Miras Hukukuna Uyuyor Muyuz?

Peygamber Efendimize (s.a.v) layık bir ümmet olmaya çalışıyor muyuz? Kendi nefsimizi muhasebe ediyor muyuz? Müslüman olarak İslam'ın emrettiği gibi miras hukukuna, aile yaşantısına, ibadet hayatımıza ne kadar dikkat ediyoruz? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi İslam'ın bizden istediği müslüman profilini anlatıyor... 

Kendimizi muhasebe edeceğiz. Cenâb-ı Hak bizi en yüksek Peygamber’e ümmet kıldı.

Efendimiz’in namazı nasıldı? Çünkü Cenâb-ı Hak:

“Mü’minler felâh buldu, onlar ki namazı huşû ile kılarlar.” (el-Müʼminûn, 1-2)

Cenâb-ı Hakk’ın huzûru olduğunun, bir şuuru ile kılarlar.

Demek ki düşüneceğiz:

اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ

“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyruluyor. (Buhârî, Edeb, 96)

اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰیكُمْ

(“…Allah indinde en kıymetliniz (keremliniz), en çok takvâ sahibi olanınızdır...” [el-Hucurât, 13]) buyruluyor.

Demek ki düşüneceğiz daima, namaza geldik câmiye, şimdi ben namaza duracağım; Allah Rasûlü’nün kıldığı namazla, ashâb-ı kirâmın kıldığı namaz nasıl? Ne kadar namazda bir huşû içindeyim? Cenâb-ı Hak huşû içindeki bir namazı bize emrediyor. Ki o bizi fahşâdan, yanlışlıktan, bir sürü şeyden korusun.

Efendimiz ne buyuruyor:

“Namazı benden gördüğünüz gibi kılın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18) Benim kıldığım gibi kılın, buyruluyor.

Diğer taraftan düşüneceğiz:

Benim kazancım nasıl? Bir şüpheli bir şey var mı?

Bir dükkânı bir kiraya verdim. Onu ehil bir kimseye mi verdim, yanlış iş yapan bir kişiye mi kiraya verdim?

Hak-hukuka dikkat ettim mi? Altımda çalışan işçinin vesâirenin, günü gününe onun şeyini verdim mi?

Miras… Mirasta bir hak yedim mi kardeşler arasında. Cenâb-ı Hak; kızın da hakkı var, oğlanın da hakkı var, ananın da hakkı var, babanın da hakkı var vs. var. Bunu hakikaten bir, yakınım öldü, gidip bunu ehil bir hocaefendiye sordum mu, yani bunu ben bu mirası nasıl dağıtacağım? Kendine göre dağıttın; kıyamette onun hesabı var. Lokmaya da haram girmiş oluyor. Diğer kardeşlerinin hakkını yemiş oluyorsun. Çok mühim bu…

İbadetler de bu senin kazancına bağlı. Hacca gelir diyor, “lebbeyk” der diyor. Ona “la lebbeyk” “sen retsin” denir buyruluyor. “Sende haram var” denir buyruluyor. (Bkz. Heysemî, III, 209-210)

Onun için miras hukukuna çok dikkat etmek lâzım.

Diğer taraftan, benim merhametim, şefkatim, hizmetim nasıl; Efendimiz’in nasıldı?

Sahâbî diyorlar ki; Efendimiz merhametten, şefkatten, hizmetten bahsediyor.

“–Biz hepimiz merhametliyiz yâ Râsulullah.” diyorlar.

“–Yok (diyor Efendimiz), benim kastettiğim merhamet, âm ve şâmil merhamettir.” (Bkz. Hâkim, IV, 185/7310) Yani Allâh’ın bütün mahlûkâtına, karıncaya kadar, yılana kadar olan merhamet. Benim kastettiğim merhamet. Çünkü hepsini yaratan Cenâb-ı Hak. Hepsinin Hâlık’ı Cenâb-ı Hak. Hepsini; el-Musavvir, el-Bârî sıfatından insan ibret alacak, ders alacak.

