Nâfile İbâdetlerin Fazîleti

İslâm’da, zikrettiğimiz farzların hâricinde başka ibadetler de vardır. Nâfile ibadetler, zikir, tesbîh, duâ, Kur’ân tilâveti gibi… Bu tür ibadetler için muayyen bir sınır tayin edilmemiş, herkesin gücü nisbetinde yapması tavsiye edilmiştir. Herkes bu ibadetleri ihlâs ve samîmiyetle yaptığı nisbette seviye kazanacaktır.

Cenâb-ı Hak, cinleri ve insanları kendisine ibadet (kulluk) etmeleri için yaratmıştır. Bunun için, hayatın her safhası büyük-küçük ibadetlerle süslenmelidir.

Diğer taraftan, Cenâb-ı Hak, kulları için dâimâ kolaylık murâd etmektedir. Bu sebeple kulluğu onlara kolaylaştırmıştır. Her seviyedeki insanın kolayca girebileceği nice hayır kapıları açmıştır. Akl-ı selîm sahibi her insan Rabb’inin isteklerini kolayca yerine getirmek sûretiyle O’nun rızâsını kazanabilir.

Nitekim Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:

“Kardeşine göstereceğin tebessüm, bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır. Gözü görmeyen kimseye yardımda bulunman sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp kenara atman sadakadır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36/1956)

“Biriniz, yapacağı en küçük iyiliği dahî aslâ hakir görmesin! Yapacak hiçbir şey bulamazsa kardeşini güler yüzle karşılasın! Eğer et satın alır ya da bir tencere yemek pişirirsen, suyunu biraz fazla koyup, ondan komşuna da bir miktar ikram et!” (Tirmizî, Et’ıme, 30/1833)

İBÂDETLERDE NİYET VE SAMİMİYET

İhlâslı bir mü’min, Allah yolunda attığı küçük bir adım ile uzun mesâfeler kat eder ve büyük mükâfatlara nâil olur. Nitekim âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Kim (Cenâb-ı Hakk’ın huzûruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezâlandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.” (el-En‘âm, 160)

Bir hadîs-i kudsîde Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kul(um) Bana bir karış yaklaştığı zaman, Ben ona bir arşın yaklaşırım; o Bana bir arşın yaklaşınca Ben ona bir kulaç yaklaşırım; o Bana yürüyerek geldiği zaman, Ben ona koşarak varırım.” (Buhârî, Tevhîd 50; Müslim, Zikir 2, 3, 20-22, Tevbe 1)

Kişinin niyeti ve samîmiyeti nisbetinde, günlük işleri bile ibadet hâline gelir. Meselâ, farz olan ibadetleri yerine getiren bir mü’min, helâlinden kazanarak âilesinin maîşetini temin etmeyi ve onları İslâmî terbiye ile yetiştirmeyi düşünerek çalışırsa, hem mal kazanır hem de ibadet sevabı alır. Yemek yiyen kimse, sağlığını muhafaza ederek ibadet hayatına devam etmeyi hedeflerse, o da niyetine göre ecir alır.

Velhâsıl, farzı ve nâfilesiyle İslâmî ibâdetlere kim daha fazla ehemmiyet verirse, o daha çok seviye kazanır. Ve bu gayretlerinin karşılığını hem dünyada hem de âhirette görür. Bu sebeple ashâb-ı kirâm hazarâtı, ibadet ve hayır mevzuunda birbirleriyle yarış hâlindeydiler.

Ebû Hüreyre -radıyallahu anh- şöyle anlatır:

Mekke’den Medîne’ye hicret eden müslümanların fakirleri Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Varlıklı müslümanlar Cennet’in yüksek derecelerini ve ebedî nîmetleri alıp götürdüler!” dediler. O zaman Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Hayrola! Onlar ne yaptılar ki?” diye sordular. Fakir Muhâcirler:

“–Bizim kıldığımız namazı onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Üstelik onlar sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz. Köle âzâd ediyorlar, biz edemiyoruz!” dediler. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-:

“–Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?” diye sordular. Ashâb-ı kirâm:

“–Evet, söyleyiniz ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler. Rasûl-i Ekrem -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“–Her farz namazın peşinden otuz üçer defa sübhânallah, elhamdülillah, Allâhu ekber dersiniz.”

Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem-’e tekrar gelerek:

“–Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız tesbihleri duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar?!” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:

“–Ne yapalım! Artık bu Allâh’ın bir lûtfudur; Allah lûtfunu dilediğine verir.” (Buhârî, Ezân 155; Deavât 18; Müslim, Mesâcid 142; Ebû Dâvûd, Vitir 24)

İSLÂM'IN GETİRDİĞİ HER İBÂDETİN HİKMETİ VARDIR

Velhâsıl, İslâm’ın getirdiği her bir ibadetin pek çok hikmet ve faydası mevcuttur. Biz burada onların tamamını zikredebilmiş değiliz. Bu hikmet ve faydaların bir kısmı zamanla keşfedilebileceği gibi büyük bir kısmı da âhirette anlaşılacaktır.

Ancak şunu unutmamak îcâb eder ki, ibadet ederken bu tür maddî ve dünyevî faydaları düşünmek doğru değildir. Zira Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:

“Ameller niyetlere göre değer kazanır. Kişi neye niyet ettiyse onun karşılığını alır…” buyurmuşlardır. (Müslim, İmâret, 155)

İBÂDETLER CENÂB-I HAKK'IN RIZÂSI İÇİN YAPILMALIDIR

Bir müslüman, ibadetlerini sadece Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanabilmek için yapmalıdır. Bunun yanında gelen diğer faydaları da Allâh’ın kullarına olan ikram ve ihsanları şeklinde düşünmelidir. Bunlar için de ayrıca Allâh’a hamd ve şükür etmelidir.[1]

Yine unutmamak gerekir ki niyetler, amellerden daha üstündür. Horasan melik ve kahramanlarından Amr bin Leys’in hâli buna güzel bir misâldir. Vefâtından sonra onu sâlih bir zât rüyâsında görmüştü. Aralarında şu konuşma geçti:

“–Allah sana nasıl muâmele etti?”

“–Allah beni affetti.”

“–Allah seni hangi amelin sebebiyle affetti?”

“–Bir gün bir dağın zirvesine çıkmıştım. Yüksekten askerlerime bakınca, sayılarının çokluğu hoşuma gitti:

«Keşke Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- zamanında yaşasaydım da O’na yardım edip destek olsaydım...» diye hislendim. İşte bu niyet ve iştiyâkıma karşılık yüce Allah beni mağfiret etti.” (Kadı Iyâz, Şifâ, II, 28-29)

Dipnot: [1] İbadetlerin faziletleri husûsunda tafsîlât için bkz. Osman Nûri Topbaş, İslâm Îmân İbadet, s. 192-418. http://islamicpublishing.net/, http://www.hudayipress.com/books_en/islamimanibadet_ing.pdf)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.