Sözü Dinlenen Alimler ve İdareciler Kimlerdir?

Kur’ân’ın ve sünnetin anlaşılıp yaşanmasında, âlimlerin ve emîrlerin (idarecilerin) rolü vardır. Onların emirleri yalnızca Allah'ın kurallarına bağlılıkları çerçevesinde bizim itaatimizle karşılık bulabilir.

Allah ve Rasûlü, bir konuda açıkça hüküm beyan ettikten sonra, başka bir insanın, bunların yerine hüküm ortaya koyması düşünülemez. Müslümanlar, Allâh’ın ve Rasûlü’nün hükmü dışında hüküm aramazlar ve böyle bir hükümden râzı olmazlar.

Kur’ân’ın ve sünnetin anlaşılıp yaşanmasında, âlimlerin ve emîrlerin (idarecilerin) tartışılmaz bir rolü vardır. Ancak “âlim”, Allâh’ın kitabındaki hükümleri gizleme, eğip bükme, değiştirme, yok sayma hakkına sahip değildir. Aksi hâlde Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok kez tenkid ve tehdid ettiği Ehl-i Kitâb’ın âlimleri derekesine düşülmüş olunur. (Bkz: Âl-i İmrân, 78; en-Nisâ, 46)

İLİM, TAKVAYI ARTIRMALIDIR

İlim, Allâh’ı bilmeyi (mârifeti) ve O’ndan sakınmayı (takvâyı) artırmalıdır. Kişi, sahip olduğu ilim artıkça Allâh’a yaklaşmıyorsa, Allah korusun, o ilim kendisini Allah’tan uzaklaştırıyor demektir. Çünkü tevâzuyu artırmayan ilim, kibri şişirir. Nefsi olgunlaştırmayan ilim, onu azgınlaştırır.

Âlimler, insanların yolunun önüne çıkıp onları, -şeytan misali- sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından kuşatarak saptırmak veya insanların mallarını haksız yere gasbetmek için ilme mazhar olmuş değillerdir. (Bkz: et-Tevbe, 34-35) Ancak bu bilgileri sebebiyle insanların önünde rehberlik yaparken, peşlerinden giden insanları dalâlete sürüklerlerse, onların günahlarını da yüklenmiş olurlar. Âhiretteki cezaları katlanarak artar.

YANLIŞ REHBERLERE UYMAK

İnsanların, cehâletleri veya nefsine hoş gelmesi sebebiyle kötü âlimlerin peşinde sürüklenmesi, yanlışlara düşmesi, kendileri için bir mazeret teşkil etmez. Kitap ve sünnet ortadayken, Allâh’ın dini apaçık belliyken, tutup yanlış birisini rehber kabul eden, sonra da onun peşinde sürüklenip giden insan, Allâh’ın huzuruna da bu yanlış önderi ile getirilir. Nasıl Firavun, dünyada kendisine bağlananlara rehberlik edip onları Kızıldeniz’de helâke sürüklemişse, âhirette de kendisine tâbî olanlara rehberlik edip onları cehenneme sevk edecektir. Yanlış önderlere tâbî olanlar, cehennemde reislerine lânet ve bedduâ edeceklerdir ama nâfile… (el-Ahzâb, 66-68) Onlar da, kendilerinin sadece telkinde bulunduğunu, kimseyi zorla peşlerine düşürmediklerini savunacaklardır, kendilerini aklamak için… Lâkin iş işten geçmiştir artık… Dövünmenin, zamanında aklını kullanmamak sebebiyle pişmanlık göstermenin bir faydası yoktur.

Dinde olmayan hususları “dinmiş gibi” ortaya koyan ya da dînî esasları değiştirip bozan kötü âlimlerin peşinden gitmek, Ehl-i Kitabın haham ve rahiplerini “rabler” kabul etmelerine benzer. Oysa insanlar, tek bir Rabb’e, tek bir ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardır. (Bkz: et-Tevbe, 31)

ALLAH'IN YOLUNDA OLAN İDARECİLERE İTAAT

Bir de emîrler, yani idareciler vardır. Kişinin üstünde, gerek akrabalık, gerek nikâh vb., gerekse siyaseten hükmetme yetkisi olan kimseler… Bir insanın anne-babasından tutun da, eşine, kocasına itaati dâhil olmak üzere, kumandanından devlet başkanına her türlü idareciye itaati de, “Allah ve Rasûlü’ne itaat çerçevesinde” sınırlandırılmıştır. (Bkz: el-Ankebût, 8) Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edene, itaat edilir. Onların koyduğu sınırları çiğneyene itaat etme mecburiyeti kalkmıştır. Allah ve Rasûlü, bir işte hüküm verdiği zaman mü’min erkek ve kadınlar içi o işte seçme hakkı kalkmıştır. (el-Ahzâb, 36)

Mü’min, hayatını, îmanla şekillendiren kimsedir. Boyun bükeceği, huzurunda el-pençe divan duracağı yegâne kudret, Allah’tır. O nihayetsiz kudretiyle, bitmek bilmez saltanatıyla insanların üzerinde “itaatin her türlüsüne” en lâyık olandır. Onun “itaat edin!” diye emrettiklerine, O’nun emrine boyun eğmek için itaat ederiz. O, anne-babaya isyan etmememizi emrettiği için, anne-babaya hürmet ve tazim gösteririz. O, birlik içinde yaşamamızı, tek bir yöneticiyle güçlü, kuvvetli olmamızı; dînin ahkâmını hayata tatbik etmemizi emrettiği için “bizden olan” idarecilere tâbî oluruz. (Bkz: en-Nisa, 59) O idareciler, Allâh’ın ve Rasûlü’nün ahkâmına tâbî oldukları kadar, biz de onlara itaat eder; ondan yüz çevirdikleri nisbette biz de onlardan yüz çeviririz.

Rabbimiz, cümlemizi, rızâsını, hayatının merkezine yerleştiren; kulluğun ve îmanın gereği tertemiz bir hayat yaşayarak huzuruna gelen hakiki mü’minlerden kılsın. Âmin.

Kaynak: Melike Şahin, Şebnem Dergisi, Sayı: 133

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.