Başka, fezâda, başka galaksilerde, bu dünyadakiler yok. Yalnız dünyada, insana endam aynası, yani insan için yaratıldı. İnsan bunun idrâkinde olacak…

Cenâb-ı Hak bütün suları buharlaştırıyor. Hepsi; tatlı sular, mikroplu sular, bulanık sular. Güneş hepsini tebahhur ettiriyor.

Yukarıda artı bulut, eksi bulut birbirine akıyor. Hepsi temizleniyor. Filtreden geçiyor. Cenâb-ı Hak tertemiz indiriyor yine. Hep Cenâb-ı Hak;

“İnsana yerde ve gökte ne varsa insana âmâde kıldım. Düşünenbir toplum için...” (Bkz. el-Câsiye, 13) buyuruyor.

Şu suyu içerken bir besmele çekip, arkadan; “Yâ Rabbi! Bana ne güzel, tertemiz su veriyorsun…”

Bu bir kuyu suyu gibi, deniz suyu gibi olabilirdi.

Yine bu merhamet hususunda Efendimiz buyuruyor:

“Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçti.”

Sahâbî diyor ki;

“–Yâ Râsulâllah! Nasıl bir dirhem, yüz bin dirhemi geçer?”

Buyuruyor ki Efendimiz;

“–Bir dirhem veren, yoklukta vermiştir. (Bir hurmanın yarımını vermiştir.) Öbürü bollukta vermiştir. Onun için bir dirhem yüz bin dirhemi geçti.” (Bkz. Nesâî, Zekât, 49)

Bir Yermuk Harbi oldu. Orada üç sahâbî, elli derece Güneş’in altında “su-su” diyorlardı. Birbirlerine ikram ederken üçü de vefat etti, şehîden. Oradaki bir bardak su, belki bir caminin inşâsının öte tarafına geçti…

Diğer bir husus:

“Benim seher vakitlerim nasıldı, Allah Rasûlü’nün seher vakitleri nasıldı?..”

Cenâb-ı Hak:

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.

“Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) diyor.

Seherlerde Cenâb-ı Hak açıyor merhamet kapılarını. Biz ne kadar koşabiliyoruz?

سَاجِدًا وَقَائِمًا buyuruyor. O, diğer bir âyette “…Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?..” (ez-Zümer, 9)

“…Secde ve kıyam hâlinde olurlar...” (ez-Zümer, 9) buyuruyor.

Yine;

“İbâdurrahman, سُجَّدًا وَقِيَامًا buyuruyor. Yine “…Secde ve kıyam hâlinde olurlar...” (el-Furkân, 64) buyuruyor.

Demek ki Cenâb-ı Hak bizi seherlere davet ediyor. Bir fânî davet etmiyor, Cenâb-ı Hak davet ediyor. O rûhâniyetle gönüller dolacak.

Diğer bir husus; “Efendimiz’in konuşması”.

Bugün biz dilimizi, boş, lâubâlî konuşmalardan, dedikodulardan, gıybet ve münâkaşalardan, bir gönle diken batırmaktan kendimizi muhafaza edebiliyor muyuz? Bu da çok mühim…

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki;

“Allâh’ın komşusu kalptir.” diyor. “Allâh’ın tecellîsi kalbedir.” diyor. “Sakın diyor, Allâh’ın komşusunu incitme.” diyor. “Bir kalbe diken batırma.” diyor. “Bir kalbi azarlama.” diyor.

Bu da çok mühim. Yani öfkenin getirdiği büyük bir yanlışlık…

Yeni bir hayat. Hepimize son an gelecek. Son nefes gelecek. Kurtuluş yok. Yine Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede;

“Herhangi birinize ölüm gelip de, (ölüm ânı zaten alâmetler başlıyor o zaman) «Rabbim beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de (biraz daha geciktirsen, biraz daha ömür versen de) sadaka verip (sadaka her şey) sâlihlerden olsam» demeden evvel, size verdiğimiz rızıklardan harcayın.” (el-Münâfikûn, 10) buyuruyor.

