Neyin Peşindeyiz?

Her şeye taşıdığı değer kadar itibar edilmelidir. Geçici olanın sevgisi de geçicidir. Allah ise Hayy (diri), Kayyûm (her şeyi görüp gözeten) ve lâ yemût (ölümsüz)dür. Gözü ve gönlü Bâki olana çevirmek, hep O’nun rızasını gözetmek en akıllı iştir. Kalıcı olanın peşinde koşmak yorgunluk ve pişmanlık getirmez.

Hayatta herkesin ulaşmak istediği hedefler vardır. Zaten hayatı anlamlı ve yaşanmaya değer kılan şeyler de hedef ve gayelerdir. Gayesiz ve hedefsiz bir hayatın ne tadı ne de anlamı vardır. Hayatı sağlıklı, varlıklı ve huzurlu geçirmek ortak hedeflerdendir. Rahat ve huzurlu bir hayat sürmek herkesin hedefi olmakla beraber sadece geçici dünya hayatına yönelik gaye, hedef ve gayretler nihai manada huzur ve mutluluk sağlayamaz. Zira düşünen insanın ebediyete yönelik de bir ufku ve hedefi vardır.

Yüzü ve yönü ebediyete yönelik olanların yanıp sönen, doğup batan, açıp solan, kaybolan şeylerle tatmin olması mümkün değildir. Hz. İbrahim’in Babillileri ilzam için yıldızı, ayı ve güneşi görüp “Bunlar mı benim rabbim” deyip, battıklarını görünce de; “Ben batanları sevmem” demesi, insan ruhunun ancak kalıcı gerçeklerle tatmin olacağına işaret etmektedir.

İnsanın en temel arzusu yok olmamaktır. Normalde ölümsüzlük herkesin ortak emelidir. Bütün mücadeleler var olma mücadelesidir. İnsan fıtratı yalan söylemez ve olmayacak şeyi istemez. Ruhun ölümsüzlük isteği ölümsüzlüğün en açık ispatıdır. Yunusumuz ne güzel söylemiş: “Ölürse tenler ölür / Ruhlar ölesi değil.” Madem ki fani hayatın ötesinde bâki bir hayat ve alem var. Öyle ise insanın asıl hedefi o bâkî hayat ve âlemi kazanmaya yönelik olmalıdır. Filozof Maorri’nin dediği gibi; akıllı insan, sonu yokluk olan varlıklara aldanmaz. Er veya geç seni bırakan veya senin bırakmak zorunda olduğun şeyler daimi mutluluk kaynağı olamazlar. Üstelik bu geçici varlıkları kaybetmenin üzüntüsü, sahip olmanın sevincinden daha fazladır.

BAKİ KALACAK SALİH AMELLER

Gerek ve zaruret olmadıkça kaybedildiğinde üzüntü sebebi olacak şeylerin peşine düşmemek gerekir. Bu aynı zamanda zaman ve emek israfıdır. İnsan kaybetmek için kazanmaz, fakat istemezse de pek çok şeyi kaybeder. Kaybedilmeyecek şeylerde vardır. “Mal ve çocuklar dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise Rabbinin katında hem sevap bakımından,  hem de ümit bakımından daha hayırlıdır.” (Kehf, 46)

Elde etmek için kavga ettiğimiz, cinayet işlediğimiz nice varlıklar biz bu dünyadan göçtüğümüzde arkamızdan bir damla gözyaşı bile dökmezler. Sahip olmak için çırpındığımız, peşlerinde koştuğumuz eşya ve mallar arkamızdan üzülmek şöyle dursun, öldüğümüzü bile hissetmezler. Bizi tanımayan, ancak dünyada bize yarar sağlayan şeyler sade bir vasıtadan ibarettirler. Onların gaye haline getirilmesi abestir. Köleye köle olunmaz. Bütün dünyevi imkanlar dünya ve ahiret saadetine vesile oldukları nispette değerlidirler. Yerinde kullanılmadığı takdirde felakete dönüşürler.

Her şeye taşıdığı değer kadar itibar edilmelidir. Geçici olanın sevgisi de geçicidir. Allah ise Hayy (diri), Kayyûm (her şeyi görüp gözeten) ve lâ yemût (ölümsüz)dür. Gözü ve gönlü Bâki olana çevirmek, hep O’nun rızasını gözetmek en akıllı iştir. Kalıcı olanın peşinde koşmak yorgunluk ve pişmanlık getirmez. Sadece yolunda olmak bile sevinç kaynağıdır. Asıl kazanç Mevlâ’nın rızasını kazanmaktır. “Ey iman edenler! Acı verecek bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve peygamberine inanırsınız. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Böyle yaparsanız, Allah günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Adn cennetlerindeki güzel meskenlere yerleştirir. İşte büyük kurtuluş budur.” (Saff, 10-12)

“Allah’ın kitabını okuyanlar, namazını kılanlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve aşikar olarak Allah yolunda harcayanlar asla zarar etmeyecek bir ticaret umarlar. Çünkü Allah onların mükafatlarını tam olarak verecek ve kendi lütfundan onlara fazlasını da ihsan edecektir.” (Fâtır, 29-30)

NİYET DÜZGÜN OLMAZSA KAZANÇLAR KAYBA DÖNÜŞÜR

Ebedi hayatı kazanmaya yönelik her gayret semerelidir. Patron işçisine haksızlık edebilir fakat Allah, kuluna asla haksızlık etmez. Mevla âdildir, cömerttir, fazlasıyla verir. O’nun yolunda zarar söz konusu değildir. Dünyada fani ve batıl şeyler peşinde ömür tüketen, ter döküp saç ağartan niceleri vardır ki emekleri boşa gitmiştir. “O gün bir takım yüzler vardır ki, rezillikten alçalmışlardır. Onlar kızgın bir ateşe gireceklerdir.” (Ğaşiye, 1-4) Çalışmak, yanılmak ve sonunda kızgın ateşe girmek ne korkunç felakettir. Sanki ateşe girmek için çalışmak ve yanılmak.. İnsan kazanmak için çalışır ve yorulur. Fakat hedef doğru tayin edilmez, niyet düzgün olmazsa kazançlar çok defa kayba dönüşür, emekler boşa gider, gayretler hüsranla sonuçlanır.

