Ortadoğu'da Yeni Planlar Eski Oyunlar

Altınoluk Dergisi yazarı Beytullah Demircioğlu “Dünya Gündemi”ni değerlendiriyor.

 ORTADOĞU’NUN Şİİ HİLALİ ENDİŞESİ

Ortadoğu çok zor bir süreçten geçiyor. Bir taraftan DAİŞ denen terör örgütünün eylemlerinin bölgesel ve küresel düzeyde ortaya çıkardığı olumsuzluklar diğer taraftan “Şii Hilali” kaygısının her geçen gün biraz daha somutlaşması Ortadoğu’nun geleceğine ilişkin karamsar düşünceleri yoğunlaştırıyor…

Neredeyse her taşın altından çıkan İran faktörü Ortadoğu’nun birçok ülkesini Iraklaştırma, Suriyeleştirme riskini de beraberinde getiriyor.  Siyasi, ekonomik, lojistik hatta askeri tüm unsurlarıyla Irak ve Suriye’deki savaşın en önemli aktörü haline gelen İran ve Hizbullah, Yemen’in de Iraklaştırılması konusunda çok büyük rol oynuyor…

İran’ın Ortadoğu’nun genelinde artın nüfuzu ve yayılmacı siyaseti uzun zamandır bölgenin en önemli gündem maddelerinden biri.

İran’ın artan bu nüfuzuna ilişkin Batı dünyası ne düşünüyor?

Washington yönetimi Sünni-Şii ayrışmasında nerede duruyor?

İzlediği politika ile ayrışmayı sona erdirmeyi mi yoksa daha da derinleştirmeyi mi hedefliyor? Hangi seçenek ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarına denk düşüyor?

ABD, İran ile flörtünden derin endişe içindeki bölgedeki müttefiklerini ikna edebiliyor mu?

AMERİKA’NIN İŞGALİNİN ARDINDAN İRAN İŞGALİ Mİ?

Bugün İran ve Hizbullah milisleri devreye girmese 300 bine yakın Suriyeli’nin katili Esed rejiminin çoktan yıkılmış olacağı bilinen bir gerçek. İran ve Hizbullah binlerce milisiyle Esed güçlerinin saflarında savaşıyor.

Irak’ta da benzer bir durum söz konusu. İran ve Irak başta olmak üzere Yemen’den Pakistan’a varıncaya kadar Şii coğrafyadan getirilen gönüllü ya da paralı milislerden müteşekkil Şii güçler İranlı General Kasım Süleymani komutasında Irak’ın Şiileştirilmesi hedefi doğrultusunda savaşıyorlar.

Gelen haberler, sosyal medyaya yansıyan görüntüler, hatta uluslararası insan hakları örgütlerinin raporlarındaki belge ve bilgilere göre söz konusu Şii milis güçler vahşette DAİŞ ile yarışıyorlar.

Irak Parlamentosunun Kürt kökenli Milletvekili Adil Nuri, Heşdi Şabi diye bilinen Şii milislerin Irak’ta DAİŞ gibi nasıl bir endişe kaynağı olduklarını şu sözlerle ifade ediyor:

"Heşdi Şabi'ye bağlı militanlar, ağzı kan dolu kurtlar gibiler. Bu militanlar, Arap olan Sünni kardeşlerine bu şekilde saldırıp, cesetlerine işkence yapıyorsa, Kürtlerle karşı karşıya kaldıklarında ne yapacaklarını düşünmek bile istemiyorum. Bu grupların Kerkük ve diğer Kürt bölgelerine yaklaşması bizi tedirgin ediyor. Çünkü bu grup ile bizim aramızda çok az ortak bağ var. Kürtler hem Sünni hem de Arap olmadıklarından dolayı açık hedef olabilirler."

Kürk kökenli milletvekili Adil Nuri bu kaygıyı dillendiren tek kişi değil. "DAİŞ ile mücadele" adı altında Irak’ın İran işgali altına girdiği vurgusu sıklıkla yapılıyor. Amerika işgalinden sonra Irak’ın, İran’ın işgali altına girmesinin çok daha kalıcı olacağından hareketle ABD işgalinden daha derin ve daha vahim yaralar açabileceği belirtiliyor.

