Kur'an'da Nifak ve Münafığın Özellikleri

Kalbe düşen nifak tohumu yeşerdiği her an kalbi ele geçirir ve kalbi zehirler. Kalbi zehirlenen ve nifak hastalığına yenik düşmüş her beden artık münafıklık alametleri göstererek hem kendini hem içinde bulunduğu toplumu bulandırır.

Hanzale (r.a.) bir gün yolda karşılaştığı Hazreti Ebubekir (r.a.)'e "Hanzale münafık oldu Ey Ebubekir" demişti. Endişesi, Hazreti Peygamber (s.a.) yanındaki kalbi kıvamı ile O'ndan ayrıldığı zamanki arasında bir yoğunluk farkı hissetmesiydi.

Bir gün de Hazreti Ömer, Rasulullah'ın kendisine "münafıkların ismini bildirdiği" rivayet edilen Huzeyfetü'l Yemani'ye "münafıklar listesi içinde benim ismim de var mı?" diye sormuştu.

Bazı sahabiler, bir kişi öldüğü zaman Huzeyfetü'l Yemani'nin onun cenaze namazını kılmaya gidip gitmediğine bakarlar, o cenaze namazında yoksa, ölenin nifakla ilişkisi bulunduğundan şüphelenir, namaza iştirak etmezlerdi.

MEDİNE DÖNEMİNDE "MÜNAFIK"

"Münafık" Medine döneminin bir gerçeği idi. İslam'la karşıtları arasındaki mücadelenin sonucu netleşmemişti. Ve münafık, iki dünya arasında gidip gelmekteydi. Kimden yana olsundu? İpi kim göğüsleyecekti?

Müslümanlarla birlikte olmak, olumlu statülerle birlikte, bir takım sorumlulukları birlikte getiriyordu, zaman zaman savaşa gitmek, yani can tehlikesi, zaman zaman da savaş için mali fedakarlıklarda bulunmak vardı. Gerçekten inanmadığınız zaman, bu tür yükleri taşımak son derece zorlaşırdı.

Öte yanda "ya İslam karşıtları galip gelirlerse..." ihtimali de bütün bütün yabana atılamazdı. Öyle bir durumda vaziyeti kurtarma hesabı söz konusu idi.

Mekke döneminde "münafık" yoktu. Müslümanlar ve müslüman olmayanlar vardı. Müslüman olmak, bir fedakarlığa talip olmak demekti. Can ve mal sınavı demekti. Bir bedel ödemekti. Her şeyinizden, sosyal statünüzden, hatta ülkenizden olabilirdiniz. Müslümanlık dünyevi bir iktidar sağlamıyordu. Neredeyse tüm kurulu düzeni karşınıza alıyordunuz. O şartlarda net mü'minler oldu, net müşrikler oldu ve belki arada kavim-kabile yakınlığı veya fıtri adalet duygusu sebebiyle müslümanlara yapılan zulümlere karşı çıkanlar oldu.

"Münafık" dıştan "mü'min" olarak görülüyor, biliniyordu. Kimse kimseye "Sen münafıksın" demiyordu. Ama ikili oynayan bir "münafık" gerçeği vardı.

Kur'an, münafıkların davranış biçimlerini bildiriyordu. Bu bir kişilik tarzıydı. Bunlar, o dönemde bazı insanların benimsediği tavra uyuyordu. Buna rağmen, hiç kimsenin üzerine "münafık" damgası vurulmuyordu. Buradan iki şey anlamak mümkündü: Birisi insanın nifak zaafına her zaman düşebileceği gerçeği, diğeri de eğer bu tavır bilinçli bir inançsızlığın sonucu değilse, insanları damgalamadan onlara nifaktan kurtulma ve mazisini temizleyebilme yolunu açık tutma yaklaşımı idi...

