Ticari Malların Zekatı

Ticaret mallarının zekâtı verilir mi? Ticaret mallarından ne kadar zekât verilir? Ticaret mallarının zekâtı nasıl hesaplanır?

Ticaret malı Arapça “urûz” terimi ile ifade edilir. Bunun tekili olan “araz” dünya malı demektir. “Arz” şeklindeki okunuşuyla ise, altın ve gümüş para dışındaki mallar, ev eşyası, akarlar, hayvan türleri, tarım ürünleri, elbiseler ve benzeri menkul ve gayri menkullerden ticaret için hazırlanan mallar kastedilir. Sahibinin satıp kâr elde etmek amacıyla edindiği ev, dükkân, arsa, tarla, bahçe, ve benzeri akarların hükmü de ticari eşyanın hükmü gibidir. Bu gibi akarlar da, satmak niyetiyle elde bulununca, ticari eşya gibi zekâta tâbidir. Ancak bu gibi akarlar kira geliri elde etmek amacıyla elde tutulursa, kira geliri nisaba ulaşır ve üzerinden de bir yıl geçmiş bulunursa, kırkta bir zekât gerekir.

TİCARET MALLARININ ZEKÂTI

Diğer yandan sahibinin oturduğu ev, ticaret için kullanmakta olduğu iş yeri, depo, büro ile sanayi için kullandığı tesislerden zekât gerekmez.

1. Ticaret Mallarının Zekâtı İle İlgili Deliller:

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Ey İman edenler, kazandıklarınızın temizlerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Özellikle kötü olanını seçmeyin. Gözünüzü kapatmadan alamayacağınız şeyleri mi bağışlıyorsunuz? Bilin ki Allah, kendi kendine yeterli ve övgüye değer olandır.” [1] Bu âyette geçen “kazandıklarınızın temizlerinden…infak edin” anlamındaki ifade, fakihlerin çoğunluğu tarafından “ticaret yoluyla elde ettiğiniz kazançtan zekât verin” şeklinde anlaşılmıştır.” Çünkü bu âyet, ticaret mallarının ve tarım ürünlerinin zekâtı ile ilgili olarak inmiştir.[2]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Deve ve sığırdan zekât vardır, kumaştan da zekât vardır.” [3] Semüre İbn Cündeb (r.a) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.s) ticaret için hazırladığımız mallardan zekât vermemizi bize emrederdi.” [4] Ebû Amr İbn Hammas’ın babasından rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer kendisine, ticaret için elinde bulunan ok torbaları ve derilerden zekât ödemesini bildirmiştir.[5] İbn Kudâme (ö.620/1223) ticaret mallarına zekât uygulaması ile ilgili olarak şöyle demiştir: “Bu yaygın olan bir olaydır. Ashab-ı kiram’dan da kimse buna karşı çıkmadığı için icmâ meydana gelmiştir. Bu, Hz. Ömer, İbn Ömer ve İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir. Hasan, Câbir b. Zeyd, Tâvus, Nehaî, Sevrî, Evzaî, Ebû Hanîfe, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel’in görüşü de böyledir.[6]

İmam Mâlik ve Dâvud ez-Zâhirî’den rivayet edilen, ticaret mallarından zekât olmadığı görüşü “Atlarla kölelerin zekâtından sizi affettim” [7] hadisine dayanmaktadır. Ancak bu hadisten kastedilen bu malların kendilerinden zekât verilmeyeceğidir. Ticaret için elde bulunduruldukları takdirde kıymetleri üzerinden zekât verilmesine bu hadis engel değildir. Diğer yandan Mâlikîler’in mezhep görüşüne göre, şartlar gerçekleşirse ticaret mallarına zekât gerekir.[8]

Ticaret malları gelişmesi ve çoğalması gaye edinilen mallardır. Nitekim zekâta tabi olan altın, gümüş, para, hayvanlar ve tarım ürünlerinde de bu özellik vardır. Ticaret mallarının temelde para olduğunda şüphe yoktur. Bunların bedeli olan nakit paraya zekât gerekirken, ticaret mallarına gerekmemesi ekonomik bir çelişki doğururdu. Diğer yandan bu durum nakit paranın ticaret malına çevrilerek sürekli zekât dışı tutulmasına ve yoksulların bundan zarar görmesine yol açardı.[9]

2. Ticaret Malından Zekât Alınmasının Şartları:

a) Ticaret malının nisap miktarına ulaşması: Yıl başında kıymetleri en az iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın miktarında bulunan ticaret mallarının zekâtı için yıl sonundaki kıymetleri esas alınır. Bu kıymetlere göre zekâtı verilir. Malın kıymeti, bulunduğu beldenin piyasa rayicine göre belirlenir. Eğer bu mallar şehir dışında bir yerde ise buraya en yakın şehirdeki kıymetleri esas alınır.