Ortadoğu’nun önde gelen birçok analistinin yorumlarına yansıdığı şekliyle Tahran yönetiminin kendi çıkarlarını bölgenin ve ümmetin çıkarlarının üstünde tutması sebebiyle mezhebi ayrışmanın önüne geçmek bir yana çok daha derinleşmesinin önü açılıyor. DAİŞ gibi örgütlerin bertaraf edilmesini hayli zorlaştırıyor. Bugün DAİŞ yok edilse bile İran’ın bu yayılmacı politikaları sebebiyle başka adlarla da olsa yeni DAİŞ’lerin ortaya çıkmasının zemini hazırlanıyor.

Yine bu bağlamda 11 Eylül’den bu yana bölgesel ve küresel tüm kaos ortamlarını yayılmacı politikaları doğrultusunda fırsata dönüştüren Tahran yönetimi bölge ülkeleri için ortak tehdit unsuru olarak görülüyor. “Emperyal İran” algısının pekişmesine neden oluyor. Bugün komşularından Körfez ülkelerine varıncaya kadar çok geniş bir coğrafyada “Şii Hilali kaygısı” ortak bir kaygı olarak dillendiriliyor.

Suriye’de eli kanlı Esed rejimine can suyu veren, Irak’ın mezhep kökeninde bölünmesinde başat rol oynayan İran son olarak Yemen’in de Iraklaştırılmasında kilit ülke konumunda.

Akdeniz ve Hint Okyanusu arasında, dünya ticareti ve enerji geçiş koridoru açısından en stratejik noktada bulunan Yemen'de 21 Şubat'ta ABD ve İran destekli Şii Husi darbesinin ardından Husilerle Sünniler arasındaki gerginlik iç savaşa doğru hızla evriliyor. Ülkede dış destekli mezhebi çatışma riski had safhaya ulaşmış durumda. Ülkenin kuzeyini ellerinde bulunduran Husiler başkent Sana'da güneydeki Sünniler ise Cumhurbaşkanı Mansur Hadi etrafında Aden'de mevzileniyor ve ülke hızla bölünmeye doğur gidiyor.

BATI YEMEN’DE HUSİ DARBESİNE NEDEN SESSİZ?

ABD ve AB, Husilerin darbesine karşı sessiz kalarak İran'ı destekliyor. Husi hareketi kendisini Şii mezhebi üzerinden tanımlamaktan kaçınsa da, İran'ın desteğini aldığı bir sır değil. İran’ın, silah ve askeri danışmanlık gibi Irak ve Suriye’deki misyonunu Yemen’de birebir icra ettiği biliniyor.

ABD, Irak’ta olduğu gibi İran’ın Yemen'deki misyonuna destek veriyor. Washington yönetiminin bu desteğinin gerekçesi olarak da El Kaide örgütünün en tehlikeli yapılanmasının Yemen'de olması gösteriliyor.

Husilerin son ayaklanmasından önce de Arap Yarımadası'ndaki El Kaide olarak bilinen Yemen El Kaide'si bölgede çok sayıda kişinin ölümüne neden olan saldırılar düzenliyordu. Ancak ülkenin büyük bir siyasi karmaşanın içine düşmesi ve devlet sisteminin çökme noktasına gelmesiyle El Kaide'nin Yemen'de daha da güçlenebileceğini tahmin etmek zor değil.

"DAİŞ ile mücadele" adı altında Irak’ın İran tarafından işgaline sessiz kalan Batı, Yemen’de “El-Kaide’nin önüne geçecek” gerekçesinin ardına saklanarak İran’ın Yemen’deki iç savaşa müdahil olmasına göz yummuyor.

Velhasıl Irak’tan Yemen’e tüm bölgede yaşananlara bakıldığı zaman İran ile Batı arasında örtülü bir işbirliği görüntüsü olduğunu çıkartmak mümkün. Bu görüntü ABD’nin bölgedeki kadim müttefikleri tarafından kaygıyla karşılanıyor haliyle…

Yaşananlara bakıldığında hani haksız da değiller. Bu kaygıyı haklı çıkartan gerekçeler bir değil iki değil, pek çok gelişme yaşanıyor çünkü. Mesela Amerikan istihbaratının son ‘Küresel Tehdit Değerlendirmesi’ raporunda İran ve Hizbullah terör tehditleri listesinden çıkarıldı. Bu karar İran’ın yayın organlarında “İran ve Hizbullah’ın Sünni aşırılıkçılarla mücadele ettiği” tespitiyle gerekçelendirilmesi oldukça manidar bulundu Körfez ülkelerinde.

