Oruç Tutanların Kazandığı Özellikler

Midemize oruçlu iken bir şey girmesine izin vermediğimiz gibi; kalbimize ve niyetlerimize de oruç tutturmalı, kalbimizin kıvâmını bozacak duyguları yaklaştırmamalıyız. Böyle bir oruç ile birçok güzel hasletleri kazanmış oluruz. İşte Orucun bize kazandırdığı 9 haslet...

1- Nimetlerin kadrini bildirmektedir.

Yarım gün oruç tutuyoruz, tâkatten düşüyoruz. Âcizliği tadıyoruz. Alışkanlık hâlinde içinde yüzdüğümüz nimetlerin farkına, onlardan muvakkaten uzak kalınca varıyoruz. Cenâb-ı Hak bize devamlı ikram ediyor. Su ne büyük nimet! Meyveler, sebzeler, istifademize sunulan mahlûkat… Hepsi bizim için… Rabbimiz’in ne büyük ikrâmı ve lutfu!

2- Oruç, şükran hisleri uyandırmaktadır.

Bir bardak su ikram edene vicdânen teşekkür etmek ihtiyacı hissediyoruz. Bize bu kadar ihsanda bulunan Rabbimiz’e nasıl şükredeceğiz?

Hamd, şükür, teşekkür, zikir hâlinde olacağız.

3- Oruç nefsânî arzu ve temâyülleri bertarâf etmektedir.

Oruç, içimizdeki nefis ve enâniyet canavarını zabt u rabt altına alan ve böylelikle insanın derûnundaki merhamet ve şefkat duygularının inkişâfını sağlayan rûhî bir disiplindir.

Merhamet ve şefkatimizi bütün fânî sevdaların üzerine yükseltemez isek kendimize yazık etmiş oluruz.

4- Oruç, bizi maddenin esâretinden kurtarıp «sabır» denilen en yüksek ahlâkî meziyete eriştirmektedir.

5- Sabır; tahammülü güçlendirir, stresleri bertarâf eder.

Asr-ı saâdette stresli, bunalımlı kimse yoktu. O devirde psikiyatrik rahatsızlıklar mevcut değildi. Çünkü sahâbî her türlü sıkıntı karşısında; «Secde et ve yaklaş!» emrine uyarak secdelerle Rabbine ilticâ ediyordu. «Sahibim var!» diyerek Yaratanına sığınıyordu. Her teselliyi Cenâb-ı Hak’ta buluyordu.

Ayrıca fazîletler içinde yaşanan kardeşlik hukuku sayesinde zekât, sadaka ve infâk ile her mü’min birbirine istinadgâh idi. Veren alana teşekkür, alan da verene duâ hâlindeydi.

6- Oruç, mazlumların ve muhtaçların; «Acıyın bize!» diye yükselen sessiz feryatlarının en güzel tercümânıdır.

7- Oruç sayesinde helâllerden bile el çekmek, haram ve şüphelilere karşı daha güçlü bir şekilde mukavemet edebilecek sağlam bir iradenin inşasına yardımcı olur.

8- Oruç, yoksulların ve çaresizlerin hâlinden anlama şuûru kazandırmaktadır.

9- Oruç bize kardeşlik hukukumuzu hatırlatmakta ve bizi bencillikten çıkarıp diğergâm hâle getirmektedir.

KARDEŞLİK HUKUKU

Âyet-i kerîmede buyurulur: “Mü’minler ancak kardeştirler…” (el-Hucurât, 10)

Bu kardeşliğin bir hukuku vardır. Evvelâ kalp, mü’min kardeşiyle beraber olacak. Sadece dille, gönülle kardeşlik ifadesi yetmez, kardeşlik hukukunun muktezâsı ve ispatı şunlardır:

  • Kardeşinin iyi zamanında sevincine iştirak etmek,
  • Zor zamanında kardeşinin dert ortağı olabilmek, yanı başında bulunmak,
  • Fedâkârlık gösterip kardeşini kendisine tercih edebilmek.

Böyle bir kardeşliğin mükâfâtı da, o meçhullerle dolu kıyâmette felâha kavuşmaktır. Zira hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde Arş’ın altında gölgelenecek yedi zümreden biri de, Allah için kardeş olanlar, kardeşlik hukukunu yaşayanlardır.

Bir mü’min, kardeşlik hukukunu yerine getirebilmek için dâimâ arayış ve çırpınış içinde olmalı.

Unutmayalım ki bu ay, başkalarının dert ve sıkıntısına ortak olma ayıdır. Bu, mü’minin rızkının artırıldığı bir aydır.

Bugün önümüzde zulme dûçâr olup bize sığınan Suriyeli ve Iraklı kardeşlerimiz var. Ateşin altından yetimler, dullar, yaşlılar geldi. Biz de ensar ve muhâcirlerin hâli ile karşı karşıyayız. Kardeşliğimiz imtihan geçiriyor.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, vefatı ânının zor zamanlarında bile iki şeyi tembih hâlinde idi:

  1. Namaz, namaz, namaz!
  2. Elinizin altındakilerin, yani yetimlerin ve dulların hukukuna riâyet!

Hazret-i Peygamber’in bu iki talimatı günümüzde de bütün canlılığıyla hepimizin mes’ûliyeti. Çünkü kendi memleketimizdeki dullarımız ve yetimlerimizin yanında bugün bir de Suriyeli ve Iraklı mü’min kardeşlerimiz, oradan gelen yetimlerimiz ve dullarımız da bize zimmetli. Belki bu Ramazân-ı şerif; bize, diğer aylardan daha fazla infak yarışı ve yardımlaşma mes’ûliyeti yüklemektedir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, 125. Sayı, Temmuz 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.