Şirkin Kardeşi

Kibir, şirkin kardeşidir! Peki kibrin maddi ve manevi zararları nelerdir?

İnsanın kendini dev aynasında görmesi gibi bir şey, kibir... Olduğundan daha büyük, daha yüce, daha güzel, daha bilgili, daha güçlü-kuvvetli, daha akıllı, daha… Bu “daha”lar o kadar çok ki… Ancak özü ortak: “Ben herkesten üstünüm!”

Kendi âcizliğini görmezden gelip bir kenara bırakarak, geçici birtakım dünyevî unvan, servet ve şöhret gibi vasıfları sahiplenmesi; bunları şahsına izâfe etmesi yüzünden de kendini bunlara sahip olmayan kimselerden üstün gösterme çabası...

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Kibir, hakka râzı olmamak, insanları küçük görmektir.” (Müslim, Îmân, 147; Tirmizî, Birr, 61)

Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri, ne güzel ifade eder:

“Kibir, bele bağlanan taş gibidir. Onunla ne yüzülür ne de uçulur.”

Kendini beğenen nice kimseleri gördük ki, sonu hüsran oldu. Bırakın sizi değerli kılan şeyleri başkaları görsün, beğensin! İnsanlara “Bakın, ben şuyum, buyum!” deme...

Rabbimin sana verdiği, belki birçok kimsede olmayan birtakım kâbiliyetlerin olabilir. Ama eserden Müessir’e git! Yani bunların sana Yaratan tarafından verildiğini, yine O’nun yolunda kullanman gerektiğini bil. Bunlar, istifade etmen ve insanların hizmetinde kullanman için verilmiş birer emanet… Ya hayatın devam ederken bir gün senden geri alınacak ya da ölümle birlikte… Öyleyse bu imkân ve kabiliyetleri, kullanma fırsatın varken hayra kullan. Bunları kötüye kullanmak da elinde, kendine “kibir”, “gurur” sebebi yapıp kendi kendine zarar vermek de… Neticede hiçbirinin sahibi sen değilsin, hepsi muvakkat bir emanet… Bir gün sahibine teslim edeceksin, gönüllü ve müsterih bir şekilde ya da mahcubiyet içinde ve zorla…

Kibrin insanı ne gibi felaketlere götüreceğini görmek istersen tarihe bak: Rivâyete göre, şeytan bir zamanlar “meleklerin hocası” olduğu hâlde kibri yüzünden ne hâllere düştü! Bel’am bin Bâûrâ, Kârun, Nemrud ve Firavun; hep kibirleri yüzünden helâk oldular.

Şeyh Sâdî şöyle der:

“Kendini iyilerden sandıkça kötü olursun. Kişi kendinden üstününü aramayı fırsat bilmelidir. Kendin gibisiyle vaktini ziyan edersin. Kendi benzerlerinin izinde, ancak kendini beğenmişler yürür.

Büyüklük; gösteriş ve lâfla olmaz. Yücelik dâvâ ve kuruntu ile elde edilmez. Tevâzu yüceliği artırır. Fakat gurur seni toprağa serer. Sen kendinden bahsetme ki, seni başkaları övsün. Kendini övdüğün takdirde, bunu başkalarından bekleme! Geçmişlerin iyiliklerini an ki, senin de adını gelecekte ansınlar. Kıyısı görünmeyen bir suda yüzücünün gururu işe yaramaz.

İlim silah gibidir, düşman elinde zararı, dost elinde faydası olur. Yani ilim kibirlinin kibrini, tevâzu ehlinin tevâzuunu artırır.”

KİBİR, ŞİRKİN KARDEŞİDİR

Kibrin her çeşidi kötüdür. Maddî nimetlerle övünmek kötü olduğu gibi, mânevî lûtuf, ikram ve meziyetlerle gurura kapılmak da böyledir. Meselâ ilminin çokluğu ve derinliğiyle övünenler, büyük bir felaket içindedir. İmâm-ı Gazâlî’nin buyurduğu gibi; “Âlimin âfeti, kendini büyük görmesidir.”

Aynı şekilde çok ve sürekli ibadet yaptığını düşünerek kendisini üstün gören insanın durumu da acınacak bir durumdur. Zira böyle bir âbidin kibirden kurtulmasının çok zor olduğu söylenmiştir.

İnsanın soyu, mensup olduğu ırkı ve milliyeti ile kuru kuruya övünmesi de ahmaklıktır. Bir kimsenin kendisi iyi değilse, bütün dünya onun akrabası olsa ne çıkar?!