Velhasıl Washington yönetimi İran ile adı konmamış ya da üstü örtülü işbirliği içinde olduğu yönündeki kanaatin yersiz olduğunu ileri sürse de bölgedeki müttefiklerini ikna edebilmiş değil. Bunu, söz konusu ülkelerin silahlanmaya ayırdıkları devasa bütçelerden de okumak mümkün.

IHS adlı uluslararası ekonomi araştırma ve analiz kurumunun raporuna göre, İran’ın Ortadoğu’da artan nüfuzundan endişe duyan Körfez ülkelerinden Suudi Arabistan’ın, 2014'te silah ithalatı için ayırdığı bütçeyi bir önceki yıla göre tam yüzde 54 artırarak 6.5 milyar dolara çıkarması bu kaygının bir yansıması olarak yorumlanıyor. IHS’nın raporunu hazırlayan editör Ben Moores, İran’ın bölgede artan nüfuzunun yanı sıra Suudi Arabistan’ın silah ve savunma sistemlerini geliştirmek konusunda hırslı davranmasından dolayı bölgede mezhepçiliğin artacağını ve çatışmaların daha da büyüyeceğini belirttikten sonra ekliyor; “Hepimiz Ortadoğu’da bir fırtına bekliyoruz.”

İran’ın mezhep eksenli yayılmacı politikalarından ve nüfuzundan Körfez ülkeleri arasında en çok S. Arabistan’ın tedirgin olmasının sebebi ise şayet Suriye’deki savaştan da İran’ın galip çıkması halinde Tahran’ın yeni hedefinin S. Arabistan olacağı yönündeki kanaatlerin artık daha sıklıkla dillendiriliyor olması gösteriliyor…

İRAN’IN YAYILMACI POLİTİKASININ ÖNÜNE NASIL GEÇİLECEK?

Uluslararası medyada İran’a karşı bir ittifakın mümkün olup olamayacağı sorusu yoğun bir biçimde tartışılıyor. Bu meyanda Suudi Arabistan'ın bölgedeki en büyük tehlike olarak gördüğü İran ve IŞİD'e karşı, Körfez ülkeleri,  Mısır, Ürdün ve Türkiye'den oluşan Şii İran'a karşı bir 'Sünni blok' teşkiline çalıştığı öne sürülüyor. Yine bu noktada Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz’in, bir süredir 'Müslüman Kardeşler ile mücadele' olan önceliğini, 'İran ve IŞİD ile mücadele' olarak değiştirdiği ve bunu başarmak için bölge ülkeleriyle yeni bir ittifak arayışına girdiği ifade ediliyor

Peki Türkiye’nin bu konudaki yaklaşımı ne?  Bu hususta bildiğimiz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan gezisinde yeni kralla görüşmelerinde İran’ın mezhebi ve yayılmacı politikalarını masaya yatırmasıyla sınırlı…

Evet Ortadoğu için beklenen fırtınanın neler getireceğini hep beraber göreceğiz. Umarız daha fazla felaket getirmez…

Şİİ MİLİSLER DAİŞ’İ ARATMIYOR

Irak'ta Şii din adamlarının çağrısı üzerine milislerden oluşturulan 16 silahlı grup bulunuyor. Heşdi Şabi olarak adlandırılan bu gruplar, ordu birliklerinin yanında IŞİD'e karşı savaşıyor. Ancak Heşdi Şabi milislerinin, özellikle Sünni bölgelerinde "intikam almak" adı altında Sünnilere yönelik toplu katliamlar gerçekleştirdiği ileri sürülüyor. Uluslararası kuruluşlar da Şii milisleri, Musul çevresinde toplu öldürmeler gerçekleştirmekle suçluyor.

ABD ESED’İN GİTMESİNİ İSTİYOR MU?

