Peygamberimizin Sevgisine Nasıl Karşılık Verebiliriz?

Rasûlullâh’ın ümmetine duyduğu şefkat, merhamet ve muhabbete mukâbil, ümmeti olarak biz bu sevgiye ne kadar karşılık verebiliriz?

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e duyulan gerçek bir aşk ve muhabbetin neticesi, O’nun yolunun tozunu baş tâcı eylemek, O’na cân u gönülden itaat edip teslîm olmaktır.

Zira O öyle bir şahsiyettir ki, her yönüyle insanlık için serâpâ bir rahmetten ibârettir. Bu meyanda O’nun kalbinin mü’minlere karşı ne derecede şefkat ve merhametle dolu olduğunu şu âyet-i kerîme ne güzel sergiler:

“Andolsun ki size kendi içinizden öyle izzetli bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Size çok düşkündür. Mü’minlere karşı Raûf (cidden şefkatli) ve Rahîm (son derece merhametli)dir.” (et-Tevbe, 128)

PEYGAMBERİMİZİN ÜMMETİNE ŞEFKAT VE MERHAMETİ

O’nun ümmetine olan şefkat ve merhametini gösteren hadîs-i şerîflerinden biri şöyledir:

“Ey îmân edenler! Allah sizi emniyet içinde tutsun! Sizi gözetsin! Sizi kötülüklerden korusun! Size yardım etsin! Sizi yüceltsin! Size yol göstersin! Sizi kendi emniyetine alsın! Sizleri her türlü tâlihsizlikten sakındırsın ve dîninizi sizler için korusun!..”[1]

O, fiiliyle, kavliyle ve ahlâkî olgunluğuyla bütün insanlığı kuşatan bir rahmetti; yol göstericiydi. Hidâyet yolunda her türlü meşakkat ve çilenin en büyüğü O’nun sırtındaydı. Ümmetinin hidâyet ve rahmete nâil olabilmesi için öyle bir sabır ve gayretin içindeydi ki, bâzen kendisini harâb etmemesi için îkâz-ı ilâhî sâdır olurdu:

“Demek ki bu söze (Kitâb’a) inanmazlarsa (ve bu yüzden helâk olurlarsa diye) arkalarından üzülerek neredeyse kendini mahvedeceksin!” (el-Kehf, 6)

(Rasûlüm!) Onlar îmân etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (eş- Şuarâ, 3)

Âyet-i kerîmeler, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in dünyada yaşayan her insanın Allâh’a inanmasını ve kendisini Cehennem azâbından kurtarmasını, şefkat ve merhamet muktezâsı olarak istediğinin çok açık bir delilidir.

VÂSIL-I İLÂLLÂH OLABİLMENİN SIRRI

Rasûlullâh’ın ümmetine duyduğu bu engin şefkat, merhamet ve muhabbete mukâbil, ümmeti olarak biz bu sevgiye ne kadar karşılık verebildiğimizi tefekkür etmek zorundayız.

Hakîkaten, Allah Rasûlü’ne olan muhabbetimizin ölçüsü, Kur’ân’ı ve Allah Rasûlü’nü rehber edinerek, O’nun hâli ile ne kadar hâllendiğimizle belli olur. Onu seven ve O’nun uğruna her şeyini fedâ eden ashâb-ı kirâm, O’nu nasıl duydu ve hissetti? O’nun hâliyle nasıl hâllendi ve ahlâkını hayâtına nasıl aksettirdi? Acaba bizler bu hâllerin neresinde bulunuyoruz? O’na olan muhabbetimizi bu ölçülerle mîzan edip gönüllerimizi O’nun ahlâkı ile tezyin etmeliyiz. Günahlarımız, hatâlarımız, kusurlarımız ve isyanlarımız O’nun zemzem misâli tertemiz ahlâkıyla yıkanmalı, O’nun mübârek hayâtının mânâ ve hikmeti ile mânevî bir diriliş yaşamalıyız.

Vâsıl-ı ilâllâh olabilmenin sırrı, Allâh’ın kitâbına ve Varlık Nûru’nun Sünnet-i Seniyye’sine, yani yüksek ahlâk ve davranışlarına hulûs-i kalb ile yakınlaşabilmek, Allah ve Rasûlü’nün sevdiklerine muhabbet, zıtlarına da nefrette gizlidir.

