Kur’ân’ın Mânâ Zenginliği

Kur’ân’ın her kelimesi, onu telâkkî eden kimselerin idrâki kadar olmayıp aksine sonsuz bir mânâ derinliğine sahiptir.

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede Kur’ânʼın sonsuz mânâ zenginliğine dâir şöyle buyurur:

“Şayet yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allâh’ın sözleri (yazmakla) tükenmez. Şüphe yok ki Allah mutlak gâlip ve hikmet sahibidir.” (Lokmân, 27)

Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’in ihtivâ ettiği mânâları belirtmek için yapılan tefsirler ve tercümeler; aynen sonsuz bir denizden kabımızın hacmi kadar su almaya benzer. Mevlânâ Hazretleri de bu hakîkati şöyle ifâde etmektedir:

“Kur’ân-ı Kerîm’in zâhirini bir okka mürekkeple yazmak mümkündür. İhtivâ ettiği bütün sırları ifâde etmeye ise sahilsiz deryâlar mürekkep, yeryüzündeki bütün ağaçlar da kalem olsa yine de kâfî gelmez.”

SONSUZ MÂNÂ DERYÂSI

Kâinatta mevcut olan hakîkatler; tıp, botanik, astrofizik ve embriyoloji gibi alanlarda tabiat âlimlerince incelendiği ve onların idrâk ve ihâtaları nisbetinde keşfedildiği gibi, Kur’ân-ı Kerîm de İslâm âlimleri tarafından incelenmekte ve hakîkatleri zamanla gün yüzüne çıkarılmaktadır.

1400 küsur seneden beri onun engin muhtevâsı içinde dolaşarak ihtivâ ettiği hakîkatleri araştıran âlim ve ârif zâtlar, ondan akıl, idrâk, kâbiliyet ve rûhî derinlikleri nisbetinde nasîb almaktadırlar. Bu faaliyet, kıyâmete kadar devam edecek ve yine de Kur’ân’ın ihtivâ ettiği hakîkatler tamamen keşfedilip nihâyete erdirilemeyecektir. Bu hakîkat, hadîs-i şerîfte şöyle ifâde buyrulmuştur:

“…Kur’ân’ın her an ortaya çıkan bediî (daha önce keşfedilmemiş) mânâları tükenmez…” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14)

Zira Kur’ân’ın her kelimesi, onu telâkkî eden kimselerin idrâki kadar olmayıp aksine sonsuz bir mânâ derinliğine sahiptir. Lâkin insanların ekserîsine lâzım olan, onun zâhirî muhtevâsıdır. Bu da, beşer hayatını mükemmel bir sûrette tanzîme kâfîdir. Zâten o hakîkat ummânını bütünüyle idrâk, aslâ mümkün değildir. Çünkü Kur’ân, âciz bir insanın ilmi değil, bu dünyadaki bütün ilimlerin kâidelerini vazederek insanlara lûtfeden Rabbin sonsuz ilminden bir tecellîdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âlemlere Rahmet: Hz. Muhammed, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.