Zekât nisabını tamamlamak için ticaret mallarının kıymeti altın, gümüş veya paraya ilave edilir. Kısaca bunları birleştirerek toplam üzerinden hesap yapılır.

b) Ticaret malının üzerinden bir yıl geçmesi: Ticaret malına sahip olunduğu tarihten itibaren malların kıymetleri üzerinden bir yıl geçmiş olması gerekir. Malın kendisinin üzerinden yıl geçmesi şart değildir. Hanefî ve Mâlikîlere göre bu konuda geçerli olan yılın başı ile sonu olup, ortası değildir. Bir kimse yılın başında nisap miktarı mala sahip olup yıl içinde bu mal azalır, sonra yıl sonunda yeniden nisap miktarına ulaşırsa bu maldan zekât vermek gerekir. Yılbaşında veya yıl sonunda nisaptan eksik olan maldan ise zekât vermek gerekmez.

Şâfiîlere göre, ticaret malının yıl sonunda nisap miktarına ulaşması esastır. Çünkü yıl sonu zekâtın farz olma vaktidir. Buna göre, bir kimsenin yılbaşında on miskal altını bulunsa, bunun beş miskali ile bir ticaret malı satın alsa, yıl sonunda bu malın kıymeti on beş miskale ulaşsa, elindeki beş miskalle birlikte toplam yirmi miskal altın karşılığına sahip olduğu için zekâtla yükümlü olur. Hanbelîlere göre ise ticaret malının yıl boyunca nisap miktarının altına düşmemesi gerekir. Ancak yarım gün gibi kısa süreli eksilmeler zarar vermez.

c) Satın alma sırasında ticarete niyet etmek: Ticaret malları satın alınırken bunlarla ticaret yapmaya niyet etmek gerekir. Eğer bu mallara sahip olduktan sonra niyet edilirse, niyetin ticaret işine yakın olması gereklidir. Satışa sunmak, satış için ilan vermek veya satış için başkasına yetki vermek gibi bir fiil olmadıkça mücerret bir niyetle bir mal, ticaret malına dönüşmüş olmaz.

Diğer yandan kendisiyle ticaret yapılan malın ticarete niyet etmeye elverişli bir mal olması gerekir. Mesela, bir kimse haraç veya öşür arazisini ticaret amacıyla satın alsa, bunu satıncaya kadar ekip biçse, zekât değil, haraç veya öşür vermesi gerekir.

İmam Muhammed’e göre miras, bağış veya vasiyet gibi bir yolla intikal eden bir mal için ticarete niyet edilse, mücerret bu niyetle mal ticaret için olmuş olmaz. Ebû Yûsuf’a göre ise, kişi kendi kabulüne bağlı olan bu gibi malları ticaret yapmak niyetiyle kabul etse, o mal ticaret malı sayılır.

Başlangıçta ticaret niyetiyle satın alınmamış olan bir mal, mesela, bir arsa, bir takım eşya, halı veya bir miktar zahire ileride satılmak üzere saklansa, bu bir ticaret malı sayılmaz. Bu yüzden bunların üzerinden bir yıl geçse de zekât gerekmez. Bir kimse şehir kenarındaki bir gayri menkulünü ziraî ürünler yetiştirmek veya depo vb. için kullanılmak üzere kiraya vermekte ise, bu yer geliri üzerinden zekâta tâbi olur. Fakat burası belediye imar alanına girip, parsellendikten sonra satışa arzedildiği tarihten itibaren ticaret malına dönüşür ve değeri üzerinden kırkta bir zekâta tâbi olur.

Özet olarak, bir şeyin ticaret malı sayılıp, bundan zekâtın gerekmesi için; malın nisap miktarına ulaşması, üzerinden bir yıl geçmesi, niyetle birlikte fiilî olarak da ticarete başlanılmış olması, ayrıca malların ticaret niyetine elverişli bulunması gereklidir.

