Tevbe ve İstiğfar İle İlgili Örnekler

Tevbe ve istiğfâr ne demektir? Peygamber Efendimizin yaptığı tevbe ve istiğfar duaları var mıdır? Tevbe istiğfar ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Tevbe ve istiğfâr ile ilgili örnekler.

İnsanoğlu, nefsânî arzulara mağlûb olduğu ve îmânın feyiz ve rûhâniyetini yitirdiği zaman günahlara meyleder. Vicdanlarda ahlâkî destek azalınca, ince düşünüş ve rûhî derinlik de kaybolur. İstikâmet sâhibi olma yolunda ciddî bir zaaf ortaya çıkar. Günahlar, tatlı bir mûsikî gibi nefislere hoş gelir ve âdeta vebâlinin ağırlığı hissedilmeden işlenebilir.

TEVBE VE İSTİĞFAR NE DEMEKTİR?

Hâlbuki insanoğlu, mâsumiyetin saf ve berrak bir aynası gibi cihâna tertemiz olarak gelir. Dîn de bu fıtrî temizliği korumak için Allâh tarafından insanoğluna lûtfedilen bir merhamet tecellîsidir. Dolayısıyla kul, fıtratındaki temizliği muhâfaza edebilir ve dîninin rûhâniyetinden nasiplenerek gaflet perdelerini aralayabilirse, hasbe’l-beşer bir cürüm işlediğinde onun ağırlığını vicdânında hisseder. Onun iç âleminde saklı bulunan fazîlet hisleri incinerek uyanır. Kalbi büyük bir nedâmetle için için yanar ve ılık gözyaşlarıyla Rabbine gönlünü açar. İşte bu yanış ve pişmanlık “tevbe”dir. Ardından af dilemek için kalplerden taşan niyazlar da “istiğfar”dır.

Günahlar, Cennet’e girme engeli; buna mukâbil amel-i sâlihlerle te’yîd edilen ve gönül yanıklığı ile yapılan tevbeler de Cehennem’den korunma vesîleleridir.

TEVBE VE İSTİĞFAR İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta vurulur. Şâyet o günâhı terk edip istiğfâra sarılarak tevbeye yönelirse kalbi cilâlanır. Böyle yapmaz da tekrar günahlara dönerse, siyah noktalar artırılır ve neticede bütün kalbini kaplar. İşte Hak Teâlâ Hazretleri’nin:

«Hayır, doğrusu onların işleyip kazandıkları (kötü) ameller sebebiyle, kalplerinin üzeri pas tutmuştur.» (el-Mutaffifîn, 14) diye zikrettiği durum budur.” (Tirmizî, Tefsîr, 83/3334)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de:

“Her derdin bir devâsı vardır. Günah derdinin devâsı da istiğfardır.” buyrulmuştur.[1]

Beşeriyet îcâbı herhangi bir günâha düşüldüğünde, derhâl tevbe ve istiğfâra sarılmak ve Allâh’a yönelmek îcâb eder. Zîrâ Cenâb-ı Hak, râzı olduğu müttakî kullarını şöyle medhetmektedir:

“Onlar, bir kötülük yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe ve istiğfâr ederler. Zâten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrâr etmezler.” (Âl-i İmrân, 135)

“O müttakîler, geceleri pek az uyurlar, seher vakitlerinde de istiğfâra devâm ederler.” (ez-Zâriyât, 17-18)

Cenâb-ı Hak, samîmî bir şekilde tevbe eden kullarını affedeceğini birçok âyette bildirmektedir. Hattâ samîmî (nasûh) bir tevbe ile kendisine yönelenlerin günahlarını sevâba çevireceğini beyân ederek şöyle buyurur:

“Ancak tevbe ve îmân edip sâlih ameller işleyenler başkadır; Allâh onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allâh çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sâhibidir.” (el-Furkân, 70)

Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ, gündüz günah işleyenin tevbesini kabûl etmek için geceleyin elini açar. Geceleyin günah işleyenin tevbesini kabûl etmek için de gündüz elini açar. Güneş battığı yerden doğuncaya, yâni kıyâmete kadar bu böyle devâm edip gider.” (Müslim, Tevbe, 31)

Ancak tevbede samîmiyet ve ihlâs en mühim şarttır. Durmadan tevbesini bozan bir kimse, artık şeytanın maskarası olmuş demektir. Cenâb-ı Hak buyurur:

“…Bilin ki, Allâh’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın ve şeytan, Allâh’ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokmân, 33)

Diğer taraftan tevbe ve istiğfar, dünyâda ve âhirette azaptan kurtuluş vesîlesidir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Allah Teâlâ Hazretleri (şu âyetle) ümmetim için bana iki emân indirdi:

1. Sen aralarında olduğun müddetçe Allâh onlara (umûmî bir) azap indirmeyecektir.

2. Onlar istiğfarda bulundukları müddetçe, Allâh onlara azâb etmeyecektir. (el-Enfâl, 33)

Ben aralarından ayrıldığımda, (Allâh’ın azâbını önleyecek ikinci emân olan) istiğfârı kıyâmete kadar ümmetimin yanında bırakıyorum.” (Tirmizî, Tefsîr, 8/3082)

Tevbe ve istiğfar, gerçek mâhiyetiyle derûnî bir pişmanlık ve sığınma olması sebebiyle, Allâh’a yaklaşmanın en müessir vâsıtasıdır. Allâh’a yöneliş ve kalbin ulvî bir seviye kazanmasında mühim bir yeri olan istiğfar, mânevî kirlerden temizlenmenin de yegâne vâsıtasıdır. Makbûl bir tevbe, kul ile Rab arasındaki engelleri ve perdeleri kaldırır, Allah Teâlâ’nın sevgisine mazhar eder. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz Allâh, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222)

Peygamber Efendimiz, Rabbimiz’in, insanların tevbelerinden ne kadar hoşnut olduğunu anlatmak için şu misâli vermiştir:

“Herhangi birinizin tevbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları fayda etmeyince deveyi bulma ümîdini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecedeki sevincinden ne dediğini şaşırarak:

«–Allâh’ım! Sen benim kulumsun, ben de Sen’in Rabbinim.» diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, Tevbe 7; Tirmizî, Kıyâmet 49, Deavât 99)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir başka hadîslerinde, istiğfârın faydalarını şöyle beyan buyurur:

“Bir kimse istiğfârı dilinden düşürmezse, Allah Teâlâ ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona ummadığı yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1518; İbn-i Mâce, Edeb, 57)

Lâkin kulların en mühim meselesi, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalptir. Buraya kadar anlattığımız tevbe ve istiğfâr ise bu hâle nâiliyetin sâdece kapısı mesâbesindedir. Bu kapıdan içeri girdikten sonra amel-i sâlihlerde bulunmak da elbette zarûrîdir. Farz, vâcib ve sünnetleri âdâbı üzere edâ ettikten sonra bilhassa kul hakkına titizlik, anne-baba hakkına riâyet, Allâh için infak, bütün mahlûkâta merhamet, şefkat ve af ile yaklaşabilmek gibi güzel hasletlere sâhip olunmalıdır.

TEVBE VE İSTİĞFAR HAKKINDA ÖRNEKLER

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyururlar:

“Ey insanlar! Allâh’a tevbe edip O’ndan af dileyiniz. Zîrâ ben O’na günde yüz defa tevbe ederim.” (Müslim, Zikir, 42)

Allah Rasûlü’nün, gelmiş ve geçmiş bütün günahları affedildiği hâlde, devamlı tevbe ve istiğfarda bulunması, Allah Teâlâ’nın bahşettiği nîmetlere bir şükür olduğu kadar ümmetine de üstün bir edep dersidir.

Kulun en mühim vazîfesinin, her an Allâh’ı zikretmek ve O’na ibâdette bulunmak olduğunu bilen Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, daha fazla ibâdet etmesi gerektiğini düşünerek her fırsatta tevbe ve istiğfâra sarılırdı. O, aynı zamanda ümmeti nâmına da tevbe ve istiğfâr ederdi.

  • Peygamber Efendimizin Yüz Defa Ettiği Tevbe

İbn-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- şöyle der:

“Biz, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bir mecliste yüz defa:

«Allâh’ım! Beni bağışla ve tevbemi kabul buyur! Çünkü Sen tevbeleri çok kabûl eden ve çok merhamet edensin.» dediğini sayardık.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26/1516; Tirmizî, Deavât, 38/3434)

Rasûlullâh Efendimiz’in yapmış olduğu tevbe ve istiğfarlar, kendisinin bir hatâsından dolayı değil, Allah Teâlâ’ya daha çok yakınlık kesbetmek ve O’nun rızâsını kazanmak içindir. Efendimiz, her an mânevî terakkî içinde bulunduğundan, dâimâ bir önceki hâl ve makâmı için istiğfâr etmiştir.

  • Peygamber Efendimizin Tevbe Duası

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, son zamanlarında:

“Ben Allâh’ı ulûhiyet makâmına yakışmayan sıfatlardan tenzîh eder ve O’na hamd ederim. Allah’tan beni affetmesini diler ve O’na tevbe ederim.” sözlerini sık sık söyler olmuştu. Hazret-i Âişe vâlidemiz:

“–Yâ Rasûlâllah! «Sübhânallâhi ve bi-hamdihî estağfirullâhe ve etûbü ileyh» sözlerini pek sık söylediğinizi görüyorum, bunun sebebi nedir?” diye sordu.