Rasûlullah Efendimiz buyuruyor ki;

“Bu diyor, herkesin başından geçecek diyor bu. Sâlih kimseler üzülecek diyor. (Sâlihlerden olsam.) Sâlih de, «keşke daha öteye gitseydim.»” (Bkz. Tirmizî, Zühd, 59)

Mezarda daha sâlih olamaz. Kıyâmette olamaz. Fasıl bitti. Fasıl dünyada. Talebelik dünyada.

Velhâsıl her gün düşüneceğiz:

“Rabbimin bize verdiği, ben bu günü, ben nasıl dolduracağım? İbadetler, mümkün mertebe namazı cemaatle kılacağım…”

Efendimiz bunun üzerinde çok çok dururdu. Cemaatteki feyiz, rûhâniyet çok ayrı.

Yine buyruluyor:

مُوتُوا قَبْلَ اَنْ تَمُوتُوا (“Ölmeden evvel ölünüz.”)

Nefsinizi; ölümle nefsin arzuları bitiyor. Ölmeden evvel ondan vazgeçmek. Zaten, ölümle zaten vazgeçeceksin. Her şey bitiyor.

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yönel.” [el-İnşirah, 7-8])

Bir hayır işini bitirdin, diğer hayır işine koş, buyuruyor âyet-i kerîmede.

Efendimiz sık sık sorardı;

“Bugün bir yetim başı okşadınız mı?”

Yani yetimin hayâtiyetine, mâneviyâtına bir katkıda bulunduk mu?

“Bugün Allah için bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu?”

“Bugün bir cenaze teşyiinde bulundunuz mu?” (Bkz. Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 12)

Yine Cenâb-ı Hak buyuruyor:

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

“Onlar boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Müʼminûn, 3)

Yine tekrarlayalım, en kötü israf, zamanın israfı…

Yine bu farzlara ehemmiyet verdiğimiz gibi, sünnetlere ve müstehablara da ehemmiyet vermememiz.

Âişe Vâlidemiz bir rivayette (Enes -radıyallâhu anh-);

“Ben diyor, bir sefer diyor, Efendimiz’in kuşluk namazını, duhâ namazını kıldığını gördüm diyor. (Müstehab bir namazdır.) Hiç terk etmedim.” diyor. (Bkz. Taberânî, Evsat, II, 68/1276)

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki:

“Müstehabları yerine getirme hususunda gevşeklik gösterilmemelidir. Zira müstehablar, Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği, râzı olduğu şeylerdir. Kişi, yeryüzünün her köşesinde Hak Teâlâ’nın sevdiği, râzı olduğu bir ameli bilir, onu yapma imkânı olursa, bunu ganimet, büyük bir servet bilsin. Bu durum, birkaç kırık saksı parçasıyla değerli pırlantaları satın alan kişiye benzer.” buyuruyor.

Yine Cenâb-ı Hak, kullarıyla dost olmak istiyor. Hadîs-i kudsîde buyruluyor:

“Kulum Bana farzlarla yaklaşır. Nâfileler, müstehablarla durmadan Bana yaklaşır…”

Bu sırf ibadetle değil. İbadet, muâmelât, ukubat vesâire, hayatın bütün muhtevâsında.

“…Kulumu, nihayet Ben onu severim.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Ne mübarek bir iş, Cenâb-ı Hakk’ın kulunu sevmesi…

“…Kulumu sevince de âdeta Ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Ben’den her ne isterse onu mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu korurum.” buyruluyor. (Bkz. Buhârî, Rikāk, 38)

Cenâb-ı Hak kuluyla dost olmak istiyor. Bu çok mühim, kardeşler…

Yarın zor gün, kıyâmet günü. Ölüm zor an. Bakın Efendimiz:

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ عَذَابِ الْقَبْرِ وَمِنْ عَذَابِ النَّارِ

(“Allâh’ım! Kabir azâbından ve Cehennem azâbından Sana sığınırım…”) buyuruyor. (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Mesâcid, 128-134)

O dostlara Cenâb-ı Hak ne buyuruyor:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

“…Onlar korkmayacaklardır, üzülmeyeceklerdir.” (Yûnus, 62) buyuruyor. O dost kullar…

“Rabbim Allah’tır deyip…” (Fussilet, 30) Yine Fussilet Sûresi’nde.

