Oruç Fidyesi

Oruç fidyesi nedir? Kimler oruç fidyesi verir? Oruç fidyesi nasıl hesaplanır ve ödenir? Oruç fidyesi vermenin hükmü.

Kur’an’da oruç fidyesi için şöyle buyurulur: “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumu fidye versinler.” [1] İbn Abbas (r.a) şöyle demiştir: “Bu âyet, yaşlı kimselere kolaylık getirmek için inmiştir. Orucun edası farzdır. Farzın kaza ile düşmesi gibi, edanın fidye kefâreti ile düşmesi de câizdir.”[2] “Oruca zorlukla güç yetiren” ifadesi düşkün yaşlıları kapsadığı gibi, iyileşme umudu kalmayan hastaları da kapsar. Bunun delili şu âyettir: “Allah sizin için dinde bir güçlük yaratmamıştır.” [3] Buna göre âyet; oruçlar tutmaya gücü yetmeyen yaşlıların ve iyileşme umudu kalmayan hastaların tutamadıkları oruç için fidye vermesi hükmünü getirmekte ve fidyenin miktarını da her gün “bir fakir doyumu” olarak açıklamaktadır.

ORUÇ FİDYESİ NASIL HESAPLANIR VE ÖDENİR?

Her geçen gün bünyesi zayıflayan hasta ve yaşlılar, tutamadıkları her bir gün için bir yoksulu doyurabilecekleri gibi, bir fakir doyumluğu fidyeyi Ramazan ayının başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak verebilirler. Bu fidyeyi sağlıklarında ödeyemezlerse, vefatlarından sonra ödenmesini vasiyet etmeleri gerekir. Böyle bir vasiyet yapılmış olur ve miras malının da üçte biri bunu ifaya yeterli bulunursa, mirasçılarının bu fidyeyi yoksullara ödemeleri gerekir. Vasiyet bulunmaz veya miras malının üçte biri bunu karşılamazsa, mirasçıların teberru kabilinden bunu ödemeleri tavsiye edilmiştir.

Orucu fidye yoluyla telâfi biçimi, sürekli hastalık ve yaşlılık yüzünden oruç tutamayanlara mahsus olup, bu iki durumun dışında özürlü veya özürsüz olarak farz orucu zamanında tutmayanları kapsamaz. Ancak bu kimseler oruç borçlarını kaza etmeden ölmüşlerse, mirasçıların aynı şekilde bu oruçlar için de fidye vermesi İslâm bilginlerince câiz hatta mendup görülmüştür. Çünkü yükümlünün her ne kadar kazayı geciktirme eksikliği varsa da, ölüm kaza etme imkân ve ihtimalini ortadan kaldırmış ve bir çeşit “kazaya güç yetirememe” durumuna düşmüştür.

Tutulamayan oruçların fidyesi birçok yoksula verilebileceği gibi, fidyelerin toplam tutarı topluca bir yoksula da verilebilir. Ebû Yûsuf”a göre ise tek fidyenin birkaç yoksul arasında bölüştürülmesi de mümkündür.

Fidye olarak bir yoksulu fiilen doyurmak pratik olmadığı için, başlangıçta bunun belli miktarda gıda maddesi olarak verilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Hanefîlere göre bir yoksul doyumu olan fidye miktarı buğdaydan yarım sa’ ; arpa, hurma veya kuru üzümden bir sa’dır.[4] Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakasının tutarına denktir. Günümüzde yoksulu bir gün süreyle doyuracak olan para veya malî değer, toplumun sosyal ve ekonomik seviyesi dikkate alınarak en az miktar olarak belirlenmeli, bunun üstündeki miktar konusunda yükümlü kendi sosyal durumunu dikkate almalıdır.

Hanefîler dışındaki fakihlerin çoğunluğuna göre, Ramazan orucunu bir yıl içinde kaza etmeyerek ihmal gösteren kimselerin, bundan sonraki süre içinde fidye ile birlikte kaza etmeleri gereklidir. Burada, kasıtlı olarak orucunu bozan kimseye kıyas yapılmıştır. Çünkü bunların her ikisi de orucun saygınlığını hafife almıştır. Hastalık, yolculuk, akıl hastalığı, hayız ve nifas gibi özürlere dayalı olarak orucun kazasını gelecek Ramazan ayından sonraya bırakanların ise fidye vermesi gerekmez.

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/184.

[2] bk. İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, 7. baskı, Beyrut 1402/1981, I, 159, 160; Zühaylî, age, II, 687.

[3] Hac, 22/78.

[4] Bir sa’; şer’î dirheme göre 2.917 kg., örfî dirheme göre ise 3.333 kg.dır.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

ORUÇ FİDYESİNİ VERMEYE GÜCÜ YETMEYEN NE YAPMALIDIR?

Oruç Fidyesini Vermeye Gücü Yetmeyen Ne Yapmalıdır?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.