Sinan Paşa Kimdir?

Osmanlı âlimi, mutasavvıf ve devlet adamı, Türk nesir üslûbunun kurucusu.(ö. 891/1486) Asıl adı Yûsuf’tur. El yazısıyla bir fetvası altındaki “Yûsuf b. Hızır b. Celâleddin” imzası (Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, lv. 1) babasının İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey, dedesinin Sivrihisar Kadısı Celâleddin Efendi olduğunu göstermektedir. Annesi Osmanlı âlimlerinden Molla Yegân’ın kızıdır. Doğum tarihi ve yeri hakkında kaynaklar farklı bilgiler vermektedir.

Çağdaşı kaynaklardan Mecdî doğumu için 16 Receb 844 (11 Aralık 1440) tarihini zikreder. Tazarru‘nâme’nin yazma nüshalarından birinin sonunda Ebüssuûd Efendi’nin kalemiyle yazılmış tercüme-i hâlini gördüğünü söyleyen Recâizâde Mahmud Ekrem’in Kudemâdan Birkaç Şâir (s. 9) adlı eseriyle diğer bazı kitaplarda ise 841 (1437) yılında doğduğu kaydedilmektedir. Eserleri üzerinde çalışan Mertol Tulum ile Emine Gürsoy Naskali doğum yılının 845 (1441) olduğunu belirtir. Hoca Sâdeddin ve Bursalı Mehmed Tâhir onu Bursalı gösterirken İsmail Hakkı Uzunçarşılı Sivrihisar veya Bursa’da doğduğunu söylemekte, Fâik Reşad ise İstanbul’da dünyaya geldiğini ifade etmektedir (Eslâf, s. 53).

İLMÎ SOHBETLERDEN İSTİFADE ETTİ

Fâtih Sultan Mehmed, Hızır Bey’i 1453’te kadı olarak İstanbul’a davet ettiğinde oğlu Sinâneddin Yûsuf on üç-on dört yaşlarındaydı. Burada dedesi Molla Yegân’ın meclisine devam eden Molla Hüsrev, Molla Gürânî, Molla Kırîmî, Hocazâde Muslihuddin ve Kestelî gibi devrin büyük ulemâsı ile tanıştı. Ali Kuşçu’nun da öğrencisi olan Sinan Paşa, babasının muhitindeki ilmî sohbetlerden istifade ederek genç yaşta edindiği geniş bilgisiyle dikkat çekti. Latîfî ve ondan naklen Kınalızâde Hasan Çelebi tezkirelerindeki, “Henüz bâliğ olmadan belîğ olup ve minber-i va‘za çıkıp halka emr-i ma‘rûf ve nehy-i münker eder idi” şeklindeki kaydı bunu göstermektedir.

Sinan Paşa babasının 863’te (1459) ölümü üzerine Fâtih tarafından Edirne’de bir medreseye, ardından II. Murad’ın yaptırdığı dârülhadise müderris tayin edildi. Fâtih’in teveccühünü kazandığında “hâce-i sultânî” lakabıyla padişah hocalığına ve Sahn müderrisliğine getirildi. Devlet işlerinde de hocasından faydalanmak arzusuyla Fâtih Sultan Mehmed 875’te (1470) ona vezâret rütbesi verdi. Paşa unvanı buradan kaynaklanmaktadır. Mecdî, Sinan Paşa’nın 881’de (1477) Gedik Ahmed Paşa’nın azli üzerine vezîriâzamlığa getirildiğini, fakat aynı yıl bilinmeyen bir sebeple azledildiğini söyler (Şekāik Tercümesi, s. 194). Latîfî’nin ifadelerinden görevinden kendi iradesiyle ayrıldığını anlamak mümkünse de (Tezkire, s. 193) azilden sonra hapsedilmesi üzerine İstanbul ulemâsı toplu halde padişaha müracaat edip Sinan Paşa hapisten çıkarılmazsa bütün kitaplarını yakarak Osmanlı topraklarını terkedeceklerini bildirmeleri aksini düşündürmektedir.

Bunun üzerine Sinan Paşa hapisten çıkarılıp Sivrihisar kadılığı ve müderrisliği vazifesiyle İstanbul’dan uzaklaştırıldı ve Fâtih’in ölümüne kadar orada kaldı. Ancak Sinan Paşa yaşadıklarını bir haksızlık olarak değerlendirdi ve Tezkiretü’l-evliyâ’sında bunu üstü kapalı şekilde sık sık dile getirdi.

Ayrıca Maârifnâme’sindeki ifadelerden gözden düşmesinde kendisini çekemeyenlerin etkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır (s. 254-255). II. Bayezid tahta geçince (886/ 1481) Sinan Paşa’ya vezirlik rütbesi iade edildi, ayrıca 100 akçe yevmiye ile Edirne Dârülhadisi müderrisliğine getirildi. Buradayken Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin Şerĥu’l-Mevâķıf’ının “Cevâhir” bahsine bir hâşiye yazdığı gibi Türkçe eserlerini de bu tarihten sonra kaleme aldığı bilinmektedir.

