Resulullah’ın İslam’a Davet Mektupları

Peygamber Efendimiz’in İslâm’a davet mektupları, İslâm tarihi açısından büyük öneme sahiptir. Bizans İmparatorluğu, İran, Mısır, Habeşistan, İslâm güneşinin Medine’den yükselişi sırasında Arabistan yarımadasıyla siyasî ve iktisadî yakın ilişkileri olan önemli devletlerdi.

Peygamber Efendimiz, hicretin 6. yılında Mekkeli müşriklerle yapılan Hudeybiye Antlaşmasından sonra, bu büyük devletler ve bazı Arap kabile başkanlarına gönderdiği mektuplarla İslâmı tebliğ alınını genişletti.

NECAŞİ’NİN İSLAM’A DAVET EDİLMESİ

609 yılında ilâhî tebliğ görevine başladıktan 5 yıl sonra Hz. Muhammed (s.a), Mekkeli müşriklerin işkence ve eziyetlerinden bunalan sahâbîlerine Habeşistan’a sığınmalarını teklif etti. O sırada komşu ülkelerden sadece Habeşistan karışıklık ve çatışmalar dışında bulunuyordu. Kaynaklar Resûlullah’ın Necaşi’ye yazılmış iki mektubu bulunduğunu, biri sahabîlerin Habeşistan’a sığındıkları esnada, diğerinin yabancı hükümdarlara İslâma davet mektuplarının gönderildiği hicrî 6. yılda yazıldığını belirtiyorlar.

Mülteciler arasında Hz. Peygamber’in amcasının oğlu Ca’fer (r.a), Resûlullah’ın kızı Rukayye ve zevci (3. Halife) Osman (r.a), Peygamber Efendimizin sonradan kendileriyle izdivac ettiği Sevde ile Ummû Habibe annelerimiz de vardı.

Peygamber Efendimizin Necaşi Ashama’ya gönderdiği mektubun tam metni şu şekildedir:

“Resûlullah Muhammed’den, Habeşlilerin Kralı Necaşi’ye. Kendisinden başka tanrı olmayan, gerçek Hükümdar (Melik), Mukaddes (Kuddûs), Selâm, Koruyucu, Kurtarıcı olan Allah’ın övgüsünü sana iletirim. Takdir edip şehâdet ederim ki Meryem oğlu İsâ, Allah’ın Rûhu ve Kelimesidir ve (bu kelime) afîfe, dokunulmamış Meryem’e bırakılmıştır; böylece o İsâ’ya hâmile olmuş ve Allah da onu, kendi Rûh ve Nefesinden olmak üzere Âdem’i Eli ve Nefesi ile nasıl yarattı ise onu da (öylece) yaratmıştır.

Seni tek olan Allah’a çağırıyorum ki onun hiç bir şerîkî yoktur. O’na itaat konusunda karşılıklı yardıma (çağırıyorum); beni takip et, bana uy, bana gelen şeye îman et! Zira ben Allah’ın elçisiyim. Bu duruma göre seni ve etrafındaki askerlerini Kaadir ve Azîm olan Allah’a dâvet ediyorum. Nasihat ve sözlerimi kabul etmenizi tavsiye ederim.

Amca tarafından yeğenim olan Ca’fer’i beraberinde az sayıda bir Müslüman kümesiyle birlikte sana doğru hemen yola çıkarıyorum. O, sana varır varmaz taşıdığın boş ve faydasız gurur ve azameti bir kenara koyup onlara misafirperverlik göster!

Selâm, gerçek hidâyet yolunu takip eden kimsenin üzerine olsun!”

Müslümanlar Habeşistan’a kabulünden sonra Mekkelî müşrikler, mültecilerin buradan çıkarılmaları için hediyelerle bir elçi heyeti gönderdiler. Hırıstiyan inancındanki Necaşî’den, ülkesine sığınanların, milletin dinini terk eden ve yeni bir din icâd eden boş kafalı gençler olduğunu söyleyerek sürülüp çıkarılmasını istediler.

