Sade Hayatı Neden Terk Ettik?

Dünyada işlenen meta ve eşyanın artması yanında, elbette reklam ve pazarlama yoluyla bize dayatılan hayatları yaşamaya zorlandık. Peki insanı huzurlu kılan, gücünün üstündeki sınırları kazanıp harcama yoluyla zorlamayan sade hayatı neden terk ettik?

Bütün canlılar gibi insanoğlu muhtaç olarak dünyaya gelir. Yaşaması için bu ihtiyaçlarının giderilmesi elzemdir. Modern hayatla birlikte insanoğlu daha çok şeye ihtiyacı olduğunu hissetti ya da ona hissettirildi. Kişiye hizmeti olmayan ya da çok az olan eşya ve ürünler en az diğerleri kadar hayatımızda yer işgal ediyor. İşte böyle zamanlarda “minimalist yaşam” adı verilen hayata, eşyaya bakışı sadelik ve basitlik yönünden temsil ettiği iddia edilen yeni bir davranış ve tutum özelliğinden bahsedilir oldu. Bu yeni tavır ve tutum, kısaca her şeyi basit tutmak ve hayatınızda size hizmet etmeyen şeyleri ortadan kaldırmakla ilgili. İddia o ki, gereksiz her şeyi ortadan kaldırmaya odaklanan kasıtlı bir hayatla, dağınık, materyalist veya aşırı meşgul bir yaşamdan daha fazla özgürlük ve tatmin bulursunuz. Bu durum kıtlıkla yaşamakla ilgili değil. Aksine, size neşe, huzur, büyüme ve üretkenlik getiren en önemli şeyleri basitlikle bulmaktır. Faaliyetleriniz, zihniyetiniz, sahip olduğunuz şeyler ve zamanınızı kullanma söz konusu olduğunda neyin önemli olduğuna odaklanmakla ilgilidir.

Yüce Rabbimiz kitabında, muhtelif ayetlerde; mallarla ve canlarla imtihan edileceğimizi,  malları (eşyaları) bir yığma tutkusu ve hırsıyla sevdiğimizi, geride kalanların kendilerini malları ve ailelerinin meşgul ettiğini söylediğini beyan etmektedir. Hadid Suresi’nin 20. ayeti aslında hayatın nimetlerini sadelikten yana kullanmayanların durumunu özetler nitelikte. Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusudur.”

Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullah’il-Baliğa adlı eserinde, “İhtiyaçların Karşılanması Yollarının Öğrenilmesi” başlığı altında, Allah Teâlâ’nın insana ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını ilham ettiğini kaydeder. İnsan; yeme, içme, cinsî ilişki, güneş ve yağmurdan korunma, kışın soğuğa karşı ısınma ve benzeri konularda hemcinsleriyle hep aynı ihtiyacı duyar. İlkin bu ihtiyaçların karşılanması için insanın bir şeye yönelmesi re’y-i küllîden kaynaklanır. İnsanoğlu hayvandan farklı olarak tabii bir saik olmaksızın faydalı olacağını düşündüğü bir davranışta bulunabilir. İkinci olarak insan, ihtiyaçlarının tatmini yanında zarafet ve güzellik de arar, gözünün aydın olmasını, nefsinin bir haz almasını da ister. Bunun sonucu olarak da eşin güzelini, yemeğin lezzetlisini, elbisenin kalitelisini, evin lüksünü arzular. Üçüncü olarak da insanlar ihtiyaçları giderme yollarını kendileri bulur ya da taklit yoluyla öğrenirler. Bu üç özellik bütün insanlarda eşit olarak bulunmaz. Çünkü insanlar farklı tabiatlara sahiptirler. Akıllar da farklı akıllardır. Bundan dolayı ihtiyaçları eşitlemek doğru değildir; ancak ihtiyacın fazlasını aramak, biriktirmek, bunu bir süs ve statü aracı yapmak herkes için de aynı ve eşit değildir.

SADE HAYATI NEDEN TERK ETTİK?

