Talâk Suresi 3. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Talâk Suresi 3. ayeti ne anlatıyor? Talâk Suresi 3. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Talâk Suresi 3. Ayetinin Arapçası:

وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَهُوَ حَسْبُهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بَالِغُ اَمْرِه۪ۜ قَدْ جَعَلَ اللّٰهُ لِكُلِّ شَيْءٍ قَدْرًا

Talâk Suresi 3. Ayetinin Meali (Anlamı):

Onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a güvenip dayanırsa Allah ona yeter. Allah buyruğunu mutlaka gerçekleştirir. Allah, her şey için belli bir ölçü koymuştur.

Talâk Suresi 3. Ayetinin Tefsiri:

Allah Teâlâ, diğer peygamberlere “Ya İbrâhim!”, “Ya Mûsâ!”, “Ya İsa!” gibi isimleriyle hitap ederken, Peygamberimiz (s.a.s.)’e “Ey Nebî!”, “Ey Rasûl!” şeklinde hitap buyurur. Bununla hem Allah Resûlü (s.a.s.)’in kendi katındaki derecesinin yüksekliğini haber verir, hem de mü’minlere Peygamberlerine nasıl saygılı bir hitapta bulunacaklarını öğretir.

Âyet-i kerîmede önce Efendimiz (s.a.s.)’e hitap edildiği halde, hemen peşinden çoğul sîgasıyla “boşadığınız zaman” buyrularak hitap bütün mü’minlere çevrilir. Çünkü bahsedilen husus, sadece Resûlullah (s.a.s.)’i değil, böyle bir problem yaşayan herkesi alakadar etmektedir.

اَلطَّلَاقُ (talâk) lügatte “serbest bırakmak, bir bağı çözmek, bağlı bulunanı salıvermek” mânalarına gelir. Dinî mânada ise nikâh bağını çözüp kadını serbest bırakmaktır; daha açık bir ifadeyle “boşamak”tır. İslâm, boşanmayı helâllerin Allah’a en az hoş geleni olarak kabul etmekle beraber, çeşitli sebeplerle şiddetli geçimsizlik yaşayan eşlere, bir çıkış yolu olarak meşrû kılmış ve onun şartlarını da beyân etmiştir. Nitekim Bakara sûresi 226-242. âyetlerde bu hususa genişçe yer verilir. Ayrıca Ahzâb sûresi 49. âyette de meselenin bir yönüne temas edilir. Talâk sûresindeki bu âyet-i kerîmelerde ise boşanma ile alakalı şu hükümler yer alır:

Birincisi; kadınlarını boşamak isteyen erkekler, onları âdetten temizlendikten sonra temizlik sürelerinin başında, henüz onlarla cinsî münasebette bulunmadan önce boşamalıdırlar. (bk. Buhârî, Talâk 2; Müslim, Talâk 1) Bekleme süresini dikkatlice saymalı, iyice hesap etmelidirler. Bu üç hayız veya üç temizlenme müddetidir. Bu müddet içinde -ric’î talâkta- koca karısına yeni bir nikâh ve mehir gerekmeksizin dönebilir. Bu süre dolduktan sonra boşanma kesinleşir.

İkincisi; henüz bekleme süreleri tamamlanmadan o kadınları, kendileriyle birlikte oturdukları evlerinden çıkarmamalıdırlar. Kadınlar da evi terk edip gitmemelidir. Ancak kötü bir iş, çirkin bir davranış, zinâ veya hırsızlık gibi büyük bir günah, öldürmeye kastetme veya ana-babaya hakaret gibi fahiş bir hata söz konusu olursa evden çıkarılırlar. Bunlar Allah’ın belirlediği sınırlar olup bunlara riâyet etmek gerekir. “Bilemezsin, belki de Allah bundan sonra yeni bir durum meydana getiriverir” (Talâk 65/1) buyruğuna göre; bu süre içinde pişmanlık belirebilir. Akl-ı selim hâkim olabilir. Yuva yıkmanın acı sonuçları daha yakından hissedilerek nefretin yerini sevgi alabilir. Böylece evlilik daha sağlam bir şekilde yeniden tesis edilebilir.