İlticâ hakkında ihanet etmeye ve sözünden dönmeye şiddetle karşı çıkan kral, Müslümanları dinlemek üzere huzuruna getirtti. Resûlullah’ın yeğeni Ca’fer (r.a) söz alıp Allah’ın içlerinden birini elçi seçip gönderene kadar cahillerden olduklarını, tek tanrı olan Allah’a tapmayı, ibadet etmeyi, sadaka vermeyi, oruç tutmayı, iyi ve güzel fiilleri Hz. Muhammmed’den (s.a) öğrendiklerini anlattı. Necaşî’nin isteği üzerine Kur’an’ı Kerim’den Yahya Peygamber ile İsâ Peygamber’in ilâhî bir mucize olarak doğumunu, dünyaya gelişini anlatan 19. sûrenin baş kısımlarını tilâvet etti. Önlerinde Kitabı Mukaddes nüshaları olduğu halde bu âyetleri dinleyen Necâşî ve etrafındaki papazlar, her biri aziz ve mukaddes olan bu hususların hiç de beklemedikleri bir şekilde Kur’an âyetleriyle tebcîli ve ululanması karşısında ağlamaya başladılar. Kral, bu ışık ile Hz. İsa’ya gelen ilahi tebliğin aynı kaynaktan geldiğini ifade ederek, müslümanların ülkesinde sulh ve selâmet içinde yaşamalarına izin verdi. Daha sonra oğlunun aracılığı ile Peygamber Efendimiz (s.a)’e bir mektup göndererek, İslâm’a girdiğini bildirdi. Necaşî ölünce, gıyabî namazını Medine’de Peygamber Efendimiz kıldırdı.

Resûlullah’ın Necaşî’ye gönderdiği mektubun aslı 1938 de Şam’da bulunmuş, Londra’da Bristish Museum uzmanlarınca incelenmiştir. Bu vesika genişliği 23 cm., boyu 37 cm. olan bir el yazması parşömen’(deri)dir. Harfler yuvarlak karakterlidir. Mürekkep koyu kahverenginde olup, metinde 17 satır bulunmakta, sonra bir mühür izi görülmektedir. Çapı 26 mm. olan mühürde, Arap harfleriyle Allah, Resûl, Muhammed kelimeleri yukarıdan aşağıya, her biri bir satıra gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Mektup önceleri Habeşistan’ın imparatorluk kütüphanesindeyken, 2. Dünya savaşı sırasında bir papazın eline geçmiş ve Şam’a getirilmiştir.

MUKAVKIS’IN İSLAM’A DAVET EDİLMESİ

Mekkelilerin ticarî ilişkide bulunduğu Mısır, Bizans hakimiyetinde Hıristiyanlaşmış bir ülke idi. İskenderiye şehri hem mülkî-siyâsî ve hem de dinî idarenin başkentiydi. Bizans’daki dinî ayrılıklar, sapıklıklar ve kanlı din ihtilafları yüzünden Mısır’ın Hıristiyan yerli halkı (Kopt’lar), Bizans İmparatorunun atadığı Patrik’i tanımayarak kendilerine yerli bir patrik seçmişlerdi. İslâm yayılmaya başladığı sırada Mısır’ı zapteden İran’lılar, Grek patriği kovarak Kopt’ların patriğini işbaşına geçirdiler. “Mukavkıs” isminin, İran hakimiyeti sırasında Mısır patriğini belirten, Farsça terimin Arapçalaşmış bir şekli olduğu dünüşülmektedir. Resûlullah’ın İslâma davet mektubunu daha önce Mısır’ı bilen Hâtib İbn Ebî Belte’ye götürmekle görevlendirilmiştir.

“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla!