Aşağıda Kur'an'ın ve Rasulullah'ın nifak ehlinin davranışlarına ilişkin tesbitlerini vereceğiz. Bunlara bakıldığında bu kişiliğin imandan çok küfre yakın durduğu görülüyor. Zaten pek çok yerde de Kur'an, küfür ehlinin özellikleri ile münafığın özelliklerini birbirinin yerine kullanıyor. O zaman nifak alanı, çok tehlikeli bir alan haline geliyor. O zaman, sahabenin nifak noktasındaki endişesini daha iyi anlamak mümkün oluyor. Münafık dıştan bakıldığında en azından imanından endişe edilen bir insan gibi duruyor. İçten bakıldığında ise nifak, en azından bir iman zaafı, daha ötede ise, iki yüzlü bir küfür çizgisi olarak görülüyor.

Şimdi Kur'an'da ve hadisi şeriflerde nifak çerçevesi nasıl çiziliyor ona bakalım. Daha önce küçük bir kitap halinde yayınlanan "Kur'an Ölçülerine Göre Mü'min, Kafir, Münafık" isimli eserimizde bu çerçeve şöyle belirlenmişti.

KUR'AN VE HADİSLERDE NİFAK ÇERÇEVESİ

"Münafık'ın esas zaafı iman konusundadır. Bakınız Kur'an bu konuda ne diyor:

Ne imanlarında ne de inkarlarında sebat sahibidirler. Bir iman ederler, bir inkar ederler. Mü'minlerle karşılaştıkları zaman "inandık"derler şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise "Biz sizinle beraberiz,onlarla alaya ediyoruz" şeklinde konuşurlar. Görünüşte "Allah'a ve ahiret gününe iman ettik" diyerek Allah'ı ve mü'minleri aldattıklarını sanırlar. İman konusunda yalancıdırlar. (Bakara Suresi, /8-9)

Münafığın özellikleri nelerdir?

Hem kötülükler yapıp hem de "iman ettik" demekle kurtulacaklarını sanırlar.

Kalpleri ters yüz edilmiş bir kalptir. Önce hakkı kabul ediyor görünmüş, sonra içten inkar etmiştir.(İbn Hanbel)

Kur'an'a bakışları da imandan uzaktır. Kuran'ın bir kısmına inanıp, bir kısmına iman etmeyerek gerçek bir bölücülük yaparlar. (Hicr Suresi/90-91)

Kur'an'ın kelimelerini anlamlandıran uzaklaştırır, kendilerine uyanlara da "Kur'an size böyle verilirse alın, yoksa kaçın" diye sapık tavsiyelerde bulunurlar. (Maide Suresi/141)

Allah'ın ayetleri ile alay ederler. Niçin alay ettikleri sorulduğu zaman ise " Biz lafa dalmış eğleniyorduk" diyerek kıvırmaya çalışırlar. (Tevbe Suresi/65) Kalplerinde eğrilik bulunduğu için, fitne çıkarmak ve kendi heveslerine göre yorumlar oprtaya katmak için Kur'an'ın müteşabih ayetlerini didiklerler.

Münafıkın yolu Rasulullah'la ve müminlerle de buluşmaz.

Kur'an bunu " kendisine doğru yol açıklandıktan sonra Peygamberle ayrılığa düşer ve mü'minlerin yolunun dışında bir yol takip eder" (4Nisa Suresi/112) şeklinde belirtir. Rasullulah da münafıkın Allah!a ve Rasulüne karşı sevgisiz olduğunu belirtir. (Buhari)

Allah'a yarım yamalak ibadet ederler.kendisine iyilik dokununca rahatlar, bela ile İbadet , münafıkın müşkilidir. Çünkü ibadet imanın verdiği coşkunun hayata yansımasıdır. İbadetin vecdi ve heyecanı imandan gelir. Ya iman zordaysa... İşte münafıkın ibadeti bu zorlukla yaralıdır. Kur'an diyor ki:

karşılaşınca tam tersine dönüp dünya ve ahiretini kaybeder. (Hacc Suresi/11)

Namaz kıldıkları halde kıldıkları namazdan habersizdirler. Namazı gösteriş için kılarlar. (Maun/4-6) Mescid'e geldiklerinde kendilerini kafese girmiş gibi hissederler. (Hadis-i Şerif, Keşfü'l Hafa)

