelenlerin yolunu tut.” (Lokman, 15)

Ulema ve urefâ dinde değişiklik yapamazlar ama ilerleyen zamanlarda Allah’ın iradesini Kuran ve Sünnet’in ruhuna uygun olarak hayata aktarırlar. Mesela: İslam devletinin güçlü, ordularının yenilmez olduğu dönemlerde İbrahim b. Edhem Hz. gibi veliler ibadetle uğraşmayı, dünyevi işlerden uzaklaşmayı yani zühdü tavsiye etmişlerdir. Ama içinde bulunduğumuz dönemde zühdü herkese tavsiye etmek mümkün değildir. Nitekim Nakşi silsilesinin yakın zamandaki halkalarında Hace Musa Efendi (ks) ümmetin fakirliğine, İslam devletlerinin zayıflığına bakarak zühdü değil çalışıp kazanmayı daha faydalı görmüşlerdir:

“Artık bugün, “bir lokma bir hırka devri” geçti. İnsan kendi nefsinde yaşasa bile, aile hayatı var, cemiyet hayatı var, bunu tatbik edemez. Herkes çalışacak. Dünyaya çalışmak, zahiren dünya gibi olsa da maneviyata mâni değildir. Yani para, kasada olursa mâni değil; gönle girerse o zaman mâni olmuş oluyor. Mutlak surette hizmet etmek ve faydalı olabilmek kaydıyla, hem dünyaya çalışacağız, hem de manevi dersimizi inkişaf ettireceğiz. Onunla bunun hiçbir tenakuzu yok… Muhakkak iş yapmak zarureti var. İnsan zaman gelecek inzivaya çekilecek, hakkıyla ibadet edecek, zaman gelecek iş görecek” (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, IV, 188)

 BÜYÜK VELİLER YOLU

İmam Rabbaniye göre büyük veliler yolu olan Nakşilik yetiştirdiği Hak dostu mürşidler ile gün geçtikçe daha da güçlenerek ümmete ışık saçmaya devam edecektir. Yeni gelen her şeyh efendi bir öncesinden daha büyük işler başararak yolu devam ettirecektir. İmam, bunun aksine manevi nisbetin değişmeyeceğini ve de gelişmeyeceğini söyleyen bir müridini şöyle uyarır:

“Mektubunuzda, Şeyhimizin nisbetlerinin hâlâ devam ettiğini yani ne kadar zaman geçse de eksilme ve artma ka­bul etmeyeceğini yazmışsın. Aziz kardeşim! Bir sanatın kemale erdirilmesi ancak fikirlerin birbirine eklenmesiyle olur. Öyle değil mi? Sibeveyh’in kurduğu Nahiv ilmi sonradan gelen nahivcilerin fikirleriyle on kat gelişmiştir. Bir şeyin aynı halde kalması aslına bakılırsa noksanlıktır. Nitekim Bahauddin Nakşibend hazretlerinde bulunan nisbet Abdulhâlık Gücdüvânî hazret­leri zamanında yoktur. Diğer hususlar da bunun gibidir. Özellikle Şeyhimiz bu nisbeti tamamlama makamdaydı. Bu sebeple de nisbetin tam olduğunu söylememişti. Eğer ömrü kifayet etseydi, onu Allah’ın dilediği noktaya kadar geliştirirdi. Bu nisbetin gelişmesi için gayret sarf etmek elzemdir. Bu nisbetin kıymetini takdir edecek ve onu geliştirecek birisi varsa bana söyleyin ki ona ben de yardımcı olayım.” (c.I, 32. M)

İmam’ın ifadesine göre her müridin vazifesi içinde bulunduğu manevi yolun nisbeti/feyz ve bereketini ziyadeleştirmektir. Mürşidler tüm gayretleri ile İslam’a ve irfana susamış gönüllere su taşırken bu yolda olduğunu iddia eden müridlerin bir kenara oturup da bu seferberliğe uzaktan bakması kabul edilemez. Nakşilik sohbet, zikir ve hizmet yoludur, bu üç prensipten biri eksik olursa maneviyat yolundan tam olarak istifade edilemez. Bu yolda nice büyük veliler canlarını ve mallarını severek hak yolunda feda etmişler, insanlığın huzuru için hiçbir fedakârlıktan geri kalmamışlardır.

VELİLERİN BÜYÜĞÜ

Sufi müfessir İbn Acîbe’ye göre peygamber vârisi olan veliler de başardıkları işlere göre farklı mertebelere ulaşırlar. İslam ümmeti adına muazzam işler başaran, imanın ve ihsanın yayılmasında büyük pay sahibi olan mürşide “ülü’l-azm veli” ismi verilir. Zira bazı veliler sadece kendi köyünü ve kasabasını irşat ederken bazı Allah dostları ise gece gündüz çalışarak irşatlarını, davet ve tebliğlerini tüm dünyaya ulaştırırlar. Endonezya’dan Güney Amerika’ya, Rusya ve Moğolistan’dan Güney Afrika’ya kadar yeryüzünün her köşesine hayrı dokunan, bu uzak beldelere dini okullar ve Kur’an kursları açan, buralardan öğrenci getirerek İslam davetçisi yetiştiren, fena fillah derecesindeki bu mürşidler Nakşilik yolunun nisbetini ve feyzini daha da güçlendirmiştirler.

Ülü’l-azm veliler büyük himmet sahibi olur, insanların her tür sıkıntılarına katlanır, halkı ince bir siyasetle terbiye eder ve pek çok insanın hidâyetine vesile olurlar. Onlar Hz. Peygamber’in vârisi, şerîatın müceddidirler. Kısacası, büyük veli olmak için şahsi dindarlık yetmez, insanların hidâyetine vesile olmak, şeriatı bağlılığı artırmak bu makamın olmaz ise olmazıdır. Hiçbir veli büyük işler başarmadan bu makama ulaşamaz.[1]

Yüce Rabbimiz feyzi her daim artan bu yolda hepimize âli himmet ve gayret nasip etsin, elimizden, dilimizden ve kalbimizden tüm ümmeti faydalandırsın, peygamber vârisi olan büyük velilerin yolundan gitmeye bizleri muvaffak kılsın. Âmin.

Dipnot: 1) el-Bahru’l-medîd, VII, 104.

Kaynak: Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 444

İslam ve İhsan

BÜYÜK VELİLERİN ÖZELLİKLERİ

Büyük Velilerin Özellikleri

BÜYÜK VELİLERİN YOLU

Büyük Velilerin Yolu

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.