Ne Mutlu O Çirkine!

Hazret-i Mevlânâ'dan kalbimize akan sözler...

Hazret-i Mevlânâ buyuruyor: “Ey dünyada diken tohumu eken kişi! Kendine gel. Sakın ektiğin dikeni bülbüllerin şakıdığı gül bahçesinde arama, kendi kusurunu gülistâna yükleme.” “Sen hangi akılla ayın yüzünde leke ve kusur görmeye, cennette diken toplamaya kalkışıyorsun. Ey gül değil de diken arayan kişi! Sen cennete bile girsen, orada kendinden başka diken bulamazsın!..”

Hazret-i Mevlânâ, devamla böyle müfsitlere karşı gönülleri îkâz eder: “Kimileri vardır, insan yiyen canavar gibidir. Onların selâm vermeleri ve ağızlarından dökülen «lâ havle» sözleri, hep bulanıktır. Çünkü gönülleri şeytan yatağıdır. Kendileri de insan şeytanıdır.Kimileri de dostunun postunu yüzmek isteyen kasaplara benzer. Bir yandan «canım, dostum» der, diğer yandan bıçağını hazırlar. Hâsılı derini yüzmek için seni kandırır, yüzüne güler, tatlı, okşayıcı sözler söyler. Hâl böyleyken düşmanların sunduğu afyonu yutanın vay hâline.”

Bu durumdaki her insan, yücelikten habersiz kaldığı, ilâhî aşkı tatmadığı ve merhamet dünyasından da nasip almadığından dolayı, insanlığını kendisine sadece bir maske olarak kullanır. Böyleleri fikir olsa, hakîkati öldürür; şâir olsa ruhları çürütür; ahlâk savunucusu kesilse, ahlâkı mahveder. Hazret-i Mevlânâ buyurur: “Böyleleri, eline bir gül bile alsa, o gül başkalarına diken olur. Bir dostun yanına gitse, onu yılan gibi sokar.” Cenâb-ı Hak, bu gâfillerin hâlini şöyle beyân buyurur: “Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman: «Biz ancak ıslâh edicileriz.» derler. Şunu bilin ki, onlar fesatçıların tâ kendileridir, lâkin (bunlar böyle olduklarının) farkında değillerdir.” (el-Bakara, 11-12)

O hâlde kişinin, kendi nefsânî karar, istek ve hırsları değil, Allâh’ın arzu ve murâdı önemlidir. Dînî motif ve prensipleri kullanarak kendi menfur emellerini gerçekleştirmek isteyenler, aslında bütün bunlardan münezzeh olan Allâh’ın rızâsını kaybedenlerdir. Nitekim yeryüzünde bozgunculuk yapmış ve hattâ peygamberlerini bile öldürmüş bir topluluğa ve benzerlerine Allâh Teâlâ şöyle buyurur: “İsrâiloğulları’na: «Kim, herhangi bir cana kıymayan veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayan bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş, kim de bir kimsenin yaşamasına sebep olursa, bütün insanları yaşatmış gibi olur» hükmünü yazdık (farz kıldık). Şüphesiz ki onlara peygamberlerimiz açık delillerle geldiler. Yine de bundan sonra onların birçoğu yeryüzünde (her hususta) aşırı gitmektedirler.” (el-Mâide, 32) Çünkü haksız yere birini öldüren kâtil, nefislerin mâsumluğuna saldırmış, onlara yaşama hakkı tanımamış ve bu hareketiyle de başkalarına bu hususta cesaret vermiş olur. Şu hâlde, bir kimseyi öldüren herkesi öldürmüş gibi Allâh’ın gazabını ve büyük azâbını hak etmiş olur. Her kim de bir nefse hayat verir, yâni affetmek veya öldürülmesine engel olmak sûretiyle, onun hayatının devamını sağlarsa âdetâ insanların hepsine hayat vermiş gibi olur.

Bu ölçüler ışığında İslâm’ı bir âb-ı hayâta, yâni ebedîlik veren bir suya benzeten Hazret-i Mevlânâ: “Âb-ı hayatın kıyısında kimse ölmez.” diyerek bu ilâhî dînin hassâsiyetini yansıtır. Diyebiliriz ki, İslâm’ın bütün prensip ve umdeleri hep böylesi hassâsiyetler etrafında halkalanır. Bu itibarlaİslâm, her vesîleyle insanları, önce doğru bir inanç, sonra en güzel davranışlar ve bunlara bağlı olarak da merhamet, hizmet, ilim, nezâket, hukuka riâyet ve yüce bir ahlâk gibi vasıflarla yoğurur ve böylece gerçek mânâda ihyâ eder. Günümüzde bir mümini îmân vecdi içerisinde yaşatacak, nefsinin tasallutundan kurtararak rûhunu derinleştirecek ve zarifleştirecek haslet ancak merhamettir. Merhametin meyveleri ise, cömertlik, tevâzu, hizmet, affetmek ve hasedden kurtulmaktır. Bunların hepsinin kaynağı ise îmândır.

Nefsânî menfaat endişelerinden uzak her samîmî hizmet, nefsi aşarak hâl ve hareketlerle insanlara ve mahlûkâta ulaşırsa, kulu Allâh’a yaklaştırır. Ancak mahlûkâta hizmetle kalbimizdeki ümit kapıları açılabilir ve vuslata erme imkânımız artar. Aksi hâlde, davranışlarımızda görülen bunca nefsânî meyiller ve sıfatlar, dünyaya gelişimizin ana gâyesini gölgeleyebilecek kadar çetindir.

Hâsılı, îmân ve bunun neticesi olan güzel davranışlar manzûmesi, İslâmî huzur ve saâdetin temel umdelerini teşkil eder. Bunun için sâlih müminler; akıl ve gönüllerini Hakk’a yönlendirip, âzâlarını da hayırlı, iyi ve faydalı işlere tahsîs ederek güzel amellerle dolu bir hayât sürerler. Bütün bunlardan sonra Hazret-i Mevlânâ’nın dediği gibi: “Ne mutlu o çirkine ki güzeller güzeline râm olur. Vay o gül yüzlüye ki, kış gibi soğuk bir kimseye dost olmuştur.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Vakıf-İnfak-Hizmet, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.