Şuarâ Suresi 127. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Şuarâ Suresi 127. ayeti ne anlatıyor? Şuarâ Suresi 127. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Şuarâ Suresi 127. Ayetinin Arapçası:

وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ

Şuarâ Suresi 127. Ayetinin Meali (Anlamı):

“Ben tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretimi verecek olan, ancak Âlemlerin Rabbi Allah’tır.”

Şuarâ Suresi 127. Ayetinin Tefsiri:

Dördüncü kıssa, Âd kavminin kıssasıdır. Onlara Hz. Hûd peygamber gönderildi. Hûd (a.s.) doğru ve güvenilir bir insandı. Diğer peygamberler gibi o da tebliğine karşı bir ücret talep etmedi. Mükâfatını sadece Allah Teâlâ’dan bekleyerek gece gündüz tebliğ vazifesine devam etti. Kavminin bozuk hal ve davranışlarını ıslah etmeye çalıştı. Burada bahsedildiği üzere hususiyle şu üç nokta üzerinde durdu:

  Âd kavmi büyük yolların yanında bulunan yüksek tepelere, ihtiyaç için değil, sadece övünmek ve gösteriş için; ihtişam, servet ve kuvvetlerinin bir tezâhürü olarak işaretler, yüksek binâlar yapıyorlardı. Gelip gidenleri bu yüksek noktalardan kontrol ediyor, onlarla oynuyor, alay ediyorlardı.

  Dünyada ebedî kalacakmış gibi sapasağlam evler, köşkler, kaleler, su sarnıçları ve barajlar yapıyorlardı. Her türlü fizikî, mâlî ve zihnî imkânlarını bu uğurda harcıyorlardı. Hayatta lüks ve zevkten başka bir düşünceleri yoktu. Ölümü akıllarına bile getirmiyor, hiçbir âhiret endişesi taşımıyorlardı.

  İyice zorbalaşmışlar; kalplerinde fakir, zayıf ve yoksullara karşı hiçbir merhamet duygusu kalmamıştı. İnsanlıktan tamâmen uzaklaşmışlardı. Güçleri yettiği herkesi, özellikle zayıf ve güçsüzleri eziyor, dövüyor, öldürüyor, onlara her türlü barbarlığı revâ görüyorlardı.

İşte Hz. Hûd, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine ihsan ettiği bunca nimetleri hatırlatarak onları Allah’a karşı gelmekten sakındırdı. Azgınlık ve kötülükleri terk edip Allah’a kul olmaya çağırdı. Davetini kabul edip küfür, isyan ve inatlarından vazgeçmedikleri takdirde başlarına korkunç bir felaketin geleceğini ve büyük bir günün azabına uğrayacaklarını söyledi.

Fakat azgın kavim Hz. Hûd’un ikaz ve irşatlarına aldırış etmediler:

Şuarâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Şuarâ Suresi 127. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.