Kur’an’ı Anlamanın Anlamı

Peygamber Efendimiz’in en mühim ve en büyük işi neydi? Hz. Osman (r.a.) neden kıraat hocalığı yaptı? Hz. Ömer’in (r.a.) anlamak için 12 sene çalıştığı sure nedir? Kur’an’ı öğrenme ve öğretmenin önemiyle hadisler, örnekler...

Kur’ân’ı anlama gayretiyle hadisler ve hadislerin açıklaması...

1- Hz. Osmân’dan rivâyet edildiğine göre Nebiyy-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21; Ebû Dâvud, Vitr, 14/1452; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15/2907)

2- Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Resûlullah şöyle buyurdu:

“…Bir grup insan, Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın Kitâbı’nı okur ve onu aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler çevrelerini kuşatır. Allah Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında zikreder.” (Müslim, Zikr, 38; Ebû Dâvûd, Vitr, 14/1455; Tirmizî, Kırâât, 10/2945; İbn-i Mâce, Mukaddime, 17)

HADİSLERİN AÇIKLAMASI

Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’i, kullarının Cennete girebilmesi için bir kılavuz ve rehber olarak göndermiştir. Dolayısıyla Kur’ân, insanları en doğru yola hidâyet etmektedir. (İsrâ 17/9-10)

Diğer bir ifadetle Kur’ân-ı Kerim, anlaşılıp yaşanmak üzere gönderilmiştir. Cenâb-ı Hak Kur’ân’da, kullarının istifâde edeceği her türlü misâli muhtelif şekillerde tekrar tekrar açıklamıştır. (İsrâ 17/41, 89; Kehf 18/54; Rûm 30/58; Zümer 39/27)

Bunları kolayca anlayıp idrâk ederek öğüt almaları ve hayatlarına tatbik etmeleri için de Kur’ân’ı kolaylaştırmıştır. (Meryem 19/97; Duhân 44/58; Kamer 54/17, 22, 32, 40)

O hâlde mü’mine düşen, Rabbinin kelâmını anlamak için gayret sarfetmek ve Kur’ân talebesi olmaktır. Tabiî ki onu anlamadan önce, güzelce okumasını öğrenmek gerekmektedir. Çünkü Kur’ân tilâveti bir mü’mine günde beş defâ namazlarda lâzım olmaktadır. Dolayısıyla kıraat, hiç olmazsa namaz sahîh olacak kadar herkesin mutlaka öğrenmesi gereken farz-ı ayn bir ilimdir.

EN HAYIRLI İNSAN

Kur’ân’ı öğrenen kişi ise, onu başkalarına öğretme gayreti içinde olmalıdır. Birinci hadisimizde, Kur’ân’ı öğrenme ve öğretme faaliyetine ihlâsla katılan bahtiyarların, en hayırlı insan oldukları haber verilmektedir. Çünkü meşgûl oldukları kitap, Allah’ın kelâmı ve sözlerin en hayırlısıdır.[1]

PEYGAMBERİMİZİN EN ÖNEMLİ İŞİ

Peygamber Efendimiz’in en mühim ve en büyük işi Kur’ân okumak[2] ve başkalarına öğretmekti. Nitekim Ebû Talha (r.a.), bir gün Efendimiz’in yanına vardığında, onun ayakta Ashâb-ı Suffe’ye Kur’ân öğrettiğini gördü. Açlıktan iki büklüm olan belini doğrultmak için de karnına taş bağlamıştı. (Taberânî, Kebîr, XXV, 114; Ebû Nuaym, Hilye, I, 342)

Kur’ân’ı öğrenip öğretme hususunda, Ashâb-ı Kirâm ve daha sonra gelen sâlih insanlar, Allah Resûlü’nün sünnetini takip etmişlerdir.

Bunlardan Abdullah bin Mesut (r.a.), bir kişiye Kur’ân’dan bir âyet okuttuğunda:

“–Bu âyet, üzerine güneşin doğduğu veya yer yüzünde bulunan her şeyden daha hayırlıdır” derdi.

