
Türkiye’de Tek Kişilik Hane Halkları Neden Artıyor?
2023’te Türkiye’de tek kişilik hane halklarının oranı %19,7’ye yükseldi. Peki, bu artış ne anlama geliyor? Dijitalleşme, sosyal değişimler ve bireysel özerklik arayışı kalabalık yalnızlığı mı doğuruyor? Türkiye'de yalnız yaşama oranının hızla artmasının ardındaki sebepler neler?
2024 Aralık ayında TDK, yılın kelimesini belirlemek amacıyla bir anket düzenledi. Bu ankette yer alan seçeneklerden biri de “kalabalık yalnızlık”tı. Yaklaşık 1 milyon kişinin katıldığı oylama sonucunda “kalabalık yalnızlık”, yılın kavramı seçildi. Kavramın psikolojik boyutu bir yana, Türkiye’de yaşanan nüfusla ilgili değişimler insanların kalabalıklar içinde giderek daha fazla yalnızlaştığını gözler önüne seriyor. Nitekim, Enstitü Sosyal’in Ocak 2025’te yayımlanan “Yalnız Yaşamın Yükselişi Türkiye’de Tek Kişilik Hane halklarının Profili” isimli yüz sayfaya yakın araştırma raporu da bu durumu destekliyor. Raporda, TÜİK verilerine dayanarak Türkiye’de yalnız yaşama oranının arttığı vurgulanıyor.
Hanehalkı kelimesi; aralarındaki akrabalık bağına bakılmaksızın, aynı adreste ikamet eden bir veya daha fazla kişiden oluşan topluluklar olarak tanımlanıyor. Bu kavram, aynı yaşama alanını paylaşan, gelir ve servetlerini kısmen veya tamamen birleştiren ve genellikle konut ile yiyecek gibi mal ve hizmetleri toplu olarak tüketen grupları ya da tek başına yaşayan bireyleri ifade ediyor.
TÜRKİYE’DE TEK KİŞİLİK HANELER ARTIYOR?
1940 ila 2013 yılları arasındaki 73 yıllık süreçte ABD’deki tek kişilik hane halkları yaklaşık dört kat artmış. Bugün Türkiye’ye baktığımızda ise çok daha kısa bir zaman diliminde, 2014-2023 yılları arasında, tek kişilik hane halklarının yaklaşık iki kat artış gösterdiği görülmektedir. Bu hızlı artış yalnızca hane halkı yapısındaki bir değişimi değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerde yaşanan derin bir dönüşümü yansıtmaktadır.
Küresel düzeyde geç evlilik, geç ebeveynlik, yüksek boşanma oranları, çocuk sahibi olmaktan kaçınma, aile yapısındaki dönüşüm ve bireysel özerklik arayışı gibi faktörlerle ilişkilendirilen tek kişilik hane halklarının artışı, başta gelişmiş ülkelerde belirgin olmakla birlikte günümüzde Türkiye gibi orta gelirli ülkelerde de hızla yaygınlaşmaktadır.
Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre dünya çapında tek kişilik hane halklarının oranı 1985’te %23 iken, 2018’de %28’e çıkmıştır. 2050 yılında ise bu oranın %35’e ulaşması beklenmektedir. TKH nüfusunun yükselme eğilimi, özellikle Finlandiya (%45,3), Almanya (%40,8), İsveç (40,7), Japonya (%34,6), ABD (%28,5) ve Kanada (%29,3) gibi gelişmiş ülkelerde belirginleşmekle birlikte Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de dikkat çekici düzeydedir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Türkiye’de tek kişilik hane halklarının oranı 2014 yılında %13,9 iken, 2023 yılında %19,7’ye yükselmiştir.
Tek kişilik hane halkı sayısı ise 2014’te 2.931.085 iken, 2023’te 5.192.825’e ulaşmıştır. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de her beş haneden biri, tek başına yaşayan bireylerden oluşmaktadır.
İstatistikler, hane halkı büyüklüğünün azalırken, hane halkı sayısının ve tek kişilik hanelerin artma eğiliminin devam edeceğini gösteriyor. Özellikle büyük şehirlerde bu eğilim daha belirgin hâle gelmiştir.
Tek kişilik hane halklarının artışı üzerine yapılan analizlerde, bu eğilimin geç evlilik, çocuksuzluk, yüksek boşanma oranları ve bireysel özerklik arayışı gibi faktörlerle desteklendiği, özellikle genç yetişkinler ve yaşlılar arasında yaygınlaştığı görülmektedir.
Eşitsizlik ve sosyal dışlanma, bazı bireyleri yalnız yaşamaya iten unsurlar olarak dikkat çekerken, artan yaşam standartları aile ile birlikte yaşama zorunluluğunu ortadan kaldırmakta ve bireyleri tek başına yaşamaya teşvik etmektedir. Bu eğilim, ekonomik refah düzeyi yüksek olan gelişmiş ülkelerde daha belirgin olmakla birlikte orta gelirli ülkelerde de hızla yaygınlaşmaktadır.
Türkiye özelinde coğrafi dağılım açısından değerlendirildiğinde, Batı bölgeleri ve büyükşehirlerdeki tek kişilik hanelerin oranı daha yüksek iken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bu oran görece daha düşüktür. Bu farklılıklar, genç nüfusun göçü ve yaşlı bireylerin yalnız yaşama eğilimi gibi faktörlerle açıklanabilir.
