Sakîf Kabilesi Nasıl Müslüman Oldu?

Sakîf kabilesi nasıl Müslüman oldu? Taif ahalisinden Sakîf kabilesinin İslam’a girme şartları ve Müslüman oluşu.

İslâm, Tâif’in her tarafını kuşatıp Sakîfliler hareket edemez ve ticâret yapamaz duruma geldiklerinde Sakîf’in büyükleri bu dar boğazdan kurtulmanın yollarını aramaya başladılar. Bu büyüklerin bir kısmı İslâm’a meyletti. Bunlardan Urve bin Mesut (r.a) Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e kavuşmak için derhal yola çıktı ve Medîne-i Münevvere’ye girmeden kendilerine kavuşup Müslüman olduğunu ilân etti ve Tâif’e döndü. Sakîf’in sevilen reislerinden idi. Onları İslâm’a dâvet etti. Evinin üzerinden onları İslâm’a çağırırken bazı Sakîfliler her taraftan ok yağmuruna tutup onu şehîd ettiler. Vefât ederken kavminden, kendisini Tâif surları kenarındaki Müslüman şehitlerin yanına defnetmelerini talep etti. (İbn-i Hişâm, II, 538)

Lâkin Sakîf’in reisleri vaziyetin zorluğunu hissediyorlardı. Kendilerini ve mallarını emniyete almak için 9. senenin Ramazan’ında Medîne’ye bir heyet gönderdiler. Allah Rasûlü (s.a.v) Tebük’ten dönmüşlerdi.

Rasûlullâh (s.a.v), Sakîf heyetini, kalpleri yumuşasın diye, mescidde misâfir ettiler.[1] Temsilciler, geceleyin okunan Kur’ân-ı Kerîm’i, ashâbın teheccüd namazında okuduğu sûreleri ve Müslümanların beş vakit namazlarında saf oluşlarını seyretmekte idiler.[2]

SAKÎF KABİLESİNİN MÜSLÜMAN OLMA ŞARTLARI

Sakîf heyeti namazdan affedilmeleri şartıyla îmâna gelip itaat edeceklerini bildirdiler. Allah Rasûlü (s.a.v), onların bu tekliflerini:

“Rükûsuz (namazsız) bir dinde hayır yoktur.” diyerek reddettiler. (Ebû Dâvûd, Harâc, 25-26/3026; Ahmed, IV, 218)

Sakîf kabilesi temsilcileri, Allah Rasûlü (s.a.v) ile kendi aralarında gerçekleşen anlaşmayla ilgili barış ve yazı işleri tamamlandığı zaman, orada bulunan Rabbe (Lât) putunun üç sene müddetle yıkılmayıp bırakılmasını Efendimiz’den talep ettiler. Allah Rasûlü (s.a.v) onların bu dileklerini kabul etmediler. Sakif temsilcileri:

“−İki sene tehir et!” dediler. Allah Rasûlü (s.a.v) yine kabul etmediler.

“−Bir sene tehir et” dediler. Allah Rasûlü (s.a.v) yine kabul etmediler.

“−Tâif’e vardıktan bir ay sonraya tehir et!” dediler. Allah Rasûlü (s.a.v), Rabbe’yi yıkmak için bir vakit tayinine yanaşmadılar.

Temsilcilerin böyle yıkım işinin geri bırakılmasını ısrarla istemeleri, Sakîf halkının bazı mutaassıp kimselerinden korktukları içindi. Onlar, kavimlerini Müslüman oluncaya kadar Rabbe (Lât) putunun yıkımıyla heyecana ve korkuya düşürmeyi uygun görmüyorlardı. Çaresiz kalınca, putlarını hiç olmazsa kendi elleri ile yıkmaktan affedilmelerini istediler. Allah Rasûlü (s.a.v):

“−Olur, ben onu kırmayı ashâbıma emrederim. Putunuzu kendi elinizle yıkmaktan sizi affediyoruz” buyurdular. (İbn-i Hişam, IV, 197; Vâkıdî, III, 967-968)

Ne gariptir ki put kırılırken Sakîf kabîlesinin kadınları evlerden dışarı çıkıp yas tutarak ağladılar. Fakat İslâm’ın yüceliğini ve ahlâk yapısını öğrendikçe, cümlesi hâlis birer müslüman olup putların isimlerini dahî tamâmen unuttular.

Böylece, Allâh Rasûlü (s.a.v)’in Mekke devrinin 9. yılındaki Tâiflilerin zulmüne mukâbil onların hidâyeti için yapmış olduğu duâları, Hak katında makbûl olarak tahakkuk etmiş oldu.

