Şefkat ve Merhamet Peygamberi

Peygamber Efendimiz’in şefkat ve merhameti nasıldı?

Peygamberimizin merhameti, bütün mahlûkâta şâmildi. Bir çocuk gördüğünde, yüzünü neşe ve muhabbet kaplar, ashâbın çocuklarını kolları arasına alır, okşardı. Çocuklara rastladıkça selâm verirdi. Onları çok sever, zaman zaman şakalaşırdı. Hattâ bir defâsında yarış yapan bir çocuk grubu görmüş, onlarla beraber O da koşmuştu.

PEYGAMBERİMİZİN ŞEFKAT VE MERHAMETİ

O Rahmeten li’l-Âlemîn, devesinde iken çocuklarla karşılaştığında onları hoşnûd etmek için devesine bindirir, alâka gösterirdi. O’nun bu husûsiyetini Enes (r.a.) şöyle ifâde eder:

“Ben ev halkına Resûlullah’tan daha şefkatli olan bir kimse görmedim. Oğlu İbrâhim, Medîne’nin köylerinden birinde, sütannesinin yanında bulunuyordu. Fahr-i Kâinât Efendimiz çocuğunu görmeye giderken, biz de yanında giderdik. Allah Resûlü içeri girer, oğlunu alır, öper, sonra dönerdi.” (Müslim, Fedâil, 63)

Hazret-i Ayşe’nin rivâyet ettiğine göre bir defâsında Hazret-i Peygamber, torunlarını severken ziyâretine bir bedevî geldi. Bedevî, Resûlullah’ın çocukları bu derecede sevmesine şaşırarak:

“–Yâ Resûlallâh! Siz çocuklarınızı öpüp sever misiniz? Biz çocuklarımızı öpüp okşamayız.” dedi. Efendimiz de:

“–Allah senin gönlünden merhamet ve şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim!..” diye cevap verdiler. (Buhârî, Edeb, 22)

Bu ifâde, çocuklara karşı İslâm’ın şefkat ve merhametini ne güzel ortaya koymaktadır.

PEYGAMBERİMİZİN YASAKLADIĞI BEDDUA

Hazret-i Peygamber’in, bir dizine Üsâme bin Zeyd’i, diğerine torunu Hasan’ı (r.a.) oturtup sonra da onları bağrına basarak:

“Allâh’ım! Bunlara rahmet ve saâdet ihsân et! Çünkü ben bunların hayır ve saâdetlerini diliyorum.”[1] buyurması ve çocuklara bedduâ etmeyi yasaklaması, gönlündeki engin sevgi, şefkat ve merhametin ne güzel bir tezâhürüdür.

Câbir bin Semure (r.a.) çocukluğuna âit bir hâtırasını şöyle anlatır:

“Ben Rasûlullah ile birlikte öğle namazını kıldım. Sonra Efendimiz âilesinin yanına gitmek üzere çıktı. Ben de O’nunla beraber çıktım. Derken bâzı çocuklar Resûlullâh’ı karşıladılar. Peygamber Efendimiz onların yanaklarını birer birer sıvazlamaya başladı. Sıra bana gelince benim yanağımı da sıvazladı. Onun elinde hoş bir serinlik ve güzel bir koku hissettim. Sanki mübârek elini bir attar sepetinden çıkarmıştı.” (Müslim, Fedâil, 80)

Çocuğu ağladığında annenin zor duruma düşmemesi ve bir an önce ona bakması için namazdaki kıraati kısa tutması[2], pek çok geceyi gözlerinden yaşlar akıtarak ve ümmetine duâlar ederek geçirmesi, bütün ömrünü insanların cehennemden kurtulabilmesi için fedâ etmesi, O’nun şefkatinin en derin ve hassas nişâneleridir.

ÖLÜ İÇİN EN BÜYÜK ENDİŞE

Yine Allah Resûlü’nün merhameti, ölülere kadar uzanırdı.

Ölü için en büyük endişe, onun arkada bıraktığı ve ödeyemeden gittiği kul haklarıdır. Allah Resûlü, cenâze namazı kıldıracağı zaman, mevtânın üzerinde kul hakkı olup olmadığını sorar, ödeninceye kadar cenâze namazını kıldırmazdı. (Buhari, Ferâiz, 4, 15, 25; Müslim, Ferâiz, 14; Tirmizi, Cenâiz, 69/1069; Nesâî, Cenâiz, 67)

ŞEFKAT VE MERHAMET PEYGAMBERİ

Ölülerin kul hakkı ile kabre gitmesi, Allah Resûlü’nü çok endişelendirirdi. Çünkü O, büyük bir şefkat ve merhamet Peygamberi idi. Nitekim daha sonra imkânları genişlediğinde şöyle buyurdu:

“Ben her müʼmine, mutlakâ, dünya ve âhirette insanların en yakınıyım. Dilerseniz şu âyeti okuyun: «O Peygamber, müʼminlere kendi nefislerinden daha evlâdır/yakındır…» (el-Ahzâb, 6) Hangi müʼmin vefat eder de geride bir mal bırakırsa vârisleri onu alsınlar. Borç veya bakıma muhtaç birini bırakmışsa o da bana gelsin, ben onun mevlâsıyım (himâye ve yardım edicisiyim).” (Buhârî, Tefsir 33/1, Kefâlet 5, Ferâiz 4, 15, 25; Müslim, Ferâiz 14)

[1] Buhârî, Edeb, 18; Müslim, Fezâil, 64.

[2] Buhârî, Ezân, 65.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Peygamberi, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN HAYATI

Peygamber Efendimiz’in Hayatı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • çok güzel hadisler

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.