Tek kişilik hane halklarının demografik profili incelendiğinde, yaş ve cinsiyetin belirleyici olduğu görülmektedir. Genç erkekler genellikle iş ve eğitim için bağımsız yaşamayı tercih ederken, kadınlarda yalnız yaşama eğilimi yaş ilerledikçe artmaktadır.
Tek kişilik hane halkları içinde evli nüfusun da oranı bir hayli yüksek görünmektedir. Bu durum, evli bireylerin çeşitli nedenlerle ayrı yaşama eğiliminde olduğunu ve aile bütünlüğünün korunmasında zorluklar yaşandığını göstermektedir. Örneğin, ekonomik koşulların, kariyer odaklı yaşam biçimlerinin veya çeşitli kişisel tercihlerin evli bireylerin ayrı evlerde yaşamalarına yol açtığını düşündürmektedir. Bu eğilim, sadece aile bağlarını zayıflatmakla kalmayıp aynı zamanda doğurganlık oranlarını da olumsuz etkileyebilir. Özellikle genç yaşlarda evli olup tek başına yaşayan bireyler, çocuk sahibi olma planlarını erteleyebilir veya bu süreçten tamamen uzak durabilir.
Veriler kentleşme, bireyselleşme ve ekonomik gelişmelere paralel olarak tek kişilik hane halklarının sayısının arttığını ve bu hanelerin yalnızlık ve sosyal izolasyon gibi risklerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
***
Rapordan ilginç bulduğumuz yerleri siz okurlarımızla paylaştık. Aslında hepimizin gözlemlediği gerçekler ilmi bir şekilde raporda ortaya konmuş. Zamanın çehresi değiştikçe, insanımızın hâli, toplumumuzun yapısı da değişiyor. Kalabalık yalnızlık kavramı asrımızın en müşkül hâllerinden birini yani bedeni cemiyetin içinde, çevresinde envâi çeşit insan bulunmasına rağmen, iç dünyasında derin bir ıssızlık, eksiklik ve yabancılaşma hissiyle baş başa, ruhu garipliğe dûçar olmuş kitleleri ifade ediyor.
Bu hal, dijitalleşmenin, ferdiyetçiliğin ve kapitalist düzenin dayattığı hayat tarzlarının neticesi olarak tezâhür ediyor. Modernitenin, insanlara “bağlantı” vaadiyle sunduğu teknolojik imkânlar, hakîkî mânâda bir vuslat değil; daha ziyade, sathî ve gelip geçici münasebetlerin zindanı hâline gelmiştir. Aidiyet arayışı, yerini hızlı tüketime; sadâkat ise, algoritmaların yönlendirdiği sun’î dostluklara terk etmiştir.
Bu irtibatlar, çoğu kez kalpten kalbe giden yolda yetersiz kalmakta; kalplerin müşâveresi yerine ekranların parıltısı gönülleri meşgul etmektedir.
Ruhların kaynaştığı sohbet halkalarında geçirilmeyen vakitler, ekran başında geçirilmekte bu da kişiyi hem iç dünyasından hem de çevresinden koparmaktadır. İşte bu sebeptendir ki, insan, kalabalığın tam ortasında bile garip kalmaktadır.
İnsan, cemiyet içinde varlık bulur; kalplerin cem olduğu, gönüllerin aynı kıbleye yöneldiği bir mecliste ruh huzur bulur. Dijital dünyanın sunduğu sathî dostluklar, insanı nefsî bir boşluğa sürüklemektedir. Herkesin kendi iç âleminde kaybolduğu bu hengâmede, kişi, hakikatte kim olduğunu bile unutmakta, kendine bile yabancı hâle gelmektedir.
Modernite, yalnızca insanın dikkatini çalmaz; onun kendini bilme, Rabbini tanıma ve eşref-i mahlûkat olarak konumunu idrâk etme melekesini de köreltir. Zira her şey hızla tüketilmekte, derinlik yerine yüzeysellik öne çıkarılmakta, kalıcılık yerine anlık hazlar peşinde koşulmaktadır. Bu durumda insan, bir tüketim nesnesi olarak değerlendirilmekte, dostluklar bile fayda merkezli hâle gelmektedir.
İnsan, sahici bir bağ kurmaksızın, gerçek bir mes’ûliyet üstlenmeksizin hiçbir toplumsal iyileşmeye vesîle olamaz. Zira yardımlaşma, paylaşma, omuz omuza yürüme gibi değerler; ekran karşısında değil, hayatın içinde, rûh ile rûhun temas ettiği yerlerde tecellî eder.
Bir toplumun temel harcı, fertler arası güven ve muhabbettir. Bu harç zayıfladığında, bina çatlamaya başlar. Bugün sosyal bağların zayıflaması cemiyetin mânevî çözülmesinin en büyük işaretidir.
Toplumsal plânda ise, yeniden bir “tevhid” inşâ etmek elzemdir. Aileden başlamak üzere, mahalle, cemiyet ve ümmet halkalarıyla yeniden örülmüş bir dayanışma ağına ihtiyaç vardır. Eskiler “birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” derdi. Zira toplumsal bağlar güçlü oldukça, yalnızlık zayıflar; bir başkasının selâmeti kendi selâmetimiz olur.
Kaynak: Bilal Akyol, Altınoluk Dergisi, Sayı: 471
YORUMLAR