Sakîf temsilcilerine İslâm’ın farzları ve ahkâmı öğretildi. Fahr-i Kâinât (s.a.v), Ramazân’ın kalan kısmında oruç tutmalarını da onlara emrettiler. Bilâl-i Habeşi, onların sahur ve iftar yemeklerini yanlarına götürürdü.[3]

Allâh Rasûlü (s.a.v), kendisine gelen heyetlerle sabah-akşam ne zaman müsâit olursa gidip görüşür, meselelerini uzun uzun konuşurlardı.[4] Sakîf heyetiyle de mûtad olarak her yatsı sonu buluşan Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz, bir keresinde ayakta konuşmaları bir hayli uzadığı için zaman zaman vücûdunun yükünü bir ayağına bindirerek diğerini dinlendirme ihtiyâcı hissetmişlerdi.[5]

KUR’AN’I NASIL HİZİPLEYİP OKURSUNUZ?

Sakîf temsilcilerinden Evs bin Huzeyfe (r.a) şöyle anlatır:

“Rasûlullâh (s.a.v) bir gece yatsıdan sonra uzun müddet yanımıza gelmediler:

«–Yâ Rasûlallâh! Yanımıza gelmekte niçin geç kaldınız?» diye sorduk. Allah Rasûlü (s.a.v):

«–Her gün Kur’ân’dan bir hizb okumayı kendime vazîfe edinmişimdir. Bunu yerine getirmedikçe, gelmek istemedim.» buyurdular. Sabaha çıkınca ashâb-ı kirâma:

«–Siz Kur’ân’ı nasıl hizipleyip okursunuz?» diye sorduk. Onlar:

«–Biz sûreleri, ilk üçünü bir hizb, sonra devâmındaki beş sûreyi ikinci bir hizb, daha sonra sırayla yedi, dokuz, on bir ve on üç sûreyi birleştirerek birer hizb yaparız. En son olarak da Kâf sûresinden sonuna kadar mufassal sûreleri bir hizb yaparak Kur’ân-ı Kerîm’i (yedi kısımda) okuruz.» dediler.” (Ahmed, IV, 9; İbn-i Mâce, Salât, 178)

YAŞÇA EN KÜÇÜK OLMASINA RAĞMEN EMİR TAYİN EDİLDİ

Sakîf temsilcileri arasında Kur’ân-ı Kerîm’e iştiyâkı en fazla olan Osmân bin Ebi’l-Âs (r.a) idi. Aralarında yaş bakımından en gençleri o olduğu için onu geride, hayvanlarının yanında bırakmışlardı. Temsilciler onun yanına dönüp öğle sıcağında uykuya daldıkları zaman, Osmân (r.a), Allah Rasûlü (s.a.v)’in yanına gelerek O’na dînî sorular sorar, Kur’ân-ı Kerîm dinler ve öğrenirdi. Böylece Allâh Rasûlü’nden bâzı sûreleri okuyup ezberledi.

Temsilci arkadaşlarından önce gizlice bey’at edip Müslüman olan Osmân (r.a), Rasûlullâh (s.a.v)’i meşgûl bulduğu zaman, ya Ebûbekir’e ya da Übey bin Kaʻb’a gider, soracağını sorar, okumak istediğini okurdu. Onun bu hâli, Rasûlullâh Efendimiz’in hoşuna gider ve kendisini severlerdi. Sakîf temsilcileri yurtlarına dönmek istediklerinde:

“–Yâ Rasûlallâh! İçimizden birini bize imam tâyin et!” dediler. O da Osmân (r.a)’ı, yaşça en gençleri olmasına rağmen onlara imam ve idâreci tâyin etti.[6]

Osman bin Ebi’l-Âs (r.a) şöyle anlatır:

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in yanına kabilemizin temsilcisi olarak gelmiştik. Arkadaşlarımın içinde Kur’ân’ı öğrenme hususunda en gayretli olan bendim. Bakara sûresini öğrenerek onlara üstünlük sağlamıştım. (Bu hasletim sebebiyle) Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle buyurdu:

“–En küçükleri olmana rağmen seni arkadaşlarının başına emîr tâyin ettim. Kur’ân’a temiz olmadığın müddetçe dokunma! (Heysemî, I, 277)

Dipnotlar:

[1] Ahmed, IV, 218. [2] Vâkıdî, III, 965. [3] Vâkıdî, III, 968. [4] Ömer (r.a) şöyle buyurur: “Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v) müslümanları alâkadar eden bir mesele hakkında Ebû Bekir ile gece geç vakitlere kadar konuşurlardı, ben de onlarla beraber olurdum.” (Tirmizî, Salât, 12/169) [5] Ebû Dâvûd, Şehru Ramazân, 9/1393. [6] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 185; İbn-i Sa’d, V, 508; Ahmed, IV, 218.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

TAİF KUŞATMASI

Taif Kuşatması

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.