Bu sözünü Kur’ân’ın her âyeti için tekrar ederdi. (Heysemî, VII, 166)

HZ. OSMAN (R.A.) NEDEN KIRAAT HOCALIĞI YAPTI?

Ebû Abdurrahmân es-Sülemî, Hz. Osman’ın hilâfeti devrinde kıraat hocalığına başlamış ve bu vazifesine uzun seneler devam etmiştir. Kûfe’de imâmet ve Kur’ân muallimliği yaptığı mescidi kastederek şöyle derdi:

“–Şu makâmda bulunmamın tek sebebi, Peygamber Efendimiz’in:

«Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir» hadis-i şerifindeki müjdeye nâil olabilme arzusudur.” (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 21; Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15/2907)

Ancak bu faaliyetler ihlâsla, sırf Allah rızâsı için yapılmalıdır. Araya dünya menfaati ve basit hesaplar girmemelidir.

İmrân bin Husayn (r.a) Kur’ân okuyan bir kimseye rastlamıştı. Adam okumayı bitirince, insanlardan bir şeyler istedi. Bunu gören İmrân (r.a), büyük bir musîbetle karşılaşmışcasına:

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Biz, Allah’a âidiz ve nihâyet O’na döneceğiz”[3] dedi.

Sonra da şunları söyledi:

“Resûlullah bir gün dedi ki:

«Kim Kur’ân okursa, onunla Allah’tan istesin. Çünkü öyle insanlar gelecek ki, Kur’ân okuyacaklar ve onunla, insanlardan bir şeyler isteyecekler.» (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 20/2917)

KUR'AN-I KERİM ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK

Kur’ân öylesine yüksek bir kıymettir ki onu öğrenip öğretmenin karşılığını verebilmek mümkün değildir. Bunun karşılığını en güzel şekilde ancak Allah Teâlâ ödeyebilir. Kur’ân’ın kıymetini idrâk edenlerin sergilediği şu iki misal ne müthiştir:

İmam Ebû Hanife, oğlu Hammâd Fâtiha Sûresi’ni öğrendiğinde, hocasına beşyüz dirhem verdi. O zaman bir koç bir dirheme satın alınabiliyordu. Hocası bu cömertliği fazla buldu. Çünkü çocuk yalnızca Fâtiha Sûresi’ni öğrenmişti. Bunun üzerine Ebû Hanife Hazretleri şöyle dedi:

“–Yavruma öğrettiğin ilmi küçük görme! Eğer yanımızda bundan daha fazla para olsaydı, Kur’ân’a hakkıyla hürmet edebilmek için onu sana verirdik.”[4]

Salâhaddin Eyyûbî, kışlada dolaşırken babasının önünde Kur’ân okuyan bir çocuğa rastlamıştı. Çocuğun okuyuşunu beğendi ve ona yaklaşarak kendi yiyeceğinden bir miktar verdi. Ayrıca kendisine âit tarlanın bir kısmını o çocuk ve babası için vakfetti.[5]

Kur’ân’ı öğrenmek ve öğretmek, Allah katında çok faziletli bir amel olduğu gibi, onu unutmak veya onun öğretilmesine mânî olmak da büyük bir vebaldir. Kur’ân’ı unutmanın kötü âkıbetini bildiren hadis-i şeriflerde şöyle buyrulur:

“…Ümmetimin günahı bana arzedildi. Kişinin, kendisine (lûtuf olarak) verilen bir sûre veya âyeti unutmasından daha büyük bir günah görmedim. (Ebu Dâvud, Salât, 16/461; Tirmizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 19/2916)

“Kur’ân’ı okuyup (öğrenip) de sonra unutan kimse, kıyâmet günü Allah’ın huzûruna eli boş ve hayırdan mahrûm olarak çıkar.” (Ebû Dâvûd, Vitr, 21/1474)

Buradaki “unutmak”tan maksat, hakîkî mânâsıyla Kur’ân-ı Kerim’i ezberledikten sonra unutmak olduğu gibi, daha çok Kur’ân okumayı bırakmak, gereğince amel etmemek, helâl ve haramını tanımamaktır. Nitekim şu âyetler de aynı hususu ifade etmektedir:

“Kim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, şüphesiz onun dar bir geçimi olur ve biz onu kıyâmet günü kör olarak haşrederiz. O:

«Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim?!» der. (Allah Teâlâ şöyle) buyurur:

«İşte böyle! Çünkü sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun. İşte bugün de aynı şekilde sen unutulacaksın.»” (Tâhâ 20/124-126)

Kalbinde, Kur’ân’dan bir miktar bile bulunmayan kimse ise, harap olmuş ev gibidir. (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 18/2913; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1)

Kur’ân’ı öğrenip öğretmekten maksat tabiî ki onu hayatın her alanında yaşamaktır. Bunu gerçekleştirebilmek için, Kur’ân’ı anlama gayreti içinde olmak îcâb eder. İkinci hadisimiz, Cenâb-ı Hakk’ın, bu yöndeki çalışma ve gayretlerden ne kadar hoşnut olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah Teâlâ, bir araya gelerek Yüce Kitâbını okuyup müzakere eden ve mânâsını anlamaya çalışan kullarının üzerine sekînet ve rahmet indirmekte, meleklerini onlara muhâfız yaparak, o kullarını kendi katındaki varlıklara medhetmektedir. Böylece Kur’ân dersi yapan bu kullar, Allah’ın katındaki seçkin meleklerin dua ve muhabbetlerine mazhar olmaktadır.

Böyle meclisleri, Allah’ın rahmeti kaplayarak, oradakilerin kul hakkı dışındaki günah ve kusurları affedilir. Rahmet melekleri etraflarını kuşatarak onları yerden göğe kadar bir halka içine alıp her türlü kötülük ve tehlikeden muhafaza ederler. Mecliste bulunanların zihinlerine ve gönüllerine açıklık ve ferahlık verir, onları âdeta ziyarette bulunarak, kendileriyle musâfaha ederler.

KUR’AN VE HADİS ÜZERİNE MÜZAKERE

Ashâb-ı Kirâm, bir araya gelerek Kur’ân ve hadis müzâkere ederlerdi. Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) şöyle der:

“Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’in ashâbı bir araya gelip oturduklarında, öncelikle Kur’ân-ı Kerîm ile meşgul olur, onu okur ve anlamaya çalışırlardı. Ya içlerinden biri bir sûre okur veya birinden bir sûre okumasını taleb ederlerdi. (Daha sonra diğer ilmî ve fıkhî mevzûlara geçerlerdi.)” (Hâkim, Müstedrek, I, 172/322)

Tâbiînden Ebû Nadre de şöyle anlatır:

“Peygamber Efendimiz’in ashâbı bir araya geldiklerinde, ilim (hadis-i şerifleri) müzâkere ederler ve Kur’ân’dan bir sûre okurlardı.” (Hatîb el-Bağdâdî, el-Fakîh ve’l-mütefakkih, II, 126)

Aynı şekilde Ashâb-ı Suffa da, devamlı Mescid-i Nebevî’de bulunur, Kur’ân okur, geceleri onu aralarında müzâkere edip öğrenirlerdi. (Buhârî, Cihâd, 9; Müslim, İmâre, 147)

Hadisimizde Resûlullah, Kur’ân mütâlaa edilen mekânı “Allah’ın evi” sıfatıyla taltîf etmiştir. Burada “Allah’ın evleri”nden kasıt, öncelikle camiler ve mescitler olmakla birlikte, Kur’ân okunan her türlü nezih mekânlar ve hatta evlerimizdir.

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle buyurur:

“Bir ev, kendisinde Kur’ân-ı Kerîm okunduğu için ehline genişler, oraya melekler gelir, şeytanlar oradan kaçar ve o evin hayr u bereketi artar.

