Kur'ân-ı Kerîm İslâm dininin temel kaynağıdır.
Mânevî eğitim, oturma işi değildir. Bilâkis o, yüksek bir enerji gerektirir. Sohbetçi, çevresine hayranlık veren bir İslâm şahsiyeti, sağlam bir karakter ve güçlü bir rûhâniyet tevzî etmelidir. Bunun için de en başta sohbetçinin kalbi, müsbet enerjiyle dolu olmalıdır. Aksi hâlde sohbet, dört duvar arasındaki kuru bir beraberlikten öteye geçemez.
“Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” konusu [1], genelde ümmetin, özelde milletimizin inanç ve toplumsal birlikteliği hakkında içtenlikli özeleştirilere ve yeni açılımlara vesile olabilecek niteliktedir. Bu noktadan hareketle bu kez vahdet toplumunun ya da toplumda birliğin zararlıları üzerinde bir değerlendirme yapma ihtiyacı duyulmuştur.
Cenâb-ı Hakk'ın ilâhi af ve mağfiret deryâsına tâlip mü'min bir yüreğin, her hâlükârda taşıması gereken bir fazîlet... Yani kendisine nâhoş hareket ve işlere aynıyla değil, bilâkis İslâm'ın gerektirdiği bir güzellik içerisinde mukâbelede bulunmak...
İslâm’ın bir de ahlâk boyutu vardır ki, o da ferdî ve ictimâî hayata derinlik ve kıvam kazandırır.
Bir kimse hakkında doğru bir kanaat sahibi olmak için, onun fiillerine, beşerî münâsebetlerine ve muâmelâtına da bakmak gerekir.
İslâm, mü’minlere dîne ve dünyaya âit bütün işlerde taassub ve ifrat göstermeyerek tahammüllü olmayı emrediyor. Hain veyahut muhârib olmamak şartıyla isterse gayr-i müslim olsun herkese karşı rıfk ile muâmeleye teşvikte bulunur.
Bugün maalesef lüks, israf, oburluk, güç gösterisi ve nefsânî ihtirasların arttığı bir devredeyiz. Hâlbuki oruç ibadeti bizlere, fânî nîmetlerin bir gün tamamen elinden alınacağı bir âhiret yolcusu olduğumuzu hatırlatarak, nefsânî zevklere takılıp kalmamayı, helâlleri bile asgarî seviyede kullanıp kifâyet miktârıyla yetinmeyi ve dünyevî imkânları âhiret sermâyesi kılma firâsetini telkin eder.
Tasavvufî usûl ve esasların menşei; rûhu; Kur'ân ve hadislerde mevcûd olan nebevî faâliyetin; her zaman ve mekânda devam ettirilmesinden ibârettir. Meşâyıh zümresi ve onların kesintisiz devâm etme gerçeğinin kaynağı da bu îcâb ve ihtiyaçtır.
İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)
...Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.
“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.
İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)
Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.
Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)
Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.
Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)
Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.
İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.
İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.