Allah’ın kulu-kölesi ve Resûlü Muhammed’den Kopt’ların Büyük Başkanı el-Mukavkıs’a:

Allah’ın selâmı, hidâyet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni, tam bir İslâm dâveti ile (İslâma) çağırıyorum. İslâma gir, sonunda emniyet ve selâmet içinde olursun ve Allah sana iki defa sevap verecektir. Şayet bundan kaçınacak olursan, bütün Kopt’ların günahı senin üzerinde toplanacaktır. Ve (siz) ey (mukaddes) Kitap sahipleri! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan tek bir kelimede, yani Allah’tan başka hiç bir tanrıya tapmamak, O’na hiç bir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah’tan başka aramızdan hiç bir kimseyi âmir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şâyet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: – Siz şâhit olun ki kesinlikle bizler, (Allah’a) itaat edip teslim olan müslümanlarız.”

Mukavkıs bu davet mektubuna verdiği cevapta, nâzik bir tavırla Arabistan’dan bir Resûl çıkış ihtimalini reddetmekte ve iki kadın köle (cariye), bir elbise ve bir katırdan oluşan hediyeler gönderdiğini belirtmektedir. Bazı kaynaklar ayrıca bir hadım ağası, cam çanak, bir sandık, kumaş, altın, dört kadın köle vs.den bahsetmektedirler. Bu cariyelerden Hıristiyan dininden Mâriye adını taşıyanı Resûlullah kendi yanına almış, diğerlerini sahabilerden bazılarına hediye etmiştir. Hz. Mariye’den Resûlullah’ın (s.a) küçük yaşta vefât eden oğlu İbrâhim dünyaya gelmiştir.

Mısır’da keşfedilen bu mektup, Sultan I. Abdülmecîd (d. 1823 – ö. 1861) tarafından satın alınmıştır ve halen Topkapı Sarayı Müzesinde sergilenmektedir.

HERAKLİUS’UN İSLAM’A DAVET EDİLMESİ

Peygamber Efendimiz (s.a)’in, İran’la savaşında Bizans’a karış yakınlık duyduğunu, önce mağlub olan Bizans’ın on yıldan az bir zamanda galip geleceğini Kur’an âyetleriyle haber verdiğin bilmekteyiz. Resûlullah, Bizans’ın Ninova zaferinden sonra, Dihyet’ul-Kelbî’yi İmparator Heraklius’a elçi gönderdi. Dihye (r.a)’ın Kudüs’de bulunan Heraklius’a teslim ettiği mektubun metni aşağıdadır:

“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla!

Allah’ın kulu-kölesi ve elçisi Muhammed’den Rûm’ların Başbuğu Heraklius’a:

Allah’ın selâmı, hidâyet yoluna girmiş bulunan kimse üzerine olsun! Buna göre ben seni tam bir İslâm dâveti ile (İslâma) çağırıyorum. İslâma gir, sonunda emniyet ve selâmet içinde olursun. Ve Allah sana iki defa sevap verecektir, şayet bundan kaçınacak olursan, köylülerin (yani tebeanın) günahları da senin üzerinde toplanacaktır. Ve “(Siz) ey (Mukaddes) Kitap sâhipleri! Gelin, sizinle bizim aramızda müşterek olan bir tek kelimede, (yani) Allah’tan başka bir tanrıya topmamak, O’na hiç bir şeyi şerik ve ortak koşmamak, Allah’tan başka aramızdan hiç bir kimseyi âmir ve efendi yapmamak (hususunda) birleşelim. Şayet onlar sırtlarını dönüp (bundan) kaçınacak olurlarsa şöyle deyiniz: “ – Siz şâhit olun ki kesinlikle bizler, (Allah’a) itaat edip teslim olan müslümanlarız.”