Üçüncüsü; kadınlarının bekleme süreleri tamamlanmaya yaklaşan kocalar, ya eşlerine güzellikle,  meşrû çerçeve içinde ve haklarına riâyet ederek dönüp evliliği devam ettirirler. Ya da meşrû çerçeve içinde ve güzellikle onlardan ayrılırlar. Onları askıda bırakmaya hakları yoktur.

Dördüncüsü; hanımlarına döndüklerini veya onlardan ayrıldıklarını iki adil şâhitle tespit etmelidirler. Şâhitlik için çağrılan kişiler de, Allah için şâhitliği dürüst yapmalıdırlar. Dört mezhep imamı görüş birliği içinde şâhit tutmanın vacip değil, mendup olduğunu söylemiş; bunu çıkacak anlaşmazlıkların çözümünde hikmetli bir tavsiye olarak kabul etmişlerdir.

Beşincisi; boşanma ile alakalı verilen bu öğütleri yerine getirmede Allah’tan korkmalıdır. Allah’tan korkarak bu şekilde davranan bir kimse için Allah elbette bir çıkış yolu nasip eder. Dolayısıyla buradan, Allah’tan korkmadan bu hususlarda dilediği gibi davranan bir kimsenin önüne, Allah’ın birçok zorluklar çıkaracağı ve onun bir çıkış yolu bulamayacağı anlaşılabilir.

Resûlullah (s.a.s.) bir gün:

“–Ben bir âyet biliyorum. Şâyet insanları onu tutsalardı hepsine yeterdi” buyurmuştu.

Ashâb-ı kirâm (r.a.):

“–Ey Allah’ın Rasûlü, bu hangi âyettir?” dediler.

Resûl-i Ekrem (s.a.s.):

“...Kim Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakınırsa, Allah zorluklar karşısında ona bir çıkış kapısı açar” (Talâk 65/2) âyetini tilâvet buyurdu. (İbn Mâce, Zühd 24)

Diğer taraftan Allah, kendi emrine uygun davranan kullarını ummadıkları yerden rızıklandırma sözü vermektedir. Bu söz mühimdir. Çünkü boşadığı kadını bekleme süresi boyunca evinde tutması, onun nafakasını vermesi, ayrılırken kalan mehrini tamamlaması ve gücü yetiyorsa ona bir şeyler vermesi, elbette kocaya mali bir yük getirecektir. Karısını boşayan bir erkeğin ondan hoşnut olmadığı da bir gerçektir. Bu bakımdan hâlâ onun için birtakım harcamalar yapması kocanın zoruna gidebilir. Özellikle maddi yönden sıkışık olan bir kimse için bu çok daha zordur. Fakat Allah’tan korkan bir kimse tüm bunlara katlanmalıdır. Çünkü, onun kalbi dar olabilirse de, Allah’ın rızk veren eli dar değildir. Kim O’nun emrine uyup, mal harcamak durumunda kalırsa, Allah o kimseye hiç tahmin edemeyeceği bir yerden karşılığını verir. Çünkü O, ne dilerse onu yapma, yerine getirme gücüne sahiptir. Hiçbir güç, O’nun, muradını yerine getirmesine engel olamaz.

Her hususta Allah Teâlâ’ya güvenip dayanmanın ne türlü hayırlı sonuçlara vesile olduğunu Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle haber verir:

“Eğer siz gereği gibi Allah’a güvenip dayansanız, Allah Teâlâ, sabahları boş kursakla çıkıp akşamları dolu kursakla dönen kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırır.” (Tirmizî, Zühd 33; İbn Mâce, Zühd 14)

Âyetlerde belirtilen bir diğer nokta şudur:

Allah, her şey için belli bir ölçü koymuştur. O göklere, yere, tüm varlıklara bir ölçü koyduğu gibi, insanların yapacakları işlere de bir ölçü getirmiştir. Allah’ın nizamında ölçüsüz hiçbir şey yoktur. Aynı şekilde Yüce Rabbimiz boşamaya, bekleme süresine, kadına geri dönmeye, üzüntüye, sevince, rızka ve her şeye bir ölçü koymuştur. Nitekim kadınların bekleme sürelerini de âdetli, âdetsiz, hamile olup olmadıklarına göre bir ölçüye göre takdir etmiştir. Bunu haber vermek üzere şöyle buyuruyor:

Talâk Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Talâk Suresi 3. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.