Zira ilâhî muhabbetler, gönlü diri tutar, sıhhatli kılar, hayra istikâmetlendirir. Muhabbet ve onun zıddı olan nefret, ikisi birden aynı anda bir kalpte bulunamaz. Ne var ki, gönül boşluk kabul etmediği için, birinin yokluğu, diğerinin varlık sebebidir. Bu iki zıtlık arasındaki fark, a’lâ-yı illiyyîn ile esfel-i sâfilîn arasındaki mesâfe kadar sonsuzdur.

Şâir Kemâl Edib Kürkçüoğlu, Allah Rasûlü’nün Sünnet’inden ve muhabbetinden uzakta kalan gâfil mü’minleri şu beytiyle ne güzel irşâd ve îkâz ediyor:

İltifâtından uzak düşmesi eyvâh eyvâh;

İki dünyâda yeter gâfile hüsrân olarak!..

“Eyvâh, eyvâh! Hazret-i Peygamber’in iltifâtından uzak düşmesi, gâfil bir insana elbette hüsrân olarak yeter!..”

Rabbimiz bizleri, O’na muhabbetle bağlanan lâyık bir ümmet eylesin! Zira O, kâ’bına erişilmez bir merhamet ve şefkat ufkuydu!..

Gerçekten, hidâyeti için var gücü ile çabaladığı insanların O’nu taşlamaları ve hakâret etmeleri karşısında yine de onlara hayır-duâ eden Hazret-i Peygamber’e, Zeyd bin Hârise’nin:

“–Yâ Rasûlallâh, onlar size şu ağır zulmü revâ görüyorlar… Siz hâlâ onlara duâ mı ediyorsunuz?” demesi üzerine O’nun:

“–Başka ne yapabilirim ki! Ben azâb için değil, rahmet için gönderildim...” diyerek onların hidâyetine duâ etmesi, yüksek bir fedâkârlık, vefâkârlık, iyi kalplilik, merhamet ve şefkatin erişilmez zirvesinde olduğuna şehâdet etmez mi?

Hakîkaten Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in peygamberliği ile beşeriyet, beklediği ulvî hidâyet rehberlerinin en mükemmeline kavuşmuştur. Bu yüzden bugün hâlâ hodgâm ve nefsânî bir hayat yaşamaya devam edenler, böyle yüce bir örnek şahsiyet gelmeden önce câhilî bir hayat yaşayanlardan daha mes’ûl bir mevkîde bulunmaktadırlar.

Bu bakımdan, insanlığın ekseriyetle kuvvete râm olup nefsin sultasında yaşadığı günümüzde, O Varlık Nûru örnek şahsiyetin, karakter ve şahsiyet inşâsına daha büyük bir ihtiyaç içindeyiz!.. Tarihimizin ihtişam devirlerindeki en büyük müessir de, O şânı yüce Peygamber’in hakîkî vârisleri olan amel-i sâlih sahibi mü’minlerin varlığı ve onların topluma örnek bir şahsiyet sunmaları idi. Hâlbuki günümüzdeki ahvâle nazar ettiğimizde en hazin gerçeklerden birinin, böyle örnek şahsiyetlerin azlığı sebebiyle mâneviyat sahasında yaşanan hüsran olduğunu müşâhede etmekteyiz.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, O’nun izinden gidenlerin ve bilhassa kendi tarihimizdeki îman ve vecd kahramanlarının heyecan dolu gönüllerinin seviyesine yeniden ulaşabilmek için tekrar o âbide ve örnek insanlara sahip olmamız gerekmektedir.

Bunun için de onları duymak, anlamak ve onların gönül âlemlerinden hisse alabilmek gerekir. Yani onların bu fânî âlemi nasıl telâkkî ettiklerini, Allâh’ın kendilerine ihsân ettiği akıl, iz’an, idrâk, can ve malı nasıl kullanarak hem kendilerine hem de insanlığa saâdet yolunu açtıklarını iyi bilmek îcâb eder.

Dipnot:

[1] Taberânî, Evsat, IV, 208; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, Beyrut 1967, IV, 168.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Emsalsiz Örnek Şahsiyet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

SAHABENİN PEYGAMBER SEVGİSİNE ÖRNEKLER

Sahabenin Peygamber Sevgisine Örnekler

HAK DOSTLARININ PEYGAMBER SEVGİSİ

Hak Dostlarının Peygamber Sevgisi

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.