İnsanı huzurlu kılan, gücünün üstündeki sınırları kazanıp harcama yoluyla zorlamayan sade hayatı neden terk ettik? Dünyada işlenen meta ve eşyanın artması yanında, elbette reklam ve pazarlama yoluyla bize dayatılan hayatları yaşamaya zorlandık. Ancak psikolojik nedenler de mevcut. Nedenlerden biri, kişisel seviyede narsisizm. Narsisizm; iddiacılık, dediği dediklik, ikili ilişkilerde sürekli üstün olma arayışı ve her konuda benmerkezcilik olarak tanımlanıyor. “Ben her şeyin en iyisine layığım” mantığı tabii olarak insanları, imkânlarının ötesinde harcamaya itiyor. Eşya almada ve tüketimde narsisizm, kişiye statü ve itibar veren ürünler, pahalı otomobiller, büyük ve güzel ev ya da güç, statü ve ince zevk sergileyen herhangi bir şey almak ya da kullanmakla ilgili. Son yıllarda harcamalarda görülen artış ve sonu gelmeyen eşya biriktirme merakımız bir hastalığa dönüştü. “Hayatınızı en güzel biçimde yaşayın ve kendinizi ödüllendirin” düşüncesi bir nevi “kültürel narsisizmi” doğurdu. Öte yandan reklam sloganları, maddeci bir hak iddia ediciliğini bir erdemmiş gibi utanmazca teşvik ediyor. Toplum üzerinde etkisi olan kişiler, kendilerini takip eden, dikkate alan kimselere sözde ışıltılı hayat tarzlarını sunuyor ya da görgüsüzce gözlerine sokuyor. Sahip olduklarıyla gösteriş yapıyor, çekicilikleri, karizmaları ve etkileri ile maddeciliği cazipleştiriyorlar.

Amerikalı ekonomist ve sosyolog Thorstein Veblen, Aylak Sınıfının Teorisi (1899) adlı çalışmasında “gösteriş amaçlı tüketim” kavramından bahseder. Veblen, kapitalizmde insan davranışının büyük ölçüde sosyal takdir, statü ve güç mücadelesi tarafından belirlendiğini savunur. Bu da en çok harcama ve boş zaman faaliyetlerinde ortaya çıkar. Gösteriş amaçlı tüketim, bir kişinin kendi ekonomik ve maddi zenginliğini toplumun diğer üyelerine sergilemek için aslında ihtiyaç duyulmayan ürün ve eşyaların satın alınmasına, biriktirilmesine ve harcanmasına işaret eder.

“Maddi öykünme” Veblen’in ortaya attığı başka bir kavram. Bu kavram, daha alt sosyal sınıf gruplarından kişilerin, kendilerinden sosyal olarak üstün olanların harcama ve tüketim alışkanlıklarını bilinçli veya bilinçdışı bir biçimde taklit etmeye çalışmasını ifadelendirir. Söz konusu kişiler, toplumda sosyal olarak en güçlü ve hâkim gruplarla bağlantılarını ortaya koyma çabası içindedirler. Bütün bu davranışların temelinde sahiplik fikri bulunuyor. İnsanoğlu doğrudan maddi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra ihtiyacı olmayanları ya da fazlasını belli bir sosyal grubun kimliği ve hayat tarzına yakınlığın göstergesi olduğu için alıyor.

Çözüm her şeyden önce şuurlu bir kazanan, satın alan, tasarruf eden, paylaşan ve harcayan insan olmaktan geçiyor. Bize sunulan nimetlerden şuurla faydalanmak, lüks ve gösteriş amaçlı tüketimden uzak durarak, sadece ihtiyaç temelli tüketim davranışını benimsemek şarttır.

Kaynak: Ali Can, Altınoluk Dergisi, 2021-Şubat, Sayı:420

İslam ve İhsan

DÜNYAYA KARŞI SAHABE TAVRI

Dünyaya Karşı Sahabe Tavrı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.