Hiç beklemediği davet karşısında şaşkına dönen İmparator, Peygamber Efendimiz (s.a) hakkında bilgi edinmek üzere o sırada Bizans topraklarında bulunan, henüz müslüman olmamış Mekke’li tüccarları huzurunda topladı. Bunlar arasında bulunan ve söz alıp İmparatorun sorularını cevaplandıran Ebû Süfyân, Bizanslılar’ın İslâm karşısında şimdiden bellik bir korku ve endişe taşıdıkalrını hayretle gördü. O sırada Bizans İmparatorluğunda halk kitleleri hem siyasî, hem de dinî alanda huzursuzluk içindeydiler. Bu şartlarda Heraklius,

“ – Benim tebeam, Hıristiyanlığı terketmeye son derece karşıdır, düşmandır. Aksi halde derhal İslâmı kabul ederdim.” cevabını vermiştir.

Resûlullah’ın bu mektubu 13. asırda, Heraklius soyundan geldiğini söyleyen Kastilya Kralı VII. Alphonse’un sarayında ortaya çıkmış, Napolyon’un İspanya’yı işgâlinde Fransa’ya götürülmüştür. Yakın yıllarda Ürdün’den İsviçre’ye gidip yerleşen son sahibiden, Abû Dabî hükümeti yüklü tazminatla ele geçirmiş, Ürdün Kralı Hüseyin duruma müdahale ederek bu kıymetli vesikanın Ürdün’e dönmesini sağlamıştır.

KİSRA’NIN İSLAM’A DAVET EDİLMESİ

Arap yarımadasının kuzey, doğu ve güney bölgelerini egenmenliği altında bulunduran İran’ın resmî dinî, ateşe büyük saygı ve ululuk gösteren Mecûsîlik idi. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a), birçok defa İran’ı ziyaret etmiş olan Mekkeli Abdullah İbn Huzâfet’is-Sehmî’yi İran İmparatoru Perviz’e elçi göndererek, aşağıdaki mektupla İslâma davet etti:

“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla!

Allah’ın Resûlü Muhammed’den İran’lıların Büyük Başkanı Kisrâ’ya:

Hidâyet yoluna girip tâbi olana, Allah’a, O’nun Resûlüne îman edene, Allah’tan başka tanrı olmadığna, onun bir tek ve ortaksız bulunduğuna, Muhammed’in onun Resulü ve kulu-kölesi olduğuna şehâdet edip bunu kabul edene selâm olsun! Buna göre ben seni tam bir İslâm dâveti ile (İslâma) çağırıyorum. Zirâ ben, kim olursa olsun can taşıyan herkese belli bir tehlikeyi haber verip bunları uyandırmak ve inanmayanlar üzerinde Allah’ın sözünü gerçekleştirmek için istisnâsız bütün insanlara gönderilmiş bir Allah Resûlüyüm. O halde sen İslâm’a gir, sonunda emniyet ve selâmet içinde olursun! Şayet kaçınacak olursan, bu halde hiç şüphesiz Mecûsîlerin günahı senin üzerinde toplanacaktır”

Hitabe kısmındaki ifadeleri imparatorluk şanına lâyık bulmayan Perviz, öfkeye kapılarak mektubu daha bitirmeden tercümanın elinden alıp yırttı. O öfke ile Yemen’deki valisine, Resûlullah’ın derhal İmparatorluk sarayına davet edilip getirilmesi için özel memurlar göndermesini yazıp emretti.

Kisrâ Perviz’in hakaret içeren tavrı Hazreti Peygamber’e ulaştığı zaman Efendimiz: “–Allah da onun hükümdarlığını tam bir yırtılmayla yırtsın.” demekle yetindi.

Yemen valisinin memurları Medine’ye gelip davet mektubunu ilettiklerinde Peygamber (s.a) Efendimiz cevabı ertesi gün hazırlayacağı vaadinde bulundu. Ertesi gün onlara, “Bu gece benim Efendim (Rabbim), senin efendini Şeroeh eliyle öldürttü.” dedi.

Gelen memurlar o günün tarihini not ederek Yemen’e geri döndüler. Gerçekten de İmparator, oğlu Şeroeh eliyle öldürülmüştü. Suikast haberi Yemen’e ulaştığında, İran valisi Bazân ve adamları hemen İslâma girdiler, hem de Resûlullah’ın bu mucizesini halk arasında yaydılar. Peygamber Efendimiz (s.a) Bâzân’ı Yemen’in İslâm valisi olarak görevlendirdi. Ölümünden sonra da oğlunu aynı makama atadı. Böylece Yemen herhangi bir askerî sefer olmaksızın İslâma geçti.

