Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fâtıma Hz. Kimdir?

Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fâtıma Hz. kimdir? Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fâtıma Hazretleri’nin hayatını Merve Güleç yazdı.

Devrin tanınmış zâhid ve sûfîlerinden olan Ebû Abdullah es-Savmaî’nin kızı olan Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fâtıma Hanım’ın nesebi, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in necip soyuna dayanmaktadır.

ÜMMÜ’L-HAYR EMETÜ’L-CEBBÂR FÂTIMA HZ. KİMDİR?

Peygamberimizin (s.a.s.) kızı Fâtıma Vâlidemiz’e nisbetle, ailesi ona “Fâtıma” ismini vermiştir. İran’ın Gîlân (Geylan) eyaletine bağlı Neyf köyünde doğmuştur. Gavsü’l-Âzam Şeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin annesidir.

Genç yaşlarında ilim, edep ve irfan sahibi olan Fâtıma Hanım, evlilik çağı geldiği zaman yine soyu Allah Rasûlü’ne (s.a.s.) uzanan Seyyid Mûsâ ile evlendirildi. İbadet, takvâ ve ihlâs üzere olmaya gayret eden bu kıymetli aileye, Cenâb-ı Hak hayırlı evlâtlar nasip etmiştir. Sâlih ismindeki evladından dolayı Seyyid Mûsâ’ya, Ebû Sâlih künyesi verilmiştir.

Allah Teâlâ, ilerleyen yaşlarına rağmen bu aileye bir erkek evlât daha nasip etmiş; bu mümtaz aile, her evlâdını ayrı ayrı değerli görmesine rağmen bu yavruyu Allâh’ın özel bir ihsânı olarak değerlendirmişlerdir.

Hamilelik döneminde hiç ağrı ve eziyet hissetmeyen Fâtıma Hanım, bu süre zarfında devamlı sûrette hayırlı, iç ferahlatan rüyalar görmüştür. Hamileliği gibi doğumu da zahmetsiz ve kolay olmuştur. Bu yavruya, “her şeye gücü yeten (el-Kâdir olan) Allâh’ın kulu” manasında “Abdülkâdir” ismini vermişlerdir.

Fâtıma Hanım, itinayla baktığı bebeğinin henüz süt emme çağındayken, Ramazan-ı Şerîf ayı geldiğinde imsak ile iftar saatleri arasında süt emmediğini fark etmiş, minicik yavrunun âdeta oruç tuttuğunu düşünmüştür.

Fâtıma Hanım, kocasını, kısa bir müddet sonra kaybetmiştir. Âdeta bir seyyid dünyaya gelmiş, bir seyyid de bu dünyadan göçmüştür. O günden sonra minik yavrusuna hem annelik hem de babalık yapan Fâtıma Hanım ve oğlunu, babası Ebû Abdullah es-Savmaî himayesine almıştı.

Hanım velîlerden olduğu bilinen Ümmü’l-Hayr Fâtıma Hanım, oğlunda farklı hâller görüyor, onu sâlih bir evlât olarak yetiştirmek için daha fazla îtinâ gösteriyordu. Mektebe gidip temel eğitimini alan Abdülkâdir’in gönlünde Bağdat’ta eğitim almak yatıyordu.

Mânevî istîdâdı yüksek olan Abdülkâdir, Bağdat’a gitmek için annesinden izin aldı. Ümmü’l-Hayr Fâtıma Hanım, zor zamanlar için kenarda tuttuğu kırk altını bir keseye koydu. Yolda kimse onu zorla elinden almaya kalkışmasın diye oğlunun elbisesinin koltuk altına dikti. Sonra da oğluna nasihatte bulundu:

“-Seni Allah rızâsı için gönderiyorum. Yoksa sensizliğe dayanamazdım, seni gönderemezdim. Rabbim seni muhâfaza buyursun. Aslâ haktan ve sadâkatten ayrılma. Hiçbir zaman yalan söyleme ki, beni memnun edesin. Unutma, Allah sâdıklarla, dosdoğru olanlarla beraberdir!..”

Seyyid Abdülkâdir, annesinin elini öptü, yakınları ile vedalaştı ve Bağdat’a giden bir kervanla yola çıktı.

Yolculuk esnasında bu kervanın geçtiği yol üzerine eşkıyalar pusu kurmuştu. Pusuya düşürülen kervanda ne var ne yoksa talan eden eşkıyalar, daha sonra kervanda bulunan herkesi sıraya dizip elinde, avucunda ne varsa almaya devam ettiler.