Mevlâna, anlamsız gayeler peşinde koşmayı, uçan kuşun yerdeki gölgesini avlamak için koşmaya benzetir. Böyle bir koşmanın neticesi kuru bir yorgunluktan ibarettir. “İnkar edenlerin amelleri engin bir çöldeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder. Nihayet ona geldiği zaman hiçbir şey bulamaz.” (Nûr, 39)

Allah’ın mülkünde O’nun verdiği imkanları kullanarak O’nun rızasına aykırı işler peşinde koşanların emekleri hebadır. “Rablerini inkar edenlerin amellerinin hali, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. İşte bu, haktan uzak bir sapıklıktır.” (İbrahim, 18)

Peygamberler, onların izini takip eden büyük insanlar hep büyük gaye ve hedef peşinde olmuşlardır. Sahip olduğumuz bütün güzellikler onlar vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Kalıcı eserler onların eserleridir. Gayeleri şehvet, şöhret ve servet olanlar ise bu süflî gayelerine ulaşmak için her türlü şenaat ve denaeti irtikap etmişler. Geride hatıra olarak sadece yıkım, kan ve gözyaşı bırakmışlardır.

ASİL DAVA VE İDEALLER PEŞİNDE OLMAK HAYATI YÜCELTİR

Hayatı sadece yemek-içmek, zevk ve sefa, şan ve şöhret, lüks ve servetten ibaret görenler asaletten ve her türlü insani hasletten mahrum sefil mahluklardır. Asil dava ve idealler peşinde olmak hayatı yüceltir ve anlamlı kılar. Büyük fizikçi Albert Einstein (Aynştayn) bu hususta şunları söylüyor: Herkesin bazı ülküleri var. Her insan, bu ülkülerinin ardına düşmüş, koşup gidiyor. Benim ülkülerim şunlardır: İyilik, güzellik, doğruluk. Beni hiçbir zaman konfor ve refah ülküleri saramadı. Konfor ve refaha ulaşmak isteyen bir ülkü ve sistem bana daima sığır çobanına yaraşan bir şey gibi görünmüştür. Sanat ve ilim aramalarında, en derin, en uzanılmayacak yerler ardından koşmak olmasa hayat bence bomboştur. Çocukluğumda dahi insan ihtirasının müptezelleri üstünde dolaşmayı bir zül bulurdum. Mal ve mülk, lüks hayat, şöhret sahibi olma, bunları ben hiç özlemedim. Öteden beri mütevazi hayata gönül vermişimdir. Bunun hem bedene, hem ruha faydalı olduğuna kaniyim.” (R. Balaban, İlim, Ahlak, İman, s. 92)

İnsanların değeri yaptıkları işlerin değerleriyle ölçülür. Kendini aşamayan, geleceğin inşasında en ufak bir katkısı olmayan kimselerin ne değeri olabilir? Gelecek nesiller için yatırım yapanlar, faydalı eserler ortaya koyanlar daima hayır ve rahmetle anılmakta, hak ve adalet yolunun rehberleri olarak görülmektedirler.

Eskimez, solmaz ve pörsümez değerlerin peşinde olmak, böylece hayatı anlamlı ve değerli kılmak, bu hayat yolculuğunun sonunda Mevlâ’nın rızasına ve ebedî saadete erişmek.. İşte bütün mesele.

Asıl mesele ve gaye bu olması gerekirken insanların çoğu oyuncaklarla oyalanan çocuklar gibi değersiz şeylerin peşinde ömür tüketiyorlar. Merhum Seyyid Kutub, tefsirinin mukaddimesinde bu durumu şöyle ifade ediyor; “Kur’anın gölgesinde, yer ehlinin önem verdiği küçük ve değersiz şeyleri seyrederek yaşadım. Bir büyüğün çocuklarının davranışlarını, kırık dökük konuşmalarını seyrettiği gibi, ellerindeki oyuncaklara nasıl değer verdiklerini, onlarla nasıl sevindiklerini seyrede ede yaşadım.”

Neticede oyun biter, akşam olur, eve dönme vakti gelir. El boş, kese boş olarak dönmenin üzüntüsüyle baş başa kalmak ne büyük üzüntüdür. “Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aramızda bir övünme, mal ve evlat çoğaltmada bir yarışmadan ibarettir. Bu, bir yağmur gibidir ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider sonra kurur da sen onu sapsarı bir halde görürsün. Sonra da çerçöp olur. Ahirette ise şiddetli bir azap da vardır, Allah’ın rızası ve bağışlaması da vardır. Dünya hayatı bir geçimlikten ibarettir. Siz Rabbiniz tarafından bağışlanmaya genişliği yerle göğün genişliği gibi olan cennete koşun. (Hadid, 20-21) Geçici şeylerin peşinden koşmak yorgunluk, hasret ve nedametten ibarettir.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 172. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.