Resûlullah’ın Kisra’ya gönderdiği bu mektup I. Dünya Savaşı sonlarında Beyrut’ta ortaya çıkmış, 1960’lı yıllarda bilim adamlarınca incelenecek sahîh ve gerçek bir vesika olduğu anlaşılmıştır. Bu deriden mâmul varak (:Parşömen) koyu kahverenginde, boyu 28 cm, eni 21,5 cm. olup, 15 satırdan oluşmaktadır. En altında 3 cm. olan dairevî bir mühür izi bulunmaktadır. Mektupta 3. satırın altından başlayan yatay yırtık, mektubun ortalarında dikey olarak 10. satıra kadar inmektedir. Ters L harfi şeklindeki yırtık farklı bir derinden kesilmiş ince iplikle dikilmiştir. Mektuptaki yazı noktalama veya harekeleme işaretleri taşımamaktadır (diğerlerinde olduğu gibi). Bu işaretler esasen Resûlullah’ın devrinden çok sonraları kullanılmaya başlanmıştır.

Resûlullah’ın hükümdar ve kabile başkanlarına gönderdiği birçok mektuptan en önemlileri bunlardır ve sahîh vesikalar olarak, insanlığı tam bir gerçeklikle hak dine, İslâma çağırmaktadır.

GASSANİ HÜKÜMDARLARININ İSLAM’A DAVET EDİLMESİ

V. y.y.da kuzey Arabistan’daki Arap kabilelerinin bir kısmı Bizans’a, bazıları da İran’a bağlı idiler. Bunlar otonom yönetime sahip olup, Bizans ve İran arasındaki savaşlarda tâbi oldukları devletin saflarında yer alıyorlardı. Bazıları göçebe özellikteydiler. Bunlardan en güçlüsü Dımaşk (Şam) bölgesinde yaşayan ve Bizans’a tâbi Gassânlılardı. Hıristiyan dini bu bölgede epey yaygındı.

İran’lıların Ninova’da Bizans’a mağlubiyetelrini izleyen günlerde Resûlullah komşu hükümdarlara, onları İslâma davet eden mektupla gönderdi. Milâdî 628 yılında Gassânî hükümdarı el-Hâris İbn Ebî Şemir’e gönderilen mektubun metni şöyledir:

“Rahman ve Rahîm Allah’ın adıyla!

Allah’ın Resûlü Muhammed’den Hâris bin Ebî Şemir’e:

Allah’ selâmı, hidâyet yoluna girmiş bulunan, Allah’a inanan ve bunu ikrâr edenin üzerine olsun! Bilesin ki, senin mülkünün (yani ülken ve krallığının) senin elinde kalması için, hiçbir şeriki ve ortağı bulunmayan bir ve Tek’lik sıfatında olan Allah’a inanmaya seni davet ederim.

Resûlullah’ın bu mektubuyla Hıristiyanlık duygularının rencide olduğunu düşünen el-Hâris Medine’ye bir hücum tertipleme tehdidinde bulunduysa da, belki de Bizans İmparatorundan yardım göremediği için teşebbüsünü gerçekleştiremedi. (İslâm Peygamberi, Muhammed Hamidullah; Çeviren Prof. Dr. Salih Tuğ, İmza Yay. 2003)

Kaynak: Nesrin Zerey, Altınoluk Dergisi, 2006 - Kasım, Sayı: 249

 

İslam ve İhsan

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN İSLAM’A DAVET MEKTUPLARI

Peygamber Efendimiz’in İslam’a Davet Mektupları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • allah ımız bizlere onun yolunda ölmeyi nasip eylesin

    • Allah herkesi korusun Allahın yoluna kavuştursun

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.