Peygamberimiz Ramazanı Nasıl Geçirirdi?

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ve sahabeler Ramazan'ı nasıl geçirirdi? Ramazan Ayı'nda neler yaparlardı? İbn-i Abbâs'dan (r.a.) nakille Onlar'ın Ramazan'ı Şerif-i...

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-; Peygamber Efendimiz’in Ramazân’ını şöyle anlatır:

 - “Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- insanların en cömerdi idi. O’nun en cömert olduğu anlar da Ramazan’da Cebrâil’in, kendisi ile buluştuğu zamanlardı.

 - Cebrâil -aleyhisselâm-, Ramazân’ın her gecesinde Hazret-i Peygamber ile buluşur, (karşılıklı) Kur’ân okurlardı. Bundan dolayı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Cebrâil ile buluştuğunda, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı.” (Buhârî, Bed’u’l-vahy, 5; Müslim, Fezâil, 48)

 - Ashâb-ı kiram da Fahr-i Kâinât Efendimiz’e ittibâ etmek iştiyâkıyla, Ramazan’da daha cömert olurdu. İftar sofraları kurulurdu. «İbâdullâh»a hizmet yarışı başlardı.

 - Âişe -radıyallâhu anhâ- şöyle anlatır:

“Ramazan ayının son on günü girdiğinde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- geceleri ihyâ eder, ev halkını (da gece ibâdeti için) uyandırır, ibâdete teksif olarak eşleriyle münasebeti keserdi.” (Buhârî, Leyletü’l-Kadr, 5; Müslim, İ‘tikâf, 7)

 - Ashâb-ı kiram; bir gölge gibi, Peygamber Efendimiz’in ibâdet hayatını takip ederlerdi. O’nun gece namazlarını da takip ettiler. Lâkin Efendimiz, ümmete farz olmasın endişesiyle terâvîhi cemaat hâlinde kıldırmadı. Fakat Hazret-i Ömer devrinde farz kılınma endişesi ortadan kalktığı için sahâbenin icmâı ile terâvih namazı cemaat hâlinde kılınmaya başladı. Terâvihte hassâsiyet gösterilecek bir nokta, bu namazın tâdîl-i erkân ve bir tefekkür derinliği içinde kılınmasıdır.

BİZLER NELER YAPMALIYIZ?

Ramazân-ı şerif bir helâlleşme fırsatıdır. Gönüllerin yumuşadığı bu uhrevî demlerde; kim üzerinde bir hak varsa, kardeşiyle helâlleşmelidir. Zira şöyle buyurulur:

“Ey insanlar! Kimin üzerinde bir hak varsa, onu hemen ödesin; «Dünyada rezil rüsvây olurum.» demesin! İyi biliniz ki dünya rezilliği, âhiret rezilliğinin yanında çok hafif kalır.” (Bkz. İbn-i Sa‘d, II, 255; Taberî, Târih, III, 191)

Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- borçlunun namazını kıldırmazdı. Onun borcunu sahâbeden biri üstlenirse, o zaman kıldırırdı. Kendi imkânı olduğunda, o borcu, Fahr-i Kâinât Efendimiz üstlenirdi.

Demek ki;

Ramazân-ı şerifte kul borçlarını da Hakk’a karşı borçlarımızı da ödeme ve telâfi etme hassâsiyeti içinde olmamız îcâb etmektedir. Kazâya bırakılmış namazları olanlar, onları bir an evvel îfâ etmeye gayret etmelidir.

Zekât borcu olanlar geciktirmeden, hakkı hak sahiplerine ulaştırmalıdır. Eğer zekât borcunun üzerinden zaman geçmişse, borcun ait olduğu zamandan günümüze enflâsyonu da hesap ederek o farkı da ödemelidir. Geciktirdiği için de istiğfâr etmelidir.

Ramazan’da oruç bize riyâzâtı, yani kifâyet miktarıyla yetinmeyi tâlim etmektedir. Oruç bize helâli bile asgarî şekilde kullanmayı telkin ederken, düşünmeliyiz ki; haram ve kerâhetlerden kendimizi korumaya ne kadar dikkat etmeliyiz! Bu riyâzat eğitimi, bizim hassâsiyetimizi artırmalıdır.

Oruçlarımızı, sadece midemize değil; kulağımıza, dilimize, gözlerimize ve kalplerimize de tutturmalıyız. Yani bütün âzâlarımızı, Allâh’ın rızâsı istikametinde kullanma eğitimine tâbî olacağız.

Ramazan’da iftar ve sahurlarda da oburluktan ve israftan uzak durmak, bu mübârek ayın rûhuna en muvâfık davranış olur.

Orucun bize tattırdığı mahrumiyet; bizlere her zaman mahrumiyet içinde olan fukarânın, gariplerin ve yetimlerin hâlini tefekkür etme imkânı vermekte. Ramazân’ı bu hissiyat ile merhametimizi artırma fırsatı olarak görmeliyiz. Böyle yapmayıp da, Ramazan gecelerini gösterişli yerlerde iftarlar ve eğlencelerle ziyân etmek, ne hazin bir israftır.

İftarlar için seçilen yerlerin, mâneviyattan uzak, gösterişli yerler olmamasına; davetlilerin de sadece elit kesimden seçilmemesine îtinâ göstermek gerekir.

Hâsılı;

Ramazân-ı şerif, Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olduğu bir ay olarak; Kur’ân’ı okumak, yaşamak ve yaşatmak vazifelerimize başlamak ve devam ettirmek için en güzel mânevî zaman dilimidir.

Cenâb-ı Hak, ihyâ edebilenlerden eylesin!..

Rabbimiz; Kur’ân-ı Kerîm’in tâlimatlarını yerine getiren, ondaki müjde ve mükâfatlara nâil olan ve ondaki tehditlerden muhafaza olabilen kullarından eylesin… Âmîn!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Nisan, Sayı: 182

İslam ve İhsan

PEYGAMBERİMİZ RAMAZAN AYINI NASIL GEÇİRİRDİ?

Peygamberimiz Ramazan Ayını Nasıl Geçirirdi?

PEYGAMBERİMİZ RAMAZAN AYINI NASIL GEÇİRİRDİ?

Peygamberimiz Ramazan Ayını Nasıl Geçirirdi?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.