Peygamber Efendimiz:

“–Rabbim bana ümmetim içinde bir alâmet göreceğimi bildirdi. Onu gördüğümden bu yana bu tesbîhi çok söylerim. Ben o alâmeti, Mekke’nin fethine işâret eden, «Allâh’ın yardımı ulaşıp fetih gerçekleşince ve insanların grup grup Allâh’ın dinine girdiklerini gördüğünde Rabbini hamd ile tesbîh et ve O’ndan mağfiret dile! Çünkü Allâh tevbeleri çok çok kabûl edendir.” (meâlindeki Nasr) Sûresi’nde gördüm.” buyurdu. (Müslim, Salât, 220)

  • Seyyidü’l-İstiğfâr Duası

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetine farklı istiğfar şekilleri de tâlim buyurmuştur. Bunların en mühimi, “Seyyidü’l-İstiğfâr”dır ki, bunu Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bir hadîs-i şerîflerinde şöyle beyân etmiştir:

“İstiğfârın en üstünü kulun şöyle demesidir:

«Allâh’ım! Sen benim Rabbimsin. Sen’den başka ibâdete lâyık ilâh yoktur. Beni Sen yarattın. Ben Sen’in kulunum. Ezelde Sana verdiğim sözümde ve vaadimde hâlâ gücüm yettiğince durmaktayım. İşlediğim kusurların şerrinden Sana sığınırım. Bana lûtfettiğin nîmetleri yüce huzûrunda minnetle anar, günâhımı îtirâf ederim. Beni affet, şüphe yok ki günahları Sen’den başka affedecek yoktur.»

Rasûl-i Ekrem Efendimiz sözlerine devamla şöyle buyurur:

“Her kim, bu Seyyidü’l-İstiğfârı sevâbına ve fazîletine bütün kalbiyle inanarak gündüz okur da o gün akşam olmadan ölürse cennetlik olur. Yine her kim, sevâbına ve fazîletine gönülden inanarak gece okur da sabah olmadan ölürse cennetlik olur.” (Buhârî, Deavât, 2, 16; Ebû Dâvûd, Edeb, 100-101)

  • Anne Veya Teyzeye İyiliğin Fazileti

Tevbe ve istiğfârı, arkasından yapılacak amel-i sâlihlerle takviye etmek lâzımdır. İbn-i Ömer -radıyallâhu anh- anlatıyor:

“Bir kişi Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkânım var mı?” dedi.

Allah Rasûlü:

“–Annen hayatta mı?” diye sordu.

Sahâbî:

“–Hayır.” dedi.

“–Peki teyzen var mı?” dedi.

Sahâbî:

“–Evet, var.” deyince Fahr-i Kâinât Efendimiz:

“–Öyleyse ona iyilikte bulun. Teyze, anne makâmındadır!” buyurdu. (Tirmizî, Birr, 6; Ahmed, II, 13-14)

Burada Peygamber Efendimiz, nedâmet ateşiyle yanan ve istiğfarda bulunan sahâbîye, tevbesini amel-i sâlihlerle desteklemesini tavsiye buyurmuştur. Yapılan iyilik ve hayırların kötülüklere keffâret olarak onları yok edeceğini bildirmiştir.

  • Sahabenin Tevbe ve İstiğfarı

İhmâli sebebiyle Tebük Seferi’ne katılmayı geciktiren, nihâyet kâfileyi kaçıran Kâ’b bin Mâlik -radıyallâhu anh-, bu hatasından dolayı hemen tevbe ve istiğfâr etmiş, işlediği kusurun pişmanlığından, dünyâ bütün genişliğine rağmen kendisine dar gelmişti. Tevbesinin kabûl edildiği haberini aldığında ise, sevincinden derhâl secdeye kapandı. (İbn-i Mâce, Salât, 192) Daha sonra da bütün mal varlığını Peygamber Efendimiz’e teslîm ederek bununla tasaddukta bulunmasını istedi. Ancak Allah Rasûlü, malının yarısını infâk edip, diğer yarısını da ehline bırakmasını tavsiye buyurdu. (Buhârî, Megâzî, 79)

Zîrâ Allah Rasûlü, herkesin infâkını kalbî durumuna göre kabûl ederdi. Çünkü sonunda pişman olarak infaklarının ecrini zâyî etmelerini istemezdi.