Eşkıyalardan birinin dikkatini, yaşı küçük olduğu hâlde gözlerinde hiçbir korku emâresi görülmeyen delikanlı çekti. Her hâlinden fakirliği ve ilim talebesi olduğu anlaşılan Abdülkâdir ile eğlenmek için:

“-Söyle bakalım, senin nelerin var?” dedi.

Annesinin doğrulukla ilgili nasihatlerini aklına ve gönlüne yazan Abdülkâdir, eşkıyanın bu sorusuna tereddüt etmeden:

“-Kırk altınım var.” diye cevap verdi.

Bu kadar altınla küçük bir koyun sürüsü alınabilirdi. Eşkıya aldığı cevabı ciddiye almadı ve gülerek uzaklaştı. Nitekim kırk altın, bir çocuğun sahip olabileceği bir şey değildi.

Bir altın için adam öldürmeyi göze alan bu eşkıyaların reisi, herkesi tek tek kontrol ederken Abdülkâdir’e de sordu:

“-Senin üzerinde ne var?”

“-Hırkamda dikili kırk altınım var.” diyerek cevap veren Seyyid Abdülkâdir Geylânî’nin bu cevabından sonra, reis, adamlarına işaret ederek üzerini aramalarını söyledi. Hırkasına dikili olan altın kesesini bulan eşkıyalar, altınları alıp reislerine verdiler. Bu durum karşısında hiçbiri şaşkınlıklarını gizleyemiyor, delikanlının yaptığı davranışa bir türlü anlam veremiyorlardı. Reisleri Abdülkâdir’e hayretle sordu:

“-Evlât, biz o altınları sen söylemeseydin bulamazdık, hırkanda saklı olan altınları neden söyledin?”

Vakur duruşunu bozmayan Abdülkâdir Geylânî:

“-Annemin nasihatidir! Yalan söyleyemem, sadâkatten ayrılamam. Söz verdim ona, kırk altın için ahdimi bozamam!”

Hayatı dolandırıcılık üzerine kurulu alan bu eşkıya sürüsü için yalan söylemenin hiçbir önemi yoktu. Abdülkâdir’in bu sözleri üzerine ikinci bir şok yaşayan eşkıya reisi, olanlara bir türlü inanamıyordu. Bu sözler karşısında sarsılan ve gönlünü acı bir pişmanlık kaplayan eşkıya reisi, şimdiye kadar hissetmediği şeyleri hissetmeye başladı. Alışık olmadığı bir hâle bürünmüş, gözyaşlarını tutamayacak duruma gelmişti.

Derin bir “Âhh!” çekerek:

“-Biz de Allâh’a söz vermiştik.” dedi.

İşlediği günahlar bir bir gözünün önüne geldi ve:

“-Ahdimizi bozduk, fenalık yaptık. Âhirette bizim hâlimiz nice olur?” diye kendi kendine söylendi. Diğer eşkıyalara dönerek, “Bunca sene isyanla ömür tükettim, nice hatalar yapıp, nicelerinin hakkına girdim. Fakat ben artık hepsine tevbe ediyorum ve Rabbimin yoluna giriyorum.” diye ekledi.

Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin annesine verdiği söze sadakati, başkalarının tevbe ve uyanışına vesîle olmuştu. Oğluna her daim hakkı öğreten vâlidesi Ümmü’l-Hayr Fâtıma, arkasında İslâm ahlâkını yaşayan evlâtlar bırakarak vefat etmişti.

İslâm’ın güzîde hanımlarından olan Ümmü’l-Hayr Emetü’l-Cebbâr Fâtıma Hanım’ın makâmının âlî olmasını Rabbimiz’den niyâz ederiz. Cenâb-ı Hak, onu, rızâsı ve cennet köşkleri ile mükâfatlandırsın. Âmîn.

Daha Geniş Bilgi İçin Bakınız: Selim Uğur - H. Erdem Uğur, Sâliha Hanımlar, İstanbul 2019, 160-166.

Kaynak: Merve Güleç, Altınoluk Dergisi, Sayı: 453

İslam ve İhsan

ALİME VE SALİHA KADINLAR

Alime ve Saliha Kadınlar

HAYIRDA YARIŞAN HANIM SAHABİLER

Hayırda Yarışan Hanım Sahabiler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.