Şuarâ Suresi 120. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Şuarâ Suresi 120. ayeti ne anlatıyor? Şuarâ Suresi 120. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Şuarâ Suresi 120. Ayetinin Arapçası:

ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ

Şuarâ Suresi 120. Ayetinin Meali (Anlamı):

Sonra da geride kalan bütün inkârcıları suda boğduk.

Şuarâ Suresi 120. Ayetinin Tefsiri:

Peygamberlere ilk olarak iman eden kimseler hep toplumun fakir ve zayıf kimseleri olmuştur. Hz. Nûh için de aynı durum geçerlidir. Maddi imkânları yerinde olan gururlu kimseler, bunu bahane ederek Peygamberlere tâbi olmaktan uzak durmuşlar; o zayıf kimseleri yanlarından uzaklaştırdıkları takdirde iman edeceklerini söylemişlerdir. Nitekim bu âyetlerin indiği dönemde Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ile Mekke kâfirleri arasında aynı şeyler olup bitiyordu. Efendimiz için de benzeri talepler vuku buluyor ve bu hususta çok ciddi ikazlar nâzil oluyordu. (bk. En‘âm 6/52-53; Kehf 18/28) Halbuki peygamberlerin vazifesi, kimin inanıp kimin inanmayacağına karar vermek veya kimi yanlarında tutup kimi uzaklaştıracaklarının hesabını yapmak değil, Allah’ın dinini tebliğ etmek ve hangi kesimden olursa olsun kendilerine inananlara kol kanat gerip müşfikâne bir yolla onların tüm dertleriyle alâkadâr olmaktır. (bk. Hicr 15/88; Abese 80/1-5) Kendini müstağni görüp davete kulak vermeyenleri ise durumuna göre ya kendi haline bırakmak (bk. Abese 80/5-7), ya da onlarla en güzel yollarla mücâdele etmektir. (bk. Nahl 16/125) Bu sebeple Hz. Nûh, o zayıf kimseleri yanından kovmasının mümkün olmadığını, onların hesaplarının Allah’a ait olduğunu söylemekle yetinmiştir. Kavminin taşlayıp öldürme tehditlerine karşı da Allah’a sığınmış, artık kavmi ile arasında hükmünü vermesini istemiş, yalnız hükmünü verirken kendini ve mü’minleri kurtarmasını niyaz etmiş, neticede Hz. Nûh ve beraberindeki mü’minler kurtulurken azgın kavim suda boğularak helak edilmiştir. (bk. Hûd 11/25-49)

Unutmamak gerekir ki:

Şuarâ Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Şuarâ Suresi 120. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.