  • Tevbe ve İstiğfar Her Türü Sıkıntıyı Giderir

Cenâb-ı Hak, tevbe ve istiğfâr eden kullarını her türlü sıkıntıdan kurtarır ve onlara pek çok lûtuflarda bulunur. Bir defâsında Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne dört kişi gelerek biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, öteki tarlasının verimsizliğinden, bir başkası da çocuğunun olmayışından şikâyette bulunmuş, Hazret’ten himmet talep etmişlerdi. Bu büyük velî, onların her birine de istiğfârı tavsiye etti. Yanındakiler kendisine:

“–Efendim, bu kimselerin dert ve sıkıntıları farklı farklı, lâkin siz hepsine de aynı şeyi tavsiye ettiniz?!” dediler. Hasan-ı Basrî Hazretleri onlara şu âyet-i kerîmeyi okuyarak cevap verdi:

“Rabbiniz’den mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12) (İbn-i Hacer, Fethü’l-Bârî, XI, 98; Aynî, Umdetü’l-Kârî, Beyrut ts. XXII, 277-278)

  • Tevbeyi Geciktirmeyin 

Şeytanın iğvâsına aldanarak tevbeyi geciktirmek, en büyük israflardan biri olan ömür isrâfıdır. Akıllı bir mü’min, tevbede acele etmeli ve kendisini son nefese hazırlamalıdır.

Rivâyete göre bir terzi, sâlihlerden bir zâta:

“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in: «Allah Teâlâ, kulunun tevbesini, canı boğazına gelmediği müddetçe kabûl eder.» (Tirmizî, Deavât, 98/3537) hadîs-i şerîfi hakkında ne buyurursunuz?” diye suâl etti. O zât da sordu:

“–Evet, böyledir. Ama senin mesleğin nedir?”

“–Terziyim, elbise dikerim.”

“–Terzilikte en kolay iş nedir?”

“–Makası tutup kumaşı kesmektir.”

“–Kaç seneden beri bu işi yaparsın?”

“–Otuz seneden beri.”

“–Canın gırtlağına geldiği zaman, kumaş kesebilir misin?”

“–Hayır, kesemem.”

“–Ey terzi! Bir müddet zahmet çekip öğrendiğin ve otuz sene kolaylıkla yaptığın bir işi o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi o an nasıl yapabilirsin? Bugün gücün kuvvetin yerinde iken tevbe eyle! Yoksa son nefeste istiğfar ve hüsn-i hâtime nasîb olmayabilir... Sen hiç: «Ölüm gelmeden evvel tevbe etmekte acele ediniz!» (Münâvî, V, 65) sözünü işitmedin mi?”

Bunun üzerine terzi ihlâsla tevbeye sarıldı ve sâlihlerden oldu.

Zîrâ Peygamber Efendimiz, insanların nasıl yaşarlarsa o hâl üzere öleceklerini ve nasıl ölürlerse öyle haşredileceklerini haber vermiştir.[2]

  • Günah Hastalığının İlacı

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ilâç yaparken rastladığı bir hekime:

“–Ey hekim! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?” dedi.

Hekim:

“–Hastalığın nedir?” diye sorunca Bâyezîd Hazretleri:

“–Günah hastalığı...” cevabını verdi. Hekim ellerini iki yana açarak:

“–Ben günah hastalığının ilâcını bilmem.” dedi.

O esnâda orada bulunmakta olan meczup bir genç söze karışıp:

“–Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum.” dedi. Bâyezîd Hazretleri de sevinçle:

“–Söyle ey delikanlı!” dedi.

Halkın meczup gördüğü, ancak hakîkatte ârif biri olan genç, günah hastalığının ilâcını şöyle târif etti:

“–On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfar yaprağı al! Bunları kalp havanına koy! Tevhîd tokmağı ile döv! İnsaf eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk ve nedâmet fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”

Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve:

“–Senin gibi âriflere mecnun diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..” dedi.

  • Daima Tevbe ve İstiğfar Edin

Hâsılı, hatâ işlemekten sâlim olmayan insanoğlunun, tevbe ve istiğfârı hiçbir zaman dilinden düşürmemesi, niyetini de amel-i sâlihlerle tescil ve takviye etmesi zarûrîdir. İstiğfarlar ve amel-i sâlihler, Allâh’a kul olmanın bir îcâbıdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Ey insanlar! Allâh’ın vaadi gerçektir, sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allâh hakkında sizi kandırmasın!” (Fâtır, 5)

Nefs ve şeytana uyarak tevbeyi ömrün sonlarına bırakmak, âkıbeti hüsrân olan en büyük bir aldanıştır. O hâlde tevbe ve istiğfarda acele etmek, samîmî olmak ve amel-i sâlihlerle istikâmetlenmek îcâb eder. Bu hâl, kulu belâ ve musîbetlerden muhâfaza ettiği gibi, ilâhî lûtuf ve nîmetlere de nâil kılar.

Dipnotlar:

[1] Deylemî, el-Firdevs bi-Me’sûri’l-Hitâb, Beyrut 1986, I, 136.

[2] Bkz. Müslim, Cennet, 83; Münâvî, V, 663.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

TEVBE VE İSTİĞFAR

Tevbe ve İstiğfar

PEYGAMBER EFENDİMİZ HER GÜN NEDEN İSTİĞFAR EDERDİ?

Peygamber Efendimiz Her Gün Neden İstiğfar Ederdi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.