MÜKEMMEL BİR HATİP VE TARTIŞMACI

Sinan Paşa, Mecdî’nin kaydına göre 24 Safer 891’de (1 Mart 1486) İstanbul’da vefat etti. Hoca Sâdeddin aynı yıl Edirne’de öldüğünü söyler. Kâtib Çelebi de aynı bilgiyi verir. Abdülkadir Erdoğan, “Paşanın mezarı Eyüp’te meşhur Samsunlu Hasan Efendi’nin kabri yanındadır” şeklinde kabri bizzat görmüş olduğu intibaını verecek bir ifade kullanırken (Fatih Mehmed Devrinde İstanbul’da Bir Türk Mütefekkiri Şeyh Vefa, s. 14) Mertol Tulum da belediye mezarlıklar tasnif komisyonu üyesi Mesut Koman’dan aldığı bilgiye göre Sinan Paşa ile ailesi kabirlerinin ve mezar taşlarının mevcut olduğunu ve muhafaza altında bulunduğunu belirtmektedir.

Çok zeki olduğu, daha gençken felsefeye merak sardığı için babası tarafından azarlandığı bilinen Sinan Paşa mükemmel bir hatip ve tartışmacı olarak Fâtih’in huzurunda yapılan ilmî münazaralarda takdir toplamıştır.

Hoca Sâdeddin ayrıca II. Bayezid döneminde tasavvufa yöneldiğini, “Husûsen Muslihuddin Mustafa Şeyh İbnülvefâ’ya mezîd itikad ü irtibatı var idi” diyerek (Tâcü’t-tevârîh, II, 499) belirtir. Başta Molla Lutfi, Mîrim Çelebi, Sarıgörez Nûreddin Efendi olmak üzere öğrencileri arasında ünlü âlimler vardır.

Sinan Paşa, bilhassa nesirdeki başarısı ve secili üslûbu ile eşine az rastlanan bir müelliftir. Riyâziye, hey’et, fıkıh ve kelâm mevzularında Arapça olarak yazdığı risâlelerinin çoğunu Fâtih Sultan Mehmed devrinde kaleme almıştır. Din, tasavvuf, ahlâk ve evliya menkıbeleri konularındaki Türkçe eserleri ise II. Bayezid devrine yani olgunluk dönemine rastlar.

SİNAN PAŞA'NIN ESERLERİ

Türkçe eserleri şöyledir:

1. Tazarru‘nâme

Esas itibariyle mensur olmakla birlikte içinde yer yer manzumelerin de bulunduğu bu eser müellifin Türkçe kitaplarının ilki ve en ünlüsüdür. Tazarru‘ât-ı Sinan Paşa, Darâ‘atnâme gibi isimlerle de anılır.

Sinan Paşa, Maârifnâme’nin “Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” bölümünde Tazarru‘nâme’den bahsederken tedrîsten artakalan zamanını boş geçirmeyip birkaç ay içerisinde bu eseri meydana getirdiğini, Hakk’ın övgüsünde aklına gelenleri yazdığını, konusunun da, “Esası usûl-i meşâyih-i hakîkat üzerine vuruluptur ve binası kavâid-i ehl-i tarîkat üzerine konuluptur” cümleleriyle tasavvufî bir mahiyet taşıdığını belirtir.

Bütünüyle mensur bir münâcât sayılabilecek olan eserde paşa dünyadan âhirete kadar süren uzun yolculukta önce Hak’tan lutuf, sonra peygamberlerden, Hz. Muhammed’in âl ve ashabından, dört imamdan ve tarikat ehlinden mânevî yardım dilemekte, öldükten sonra kitabını okuyacaklardan rahmet ve Fâtiha istemektedir. Yer yer hikâyeler, kıssalar ve nasihatlerle bezenmiş eserin kütüphanelerde bulunan yazmalarının çokluğu büyük bir rağbet gördüğünü düşündürmektedir. Eserin ilmî neşrini Mertol Tulum gerçekleştirmiştir (Ankara 2001).

Sinan Paşa üç dilin unsurlarının özellikleriyle yazdığı bu eserinde kuvvetli, âhenkli ve tabii bir üslûp kullanmıştır. Yoğun secilerle süslediği nesrinde kafiye başta olmak üzere nazmın birçok özelliğini nesre taşımıştır. Tazarru‘nâme, klasik edebiyatta süslü nesir çığrını açan ilk eser olup “Sinan Paşa üslûbu” diye bilinen üslûbu da beraberinde getirmiştir. Eserde müellifin inşâ kabiliyetinin yanı sıra dinî, mânevî ve fennî ilimlerdeki bilgisi de ortaya konulmuştur.

2. Maârifnâme

Sinan Paşa’nın ahlâka dair yazmış olduğu bu ikinci mensur eser Nasîhatnâme ve Ahlâknâme adlarıyla da anılır (Osmanlı Müellifleri, II, 223).