Bir ev de, kendisinde Kur’ân-ı Kerîm okunmadığı için ehline daralır, oradan melekler uzaklaşır, şeytanlar oraya gelir ve o evin hayr u bereketi azalır.” (Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 1)

Kur’ân’ın “tedrîs”i, aklı ve idraki onun üzerinde yoğunlaştırıp âyetlerini ve sûrelerini tek tek ele alarak derinlemesine incelemek, bunların ihtiva ettiği inanç esaslarını, hükümleri, ahlâkî prensipleri ve ilmi müzakere ederek yaşamaya gayret etmektir.

SEKİNET NEDİR?

Allah’ın kelâmını tedrîs eden kulların üzerine inen “sekînet” ise; kalbin arınmasına ve nurlanmasına, neticede huzur ve itmi’nâna ermesine vesîle olan şeydir. Böyle bir kalbin sahibi, Allah’tan hakkıyla korkarak mü’mine yakışır bir vakârı elde edecektir. Ayrıca sekînet, meleklerin inmesi demek olduğu gibi aynı zamanda inen meleğe ve rahmet meleklerine verilen bir isimdir.

SEKİNET NASIL İNMİŞTİR?

“Sekînet”in inmesine dâir müşahhas bir misâl şöyledir:

Sesi son derece güzel ve yanık olan Üseyd bin Hudayr (r.a.), gece vakti hurma yığınlarının yanında Kur’ân okuyordu. Yanında iki uzun iple bağlanmış atı vardı. Derken at birden şahlandı. Üseyd okumayı kesince at da sâkinleşti. Üseyd okumaya devam edince, at yine şahlandı. Üseyd susunca at da sâkinleşti. Bu durum iki kez daha tekerrür etti. Küçük oğlu Yahya, ata yakın bir yerde uyuyordu. Atın çocuğa zarar vermesinden korkan Üseyd (r.a), onu bulunduğu yerden yanına çekti. Bu sırada başını kaldırıp gökyüzüne baktığında, buluta benzer bir şey içinde kandiller misali ışıklar gördü. Bunlar yavaş yavaş yükselerek nihayet gözden kayboldu. Sabah olunca, hâdiseyi Resûlullah Efendimiz’e anlattı.

Allah Resûlü:

“O sekînedir; Kur’ân okuduğun için inmiştir” buyurdu. (Buhârî, Menâkıb, 25; Fedâilü’l-Kur’ân 11; Müslim, Müsâfirîn 240-241)

Diğer bir rivâyette de:

“Onlar, seni dinlemeye gelen meleklerdi. Eğer okumaya devam etseydin sabaha kadar seni dinler, sabah olunca da herkes onları görürdü. İnsanlardan gizlenmezlerdi” buyurmuştur. (Bkz. Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15; Müslim, Müsâfirîn, 242)

Ashâb-ı Kirâm, Kur’ân’ı anlayıp hakkıyla yaşayabilmek için büyük fedâkârlıklara katlanmışlardır. Suffa’da pek çok sahâbî bu maksatla, aç susuz Kur’ân talebeliği yapmıştır. Belki dünyevî bir menfaat elde edememişlerdir, lâkin isimleri kıyâmete kadar bâkî kalacaktır. Bıraktıkları ilimden istifâde eden binlerce insan, hergün onlara dua etmektedir. Bu talebelerden biri olan Abdullah bin Mes’ûd (r.a) şöyle der:

“Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemîn ederim, Allah’ın kitâbından hiçbir sûre indirilmemiştir ki, ben onun nerede nâzil olduğunu bilmeyeyim. Yine Allah’ın kitâbından hiçbir âyet inmemiştir ki ben onun kimin hakkında nâzil olduğunu bilmeyeyim. Bir kimsenin, Allah’ın kitâbını benden daha iyi bildiğini duysam ve deveyle ona ulaşmak da mümkün olsa, hiç durmaz hemen yola düşerim.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kurân, 8)

HZ. ÖMER’İN (R.A.) ANLAMAK İÇİN 12 SENE ÇALIŞTIĞI SURE

Hz. Ömer (r.a), Kur’ân’ı anlamak için tefekküre yoğunlaşmış, Allah’ın âyetleri üzerinde derin derin düşünerek ve onları hayatına tatbîk ederek okumuştur. Onun:

“Bakara Sûresi’ni on iki senede tamamladım ve şükrâne olarak bir deve kurbân ettim” sözü, bunun şahitlerinden biridir. (Kur­tu­bî, I, 40)

İmâm-ı Mâlik’in bildirdiğine göre Abdullah bin Ömer (r.a) de, Bakara Sûresi’ni öğrenmek için âyetleri üzerinde tam sekiz sene çalışmıştır. (Muvatta’, Kur’ân, 11)

el-Bâcî şöyle der:

“Bu, onun akıl ve hâfızasının zayıflığı sebebiyle değildir, maâzallâh (böyle düşünmekten Allah’a sığınırız). Bilakis o Kur’ân’ın ferâizini, ahkâmını ve bunlara tealluk eden şeyleri öğreniyordu.” (Kettânî, Terâtib, II, 191)

Bir zât, Zeyd bin Sâbit’in yanına varıp, Kur’ân-ı Kerim’i bir haftada hatmetmek hususunda ne düşündüğünü sormuştu. O da; “İyi olur” dedikten sonra şöyle devam etti:

“Fakat ben, onbeş veya yirmi[6] günde bir ha­tim yapmaktan daha çok hoşlanırım. Neden diye sorarsan, bu takdirde Kur’ân üzerinde iyice düşünüp mânâlarını daha iyi anlayabilirim.” (Muvatta’, Kur’ân, 4)

[1] Kur’ân-ı Kerim’i öğrenirken, başkalarına öğretirken ve onu anlama gayreti içinde bulunurken büyük bir tâzim, hürmet, edeb ve dikkat içinde olmak îcâb eder. Öncelikle, ona abdestsiz dokunmaktan sakınmak gerekir. (Vâkıa 56/79)

Hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Kur’ân’a temiz olan dışında hiç kimse dokunmasın!” (Hâkim, I, 553/1447; Muvatta’, Kur’ân, 1; Kettânî, I, 216. Bkz. Tirmîzî, Tahâret, 98/131)

Hz. Ali (r.a), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in cünüplük hâli dışında her hâlde kendilerine Kur’ân okuduğunu haber verir. (İbn Ebî Şeybe, Musannef, I, 97/1078; Ahmed, I, 124; İbn Mâce, Tahâret, 105; Hâkim, IV, 120/7083)

Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerim’i bel hizâsından aşağıda tutmak, ona doğru ayak uzatmak, üzerine başka kitap ve eşya koymak, Kur’ân-ı Kerim’le tuvalete girmek de son derece yanlış davranışlardır ve takvânın zayıflığını gösterir. Kur’ân’a saygıda kusûr etmemek ise, kalplerin takvâsından ileri gelir. (Hac 22/32)

[2] Yûnus, 61; Zemahşerî, Keşşâf, III, 17; Ebu’s-Suûd, İrşâd, IV, 156.

[3] Bakara 2/156. Cenâb-ı Hak, herhangi bir musîbetle karşılaştığımızda bu şekilde söylememizi arzu etmektedir. Buna “İstircâ” denir.

[4] Ebû Gudde, Fethu bâbi’l-inâye, s. 19; Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s. 119-120.

[5] Bundârî, Ebü’l-Feth Ali, en-Nevâdiru’s-sultâniye (Sîretü Salâhuddîn), s. 9; Muhammed Nûr Süveyd, Peygamberimizin Sünnetinde Çocuk Eğitimi, s. 120.

[6] İbn-i Abdilberr, İstizkâr, II, 477.

Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

KUR'AN OKUMANIN FAZİLETLERİ

Kur'an Okumanın Faziletleri

ŞİFA AYETLERİ

Şifa Ayetleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • KUR’AN’I ANLAMANIN ANLAMI Başlıklı sohbetimizin... Vakia 56/79. ayetinin tefsirine bakıldı ;fakirin idrak edemediği kısımlar oldu konuyla ilgili daha kapsamlı bakabileceğimiz kaynak veya sohbet önerirmisiniz… Teşekkürler •••

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.