Allah'ı aldatmaya kalkışır, namaza tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yapar, küfür ile iman arası bocalarlar. (Nisa Suresi/142-143) Özellikler yatso ve sabah namazları zorlarına gider. (Buhari)

"Çok haram yerler" (MaideSuresi -42)

Kötülüğü emredip, iyiliği yasaklarlar. "Allah mal verirse mutlaka onu hayır yolunda harcarız" diye yemin ettikleri halde, mal mülk sahibi olunca cimrileşir, ellerini sıkı tutarlar. Allah'ı adeta unutmuşlardır. (Tevbe Suresi,/67, 75-76)

Münafıklar ortamın adamıdırlar. İnançları , ortdama göre oynar. İşte Kur'an münafıkları fitne ortamında nasıl tavır alacaklarını şöyle tesbit ediyor:

Her fitne ortamında İslam'dan uzaklaşıp, fitnenin içine tepetaklak giderler. Kendileri gibi diğer mü'minleri de inkara sürüklemek isterler. (Nisa Suresi /83, 89) Ortamı gözetlerler. Mü'minler galip gelirse , onlardan gözükürler, kafirler galip gelirse " Biz sizi mü'minlerden koruduk." derler. (Nisa Suresi, 141)

Mü'minlerin belaya uğramalarını isterler, din hususunda şüpheye düşerler. Boş emellerle oyalanırlar. (Ha did Suresi, 14)

Münafıklar, İslam'ın bütün hayatı düzenleyen bir sistem olması konusunda da tereddütler içerisindedirler. Kim güçlü ise, Onun hükümlerine boyun eğer, İslam'ın üstün değer olduğunu unutuverirle. Kur'an'ın bu konudaki tesbitleri ise şöyledir:

Hüküm için Kur'an ve Peygamber'in tesbit ettiği hükümlere uymaya çağrıldıkları zaman şiddetle yüz çevirirler. Ya kalplerinde hastalık vardır, ya da şüpheye düşmüşlerdir. Ya da Allah ve Rasuluünün kendilerine haksızlık yapacağından korkmaktadırlar.

Kur'an'a ve önce indirilern semavi kitaplara inandıklarını söyledikleri halde Tağut'un önünde mahkeme olmak isterler Batılı inkar etmekle emrolunduklarıo halde Şeytan onları derin bir sapıklığa düşürmüştür. (Nisa Suresi, 60)

Cihad, münafıklar için adeta bir turnusol kağıdıdır. Onların ne durumda olduklarını hemen ortaya çıkarır. Çünkü cihad can ve malla verilen çetin bir imtihandır. Cihad karşısındaki tavırlarını Kur'an'dan takip edelim:

"Allah yolunda cihad edin" diye çağırıldıklarında " Biz cihadı bilmiyoruz" gibi bahaneler uydururlar. (Ali İmran Suresi, /166) cihaddan geri kalmak için sıcağı, soğuğu, benzeri şartları bahane olarak gösterirler (Tevbe Suresi /81) kendi canlarını Allah'ın emirlerinden, Peygamber'in getirdiği dinden daha çok severler. (9/120) Savaşa çağırıldıklarında insanlardan Allah'tan korkar gibi korkmaya başlarlar. Hatta daha çok korkarlar. Kimisi " Bize niye savaşı farz kıldın? Bize bir süre daha izin versen olmaz mıydı" diye sorar. (Nisa Suresi /77)

Kalplerine düşman korkusu düşünce, üzelerine ölüm baygınlığı gelmiş gibi bakışları donuklaşır. Korku gittiği zaman ise mala düşkün olarak mü'minlere iğneli sözlerle sataşırlar.(Ahzab Suresi /19)

Allah yolunda bir görev söz konusu olduğunda, başkalarını siper ederek sıvışıp kaçarlar. (Nur Suresi, 63). Zorlu mücadele zamanlarında evleri, barkları, çoluk çocukları, hep kendilerini bekleyen görevlerin önüne çıkar. (Ahzab Suresi, 13) Cihada gidenlerin bir daha geri dönmeyeceğinden endişe ederek kendi canlarını kurtarmış olurlar. Oysa bu , herşeyin Allah'ın takdiri çerçevesinde cereyan ettiğine inanmamaktan doğan kötü bir zandır.(Fetih suresi /11-12)