Güzellik, insanda kalıcı değildir. Geçici şeyle kibirlenmek, başka bir ahmaklık çeşididir. Kibirli kimsenin güzelliği, gübrelikte biten gül gibidir.

Güç ve kuvvet ile kibirlenmek, câhilliktir. Çünkü muhtelif hayvanların kuvvetleri insanlardan daha fazladır.

Servet ve mal-mülkün çokluğu insanı kibre götürüyorsa, bilmelidir ki, bu toprakta nice mağrur kral, sultan, padişah yatmaktadır! Hani onlardan geriye kalanlar?

Unutmamalıdır ki, kibir, şirkin kardeşidir! Ahmed b. Hanbel Hazretleri’nin buyurduğu gibi, “Kibir taşıyan kafada, akıl bulamazsın.”

* * *

Osmanlı tarihinde hemen hemen bütün padişahlar tasavvuf terbiyesi almış, derviş meşrep bir ahlâka sahip olmuşlardır. Bir taraftan cihana hükmetmişler, diğer taraftan ilim, edebiyat ve sanatın muhtelif dallarıyla ilgilenmişler, zaman zaman da insanların arasına katılarak onların hâllerine ve ihtiyaçlarına vâkıf olmaya çalışmışlardır.

Sultan 2. Murad, vezirleriyle ilim ve tevâzu üzerine konuşurlarken, âlimler ve dervişler arasındaki farkın ne olduğu gündeme gelmiş. Vezirlerden bir tanesi:

“-Padişahım, bu iş konuşmakla olmaz. Gidelim, yerinde tahkik edelim!” demiş.

Tebdîl-i kıyâfet, âlimlerin meclislerini ziyarete gitmişler. Toplantının yapılacağı evin kapısında beklemeye başlamışlar. Vezir içeri girmek isteyen âlimlerden birine yaklaşmış:

“-Efendim, kusura bakmayın. Biz Anadolu’dan geldik. «En bilgili âlim kim?» diye merak ediyoruz. Bize yardımcı olabilir misiniz?” demiş.

Soruyu duyan âlim, tanımadığı veziri tepeden aşağı süzdükten sonra, büyük bir gurur âbidesi gibi:

“-En büyük âlimin ben olduğumu söylüyorlar!” deyip içeri girmiş. Biraz sonra ikinci âlim gelmiş, o da benzer bir cevap vermiş. Üçüncüsü, “Beni nasıl tanımazsınız!” dercesine bir tavırla soruyu cevaplamaya bile tenezzül etmemiş.

Padişah onların hâllerine çok üzülmüş. Derken aynı mekâna dervişler gelmeye başlamış. Boynu bükük, mazlum görünüşte vezir, bu kez onlara:

“-İçinizde en müttakî (takvâ sahibi, dindar) olan kim?” diye sormuş.

İlk gelen derviş:

“-Arkamdan gelen en üstünümüzdür.” demiş ve içeri girmiş. Sonraki derviş, boynu bükük, zikir hâlinde:

“-Biz kimiz ki… Arkamdaki en müttakî zâttır!” diye cevap vermiş. Üçüncü gelen ise:

“-Hepsi benden önce içeriye girdiler! Onlar deryadır, ben günahkâr bir dervişim!” demekle yetinmiş.

Bu cevaplar üzerine padişahın yüzü gülmüş.

Velhâsıl ilim, ibadet ve zikir gibi mânevî nasipler de insanın tevâzuunu ve Allâh’a yakınlığını artırmıyorsa, onun Allah’tan uzaklaşmasına sebep olabilir.

Rivâyet edilir ki, Hazret-i Mûsâ, Cenâb-ı Hakk’a:

“-Yâ Rabbi! Sana insanların en sevimsizi hangisidir?” diye sorar. Cenâb-ı Hak da:

“-Kalbi kibirli, dili sert ve kaba, îmânı zayıf ve eli sıkı (cimri) olan kimselerdir!” buyurur.

Kaynak: Elif Mencet, Altınoluk Dergisi, Ekim-2022, Sayı: 440

İslam ve İhsan

KİBİR NEDİR? KİBİRLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Kibir Nedir? Kibirle İlgili Ayet ve Hadisler

TEVAZU VE KİBİR İLE İLGİLİ HADİSLER

Tevazu ve Kibir ile İlgili Hadisler

KİBİR VE GURURUN ZARARLARI

Kibir ve Gururun Zararları

KİBİR NASIL BİR ZEHİR?

Kibir Nasıl Bir Zehir?

KİBİRLİYE KİBİR GÖSTERMEK SADAKADIR

Kibirliye Kibir Göstermek Sadakadır

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.