Beşinci yılına giren Suriye krizinde ABD’nin tutarsız politikaları tartışılmaya devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Suriye’de siyasi değişim için savaş suçlusu Esed ile müzakere yapmanın kaçınılmaz olduğu yönündeki sözleri bir hayli tartışıldı ve açıklama başta Türkiye olmak üzere bir çok çevreden tepki gördü.  Washington yönetimi Türkiye, İngiltere ve Fransa’nın sert tepkisi üzerine Dışişleri Sözcüsü vasıtasıyla, “Bakan, Esed’in kendisini değil rejimin temsilcilerini kastetti” şeklinde bir açıklamayla Kerry’in sözlerini tevil etmeye çalıştı.

Ancak ABD’nin Suriye politikasında değişikliğe gitmeye hazırlandığı yönündeki yorumlar sadece Kerry’in sözlerinden hareketle yapılmadı.  CIA Direktörü John Brennan’ın “Hiçbirimiz; Rusya, ABD,  ve bölge ülkeleri; Şam’da hükümet ve siyasi kurumların çöküşünü görmek istemiyoruz” açıklaması ABD’nin Suriye politikasına yönelik kuşkuları ziyadeleştirdi. Brennan; “Suriye’nin bazı bölgelerinde IŞİD ve El Kaide’yi içeren unsurlar yükselişte. En son isteyeceğimiz şey onların Şam’a yürümesine izin vermek” şeklinde demeci aslında her şeyi açıklıyor…

Washington’dan üst üste gelen “Suriye’de Esed’e yer yok” açıklamalarına rağmen siyasi analizlerde ABD’nin Suriye konusunda samimi olmadığını söylemek için uzman olmaya gerek yok zannımızca.  Suriye’deki gelişmeleri takip eden herkesin ABD’nin Suriye politikasındaki zikzakları görmesi hiç de zor değil.

Esed’in Amerikan çıkarlarına çok da zarar vermediği kanaatinin Washington çevrelerinde uzun zamandır paylaşıldığı biliniyor. Hatta bir başka değerlendirmeye göre ise Suriye’de devam eden bir savaşın Amerika’nın yararına olduğu düşüncesi Washington’daki etkili çevrelerde kabul gören bir görüş haline geldiği artık daha cesur ifade ediliyor!!!

ABD’NİN IRAK YALANI 13 YIL SONRA ORTAYA ÇIKTI

2003 yılında Irak'ı işgal eden ABD'nin işgale kılıf olarak gösterdiği raporun gerçekleri yansıtmadığı ortaya çıktı. Bush yönetiminin Irak'ı işgal edebilmek için, "Irak'ın kitle imha silahı var" şeklinde iddialar ortaya atarak gerçekleri yansıtmayan bir raporla Kongre'den izin aldığı resmen ortaya çıktı. ABD merkezli Vice News sitesi söz konusu raporun orijinalinin büyük bir kısmına ulaştı. Bilgi edinme yasası aracılığıyla CIA'den alınan rapora göre, Saddam Hüseyin yönetiminin kitle imha silahı ürettiği iddiasının teyidi için yeterli delil olmadığının aslında Bush yönetimine bildirildiği ortaya çıktı.

RUSYA KIRIM’I BİR SENEDE İÇ ETTİ

Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesine imkan tanıyan imzanın üzerinden bir yıl geçti ve bu bir yılda Kırım’ın her yönüyle Ruslaştırıldığı belirtiliyor. Ülkede yaşanan değişimler Kırım Türklerini derinden etkiledi. Bölgeyi askeri üs haline getiren Ruslar Kırım Haber Ajansı'nın faaliyetlerini sonlandırdı. Rusça, Ukraynaca ve Tatarca ülkenin resmi dili olarak kabul edilmesine rağmen, okullarda Rusça zorunlu, diğer diller seçmeli ders oldu. Birinci sınıf öğrencilerinin kitaplarına İncil'den bölümler eklendi. Kırım'ın yeni yönetimi, Rusya vatandaşlığına girme zorunluluğu getirdi, Rus pasaportu verildi.

Kaynak: Beytullah Demircioğlu, Altınoluk Dergisi, Nisan 2015, 350. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.