"eşim Beni Telefonuyla Aldatıyor"

Erkam Radyo'nun "Sesli Dergi" programında Mehmet Dinç'in Genç Dergisi'nin Mart sayısında yayımlanan "Nazar Et Ne Olur!" yazısına yer verildi. İbrahim Emre'nin okuduğu çarpıcı yazıda yazar, üç kişinin eş, baba ve kız çocuğunun düşüncelerine yer verildi. 

Günümüzde insanlar teknolojonin de getirdiği bir imkân olan telefonlarla daha çok ilgilenir hâle geldiler. Seyahat ederken, bir masada arkadaşlarıyla otururken sürekli telefonlarına göz gezdirdiklerine ve bakışlarını ayıramadıklarına alışkın olmadığımızı kimse söyleyemez. Fakat bu durum o kadar ileri bir safhaya ulaşmış durumda ki insanlar eşleri ve çocuklarıyla bile göz göze gelemez vaziyete geldiler.

Tam da bu noktada Genç Dergisi yazarlarından Mehmet Dinç çarpıcı üç örneği bizimle paylaşıyor. Bir kadının, kocasının nazarlarından mahrum olmasını; bir annenin, kızının kendisiyle ilgilenmemesini ve bir evladın, babasının bakışlarına ancak onu kızdırdığında rastlamasını konu ediniyor yazar. Ve okuyucuya şöyle sesleniyor: Nazar et ne olur!

İşte Mehmet Dinç'in o yazısı:

Nazar etmek esasında bakmak demektir. Kültür nazar etmenin mânâsını biraz değiştirmiş ve bugün duyduğumuzda aklımıza gelen hâliyle beğenilen ya da kıskanılan bir şeye yönelik zarara sebep olacak bakış olarak yeniden anlamlandırmıştır. Biz asıl mânâsını kullanalım bu yazıda.

Nazar et ne olur diyoruz. Çünkü nazar etmemiz lazım, bakmamız lazım birbirimize. Her geçen gün daha az nazar ediyoruz yere göğe, doğaya insana. Gökyüzünü daha az izliyor, toprağı daha az görüyor, ağaçları daha az seyrediyor, insanlara daha az bakıyoruz. Baktığımız zaman da gözümüzle bakıyoruz. Gönlümüz, aklımız hep başka yerlerde oluyor.

Daha çok baktığımız, daha çok gördüğümüz, daha çok seyrettiğimiz, daha çok izlediğimiz ise genelde ekranlar. Televizyon ekranı, bilgisayar ekranı, cep telefonu ekranı, tablet ekranı günlük bakışımızdan en büyük hisseyi alıyor. Halbuki ekran anlamaz bakıldığını, anlasa da anlamlandırmaz, bakışa ihtiyaç duymaz, bakılmak, görülmek, izlenmek, seyredilmek istemez. Ama insan ister. Bakıldığını bilir, bakışı anlamlandırır. Bakışa ihtiyaç duyar. Hele ki sevdiği insanın bakışına. Anne bakışına, baba bakışına, eş bakışına, evlat bakışına, dost bakışına muhtaçtır insan. Ancak bakış var, bakış var.

Bana anlatılan üç duyguyu paylaşacağım sizinle. Duyguyu ortaya çıkartan olaylar sizi şaşırtmayacak. Çünkü her geçen gün evimizde, işimizde, çevremizde gördüğümüz, yaşadığımız, bazen şahit olup bazen tecrübe ettiğimiz olaylar. Ama şaşırtmak Şaşırtmıyorsa yaygınlaşıyor, normalleşiyor demektir. Ne yaygınlaşmalı, ne normalleşmeli.

Bunlardan birincisini bir , diğerini bir evlat, sonuncusunu da bir anne anlatıyor.

EŞİM BENİ TELEFONUYLA ALDATIYOR

Ne zamandır böyleyiz. Hafta sonu, hafta içi hiç değişmiyor. Eşimle evde olduğumuzda eşimin elinde hep cep telefonu var. Gözü hep telefonun ek-ranında. Şundan kesinlikle eminim ki başka bir insan yok, ahlaksızlık yok. Ancak yine de kötü hissediyorum. Ben eşime bakıyorum eşim telefonuna bakıyor.