Kitabın yazılış sebebinin belirtildiği “… gâh dünyanın fenâsından şikâyetler edem ve gâh nefsin mekrlerinden hikâyetler edem, gâh ahlâkın iyilerinden takrir ve gâh hikmet yolundan makālât edem ve gâh tevbîh yüzünden kelimât edem, gâh akl-ı maâştan beyan edem, geh akl-ı meâddan, geh ahlâk-ı fukarâdan söyleyem, geh adl ü dâddan, geh dervişler dilinden bir tûtî-i gûyâ olup şekerler yiyem, geh âşıklar ağzından bir bülbül-i hoş-âvâz olup destân-serâlıklar eyleyem, geh germ olup ârifler makamından haberler verem, geh tenezzül gösterip yine zâhidler makamına inem …” (s. 26) cümleleri aynı zamanda eserin muhtevasını ortaya koymaktadır.

Secili bir üslûp ve parlak bir nesir örneği olarak hikmetler ve nasihatlerle bezenmiş olan eser İslâm ahlâkının esaslarını öğretmeyi hedef almakla beraber içinde filozofların, özellikle Eflâtun’un nasihatlerinden de nakiller vardır. Eserin bir önsözle birlikte faksimile baskısı İsmail Hikmet Ertaylan tarafından yapılmıştır (Maarifnâme, İstanbul 1961).

3. Tezkiretü’l-evliyâ

Yirmi sekiz evliyanın menâkıbından meydana gelmiştir. Maârifnâme’nin sonunda, “Çün söz buraya geldi, bu cildi bunda tamam edelim. İnşaallah cild-i âharda Tezkiretü’l-evliyâ’ya ihtimam edelim” demesinden müellifin Maârifnâme’den sonra bu eserine başladığı anlaşılmaktadır. Sinan Paşa eserinde Ferîdüddin Attâr’dan sonra yaşamış olan birkaç velînin menkıbelerinden de bahsedeceğini söylemesine rağmen bu eklemeleri yapmadan tezkireyi tamamlamıştır. Eserin ilmî neşri Emine Gürsoy Naskali tarafından gerçekleştirilmiştir (Ankara 1987).

ARAPÇA ESERLERİ

Sinan Paşa’nın Arapça eserleri bazı medrese kitaplarının şerhlerine yaptığı hâşiyelerden oluşur. Çoğu küçük risâleler halinde olan bu çalışmalar şöylece sıralanabilir:

1. Ĥâşiye alâ Şerĥi’l-Mülaħħaś. Çağmînî’nin el-Mülaħħaś fi’l-heyǿe adlı eserine Kadızâde-i Rûmî’nin yaptığı şerhin hâşiyesidir (Akseki İlçe Halk Ktp., nr. 302, vr. 107b-194b).

2. Risâle fi’z-zâviyeti’l-ĥâdde iźâ füriżat ĥareketü eĥadi đılayhâ taĥśulü zâviye münferice. Ali Kuşçu’nun Fâtih’in huzurunda bilmece tarzında sorduğu hendeseyle ilgili bir meseleye Sinan Paşa’nın verdiği cevaptır (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1465, vr. 89-90).

3. Ĥâşiye alâ Şerĥi’l-Mevâķıf. Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin kelâma dair eserinin hâşiyesidir (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1188, 2071; Hamidiye, nr. 734; İzmirli, nr. 115).

4. Fetĥu’l-Fetĥiyye. Ali Kuşçu’nun er-Risâletü’l-Fetĥiyye’sinin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5396/3, vr. 78-188).

5. Burhâneddin el-Mergīnânî’nin el-Hidâye’sinin tahâret bahsine dair risâlesi (Osmanlı Müellifleri, II, 223).

6. Kādî Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-teǿvîl adlı tefsirine hâşiye (Nuruosmaniye Ktp., nr. 500).

7. Ĥâşiye alâ Śadrişşerîa ale’l-Viķāye (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 53, 84, vr. 10-19). 8. Risâle fî cevâbi Kestelî Ǿammâ isteşkelehû min Şerĥi’l-Mevâķıf.

Mevâķıf şerhinde müşkül bulduğu bir mesele hakkında Kestelî’ye yazdığı cevaptır (Süleymaniye Ktp., Karaçelebizâde Hüsâmeddin, nr. 330, vr. 2-3).

9. Talîķāt alâ Ĥâşiyeti’t-Tecrîd li’s-Seyyidi’ş-Şerîf (Süleymaniye Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 199, vr. 67-69).

10. Risâle fî ĥalli işkâli muaddili meŝîri’l-Uŧârid (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5396, vr. 191a-b).

11. Ecvibe Ǿan iǾtirâżâti’l-Ķasŧallânî fi’l-cüzǿilleźî lâ yetecezzâ (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600, vr. 92a-b).

Kaynak: Aylin Koç, Diyanet İslam Ansiklopedisi

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.