3. Ticaret Malından Zekâtın Hesaplanması:

Ticaret eşyasının üzerinden bir yıl geçince, altın veya gümüşten hangisi yoksulun lehine olacaksa, onunla nisap belirlemesi yoluna gidilir. Ancak günümüzde gümüş, altına göre çok değer kaybettiği için, altının ölçü alınması daha uygundur. Zenginlik sınırının tespitinde, temel ihtiyaç maddeleri istisna edilerek, tercih edilen görüşe göre kişi kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin bir yıllık masraflarını ve borçlarını düşer. Geride kalan nakit para veya ticaret eşyası nisap miktarına ulaşır ve üzerinden de bir yıl geçmiş bulunursa, bunlar birbirine eklenerek kırkta bir zekâta tâbi olur.[10]

Ticaret malının zekatı kırkta bir olarak kendi cinsinden verilebileceği gibi, malın kıymetinin kırkta biri de verilebilir. Zekât yükümlüsü bu konuda tercih hakkına sahiptir. Çünkü ticaret malı, zekâtın farz olduğu bir maldır. Altın, gümüş, hayvan veya tarım ürünlerinde zekât kendi cinslerinden verilebildiğine göre, bunların zekâtını da kendi cinsinden vermek caizdir. Bu görüş Hanefîlere aittir.

Fakihlerin çoğunluğuna göre ise, ticaret mallarının zekâtını kıymet olarak vermek gerekir. Çünkü nisap kıymet üzerinden belirlenmektedir. Bu yüzden zekât malda değil, ancak kıymetinde farz olmuştur.[11]

Hanefîlere göre ticaret mallarının zekâtının kendi cinsinden verilebilmesi uygulamada bir takım kolaylıklar getirmektedir. Özellikle yoksulların ihtiyacı olan gıda maddeleri, giyecek, yakacak, inşaat malzemesi ve benzerlerinin kendi cinsinden zekâtını vermek yoksulların doğrudan yararlanmasını sağlar. Diğer yandan esnaf ve tüccarın büyük meblağlara ulaşan zekâtını yıl sonunda nakit olarak ayırıp ödemesi güçlük doğurur, bu durum zekâtın ya geç ödenmesine veya az verilmesine ya da hiç verilmemesine yol açabilir. Halbuki, bir gıda toptancısının, bir kumaş tüccarının veya bir konfeksiyoncunun sayım yaparak ticaret malının kırkta birini mal olarak yoksullara dağıtması ya da bunun Asr-ı Saadet’te olduğu gibi devlet eliyle yapılması, bir İslâm ülkesinde yoksulluk problemini kökten çözmeye yeterlidir. Nitekim ülkemizin zekât potansiyeli ile ilgili olarak yapılan bazı istatistik çalışmaları, bu sosyal yardımlaşma kurumunun, tam olarak uygulanması durumunda büyük bir ekonomik güç oluşturacağını ve bu yolla yoksulluk probleminin kökten çözülebileceğini, ortaya koymuştur.[12]

Ticaretten yıl boyunca elde edilen kârlar ile hayvanlardan doğan yavrular, miras, bağış gibi ticari olmayan yollardan elde edilen mallar sermayeye eklenir. Yıl sonunda bunlar bir bütün olarak değerlendirilerek zekât hesabı yapılır. Ancak yıl dolduktan sonra meydana gelecek ilâvelerin, asıl mala eklenemeyeceği konusunda görüş birliği vardır.

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/267. [2] İbn Kesîr, Muhtasar Tefsir, I, 240. [3] Kâsânî, age, II, 20, 21; Şirbinî, age, I, 397; İbn Kudâme, age, III, 30. [4] İbnü’l-Hümâm, age, I, 526, Ebû Dâvud’dan naklen. bk. Tirmizî, II, 357. [5] Ebû Dâvud hasen isnadla Semüre’den rivayet etmiştir. Mâlik, Müdevvene, Mısır, 1321, II, 14; Şâfiî, Ümm, II, 38. [6] İbn Kudâme, Muğnî, III, 35; Kardâvî, age, I, 329. [7] Tirmizî, Zekât, 3; İbn Mâce, Zekât, 4, 15; Dârimî, Zekât, 7. [8] bk. Mâlik, Muvatta, I, 25; Müdevvene, II, 14. [9] Kâsânî, age, II, 21; İbnü’l-Hümâm, age, I, 526 vd; İbn Âbidîn, age, II, 45; Meydânî, Lübâb, I, 150 vd; Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâik, I, 280; İbn Rüşd, age, I- 260 vd; İbn Kudâme, age, III, 29-36; Zühaylî, age, II, 787 vd. [10] İbnü’l-Hümâm, age, I, 528. [11] Kâsânî, age, II, 21; Şirbinî, age, I, 399; İbn Kudâme, age, III, 31; Zühaylî, age, II, 794 vd. [12] bk. İslâm’da Zekât Potansiyeli, Marmara İlâhiyât Fak. bildiriler kitabı.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

ZEKATA TABİ MALLAR NELERDİR?

Zekata Tabi Mallar Nelerdir?

TİCARET MALLARININ ZEKÂTI NASIL HESAPLANIR?

Ticaret Mallarının Zekâtı Nasıl Hesaplanır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.