“ثُمَّ اسْتَقَامُوا” Rasûlullah Efendimiz’in izinde gidenler için,

“…Melekler inerler, onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)

Bir; son nefeste:

En zor, rûhun bedeni terk etmesi. O an melekler geliyor; “Korkmayın, üzülmeyin Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” Büyük bir tesellî oluyor.

Yine elvedâ; kabre girerken:

Ayrı bir dünyaya giriyorsun, bedenini burada bırakıp… Orada yine melekler, orada da gelecek; “Korkmayın, üzülmeyin, Allâh’ın size vaad ettiği Cennet’le sevinin.” diyecekler.

Bir de kıyamet günü:

Ba‘sü ba‘de’l-mevt / ölümden sonra mezardan kalkışta:

Yine zor, dehşet bir gün kıyamet. Orada da yine;

“Üzülmeyin, korkmayın, Allâh’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyeceğiz buyruluyor.

Velhâsıl, bütün iş, kendimizi Cenâb-ı Hak’la dost olmaya yoğunlaştırabilmek. Bilhassa ahlâk çok mühim. Bizim ahlâkımız nasıl; ibadetlerimizin seviyesini gösterir. İbadetlerimiz nasıl; ahlâkımızın seviyesini gösterir.

Bize Cenâb-ı Hak ibadetlerimizi kemâle erdirmek, kemâle ermek için verdi. “Namaz fahşâdan, münkerden korur.” buyuruyor Cenâb-ı Hak. Hangi namaz? Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran bir namaz. “…Secde et ve yaklaş.” (el-Alak, 19) buyuruyor.

Gelişigüzel kıldığın namaza;

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ “Yazıklar olsun…” (el-Mâûn, 4) buyuruyor.

Demek ki namaz, benim namazım nasıl, görmek istiyorum ben?

Benim ne kadar gözümü, kulağımı, ağzımı koruyor namaz? Korumuyorsa,

فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ

Cenâb-ı Hak; “Yazıklar olsun!” (el-Mâûn, 4) buyuruyor.

Oruç;

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183) buyuruyor. Merhametli olursun, Allâh’ın verdiği nîmetlere şükredersin buyuruyor, tefekkür edersin buyuruyor. Şükrünüz artar buyuruyor. Merhametiniz artar buyuruyor.

لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“…Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (el-Bakara, 183) buyuruyor.

Zekât, öşür. Öşür de çok mühim. Bu ihmal ediliyor maalesef. Bu, fakirin hakkıdır.

İnfak, sadaka, bunlar da çok mühim. Acaba bunları verirken seviniyor muyuz? Verirken, keşke daha fazla verelim, diye bir gayretimiz var mı?

Merhum Sami Efendi Hazretleri çok bahsederdi bu kıssadan:

Allah Teâlâ peygamberlerinden birine vahyetti ki:

“Sen şu filân aileye söyle; onlara Ben bir müddet zenginlik, bir müddet fakirlik vereceğim. Fakirliği mi ister baştan, zenginliği mi ister?”

Adam diyor ki;

“–Ben gidip bir aileme sorayım.” diyor.

Adam diyor ki;

“–Ben diyor, baştan diyor, fakirlik olsun diyor. Yaşlanınca zor olur diyor hayat. Yaşlanınca zenginlik olsun.” diyor.

Hanımı diyor ki:

“–Yok diyor, baştan zenginlik olsun diyor, sonra fakirlik olsun.” diyor.

“–Peki.” diyor efendi, hanımının şeyine uyuyor.

Cenâb-ı Hak, zenginlik veriyor. Veriyor ama, kendileri kifayet miktarı olarak yaşıyorlar. Gelen bütün kazancı infak ediyorlar Allah yolunda. Ve fakir düşmüyorlar.

Yine peygambere vahyediliyor ki;

“O devamlı şükretti, devamlı infak etti.”

Velhâsıl, her şey ona göre. Bütün hayatımızın her safhasında devamlı infak eden bir mü’min olabilmek…

Kaynak: osmannuritopbas.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.