Cihada çağırıldıklarında ağır ağır davranırlar. Kalpleri şüpheye düşmüş, kuşkular içinde bocaladıkları için cihada çıkmamak için izin isterler. Savaşa çıkan mü'minlere ölüm hjapis gibi bir musibet geldiğinde "Allah bana ihsan etti de onlarla beraber olmadım" diye sevinirler. Kimisi de " Bizim gibi yapsalardı başlarına bu gelmezdi" der. Şayet cihada çıkarkarsa mü'minler arasında bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar. (Tevbe Suresi, 45-47, Nisa Suresi, 72, Ali İmran Suresi, 166-168)

İslam'ın iyi gününe üzülür, zor gününde sevinir ve "Tedbirli davranmakla övünürler" (Tevbe Suresi, 50)

Kendileri cihaddan kaçtıkları gibi diğer mü'minleri de alıkoymaya, bir düşman baskınında da iç fitne çıkarmaya çalışırlar. (Ahzab Suresi, 18,14)

Münafıkların toplumdaki inanç gruplarına karşı davranışlarında da çıkar ve inançsızlık temel ölçüdür. Kur'an'da münafıkların değişik inanç grupları ile ilişkileri şöyle zikredilir:

Mü'minlere benzemeyi, mü' minler gibi inanmayı küçümserler. Mü'minleri istihfaf ederler.

Mü'minler için hep kötülük temenni ederler. (Fetih Suresi, 6)

Mü'minlerden Allah korkusundan daha şiddetli korkarlar. (Haşr Suresi, 13)

Mü'minlere zarar vermek, inkarcılıkta bulunmak, mü'minlerin arasını açmak , Allah ve Rasulüne karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak için gerekirse mescidi bile kullanmaya , hatta mescid inşa etmeye kalkışırlar. Mü'minlere de " Biz iyilik yapmak istiyoruz" diye yalan söylerler. (Tevbe Suresi, 107)

Kafirlerden gelecek bir izzet ve şeref ümidiyle müslümanları bırakıp kafirleri dost edinirler. (Nisa Suresi /139)

Kulakları hep yalanlardadır. İslam'dan uzak toplumlara çokça kulak verirler.

Kalplerinde hastalık bulunduğu için Yahudi ve Hristiyanlara doğru koşuşurlar. Gerekçeleri de "aman bize bir kötülük gelmesin" şeklindedir. (Maide Suresi /52) hatta kitap ehline "sizin aleyhinizde kimseye itaat etmeyiz. Savaşa tutuşsanız bile size yardım ederiz." diye mü'minlere karşı yardım vaadinde bulunurlar. (Haşr Suresi /11)

Dikkat edileceği üzere, Kur'an- Kerim ve Hadisi Şerflerde bir kişilik çerçevesi çiziliyor. Bu ayet ve hadislerden bir sosyal ortam profili çıkarmak da mümkün.

Denebilir ki iktidarın kimde olduğunun bilinmediği, müslümanların zayıf düşürülmüş konumda gözüktüğü ortamlarda insanın kişiliği, bir iç muhasebe sürecine giriyor. Tercihler karşısında kalıyor. Kendini tanımlamakta ve durduğu yeri takdim etmekte tereddüde düşüyor insan.

Nifak tam da durduğu yerden emin olmayan insanın hali. Her tarafta oynamaya aday kişiliğini her tarafa pazarlamaya hazır bir insan...

Bugün nifak bahsi, birilerini damgalamak için değil, özellikle inancında samimi olanların kişiliklerini arındırma hassasiyetleri çerçevesinde gündeme alınmalı. Hanzale'nin ya da Hazreti Ömer'in hassasiyetleri çerçevesinde... Üzerine nifak gölgesi düşmemesi kaygısı ile...

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 2001 - Mart, Sayı: 181, Sayfa: 003

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.