Ne kadar oldu bilmiyorum en son ne zaman severek, acelesiz, tatlı tatlı yüzyüze bakıp konuşmuştuk. Her geçen gün benden uzaklaşan, her geçen gün biraz daha yabancılaşan bir insanla beraberim aynı evde her gün. Ben de mi kendimi ekranlara kapatsam. Ama biliyorum doğru değil. Düzeltmeye çalışıyorum olmuyor. Konuşmaya çalışıyorum olmuyor. Anlamaya çalışıyorum o da olmuyor. Her seferinde eşimin ciddi tepkisiyle karşılaşıyorum. Artık onun için vazgeçilmez olmuş o ekran. Kendi bile dışarıdan nasıl göründüğünün, telefon konusunda tepkilerinin ne kadar ölçüsüz olduğunun farkında değil. Ne yapacağım bilmiyorum. Bildiğim tek şey eşim yüzüme bakmıyor ve ben kendimi çok değersiz hissediyorum.

KEŞKE BABAMIN OĞLU DEĞİL ÖĞRENCİSİ OLSAYDIM!

Babam bir öğretmen. Mesleğini seven, işini sevgiyle, dikkatle yapan bir öğretmen. O öğrencilerini seviyor, öğrencileri babamı. Mezun olalı yıllar geçse bile babamı ziyarete geliyorlar. İşte o zaman anlıyorum bir sorun var ilişkimizde. Onlarla iletişimini görmesem, nasıl konuştuğunu, nasıl ilgilendiğini bilmesem belki normal olan budur diyeceğim ama normal olan bu değil. Öğrencileri eve geldiğinde babam televizyonu kapatır, öğrencilerine döner, konuşur, dinler, konuşurken de dinlerken de onların yüzlerine gözlerine bakar. Bakışları başka yerlere kaçmaz. Sıkıldığına dair bir işaret olmaz. Saatine ise hiç bakmaz. O zamanlar keşke ben de babamın oğlu değil öğrencisi olsaydım diye düşünürüm. Çünkü benimle ancak çok ciddi ve kızacağı bir şey varsa bu şekilde konuşur. Kızacağı zaman televizyonu kapatır, yüzüme hatta gözüme bakar, dinlemez ama konuşur, konuşur. Ben gözümü kaçırsam, başka bir yere baksam ya da saati kontrol etsem daha da kızar. Normal zamanda ise eve gelir gelmez televizyonun başına geçer, gözü televizyonda konuşur ya da dinler beni. Bedeni televizyona dönüktür. Arada bir yüzüme bakar ve hızla bakışlarını tekrar televizyona döndürür. Ben de artık çok konuşmuyorum. Konuşmak istesem de konuşmuyorum. Soracaklarım oluyor, anlatacaklarım oluyor ama ne soruyor ne anlatıyorum. Başkalarına soruyor, başkalarına anlatıyorum artık. Biliyorum sorduklarım da, anlattıklarım da babam kadar tecrübeli ve bilgili değil, biliyorum beni babam kadar doğru ve iyi niyetle yönlendirmezler ama ben babama ulaşamıyorum. Ne yapacağım bilmiyorum. Bildiğim tek şey babam yüzüme bakmıyor ve ben kendimi çok önemsiz hissediyorum.

KIZIM BENİM KIZIM DEĞİL

Bir kızım var. Bakmaya kıyamam, o kadar severim onu. Onun için yapmayacağım fedakarlık, vazgeçmeyeceğim hiç bir şey yoktur. Ayağına taş değmesin, saçının teline bir şey olmasın isterim. Yıllar yılı da onun iyiliği, geleceği için mücadele ettim, kendimden ve keyfimden hep fedakarlıklar yaptım. Küçük bir çocukken her şeyi konuşan, hep benimle oynamak isteyen, uyuturken bile susturamadığım o tatlı kızım yıllar içerisinde ben uzaklaştıkça uzaklaştı. Şimdi aynı evdeyiz ama aramızda yıllar, yollar var sanki. Fiziki bir mesafeyi varmış gibi hissedebiliyorsunuz. Kızım eve geliyor, bilgisayarın başına geçiyor, artık yatana kadar onun başında. Gerçi ne zaman yattığı da belli değil ya. Yemek için çağırdığımda ya gelmiyor ya da gelse bile hıphızlı yeyip doğru düzgün bir şey konuşmadan tekrar bilgisayarın başına geçiyor. Arada yaptığının bizi ne kadar üzdüğünü görüp beni öpüyor ya da yanımızda durmaya çalışıyor ama bedeni yanımızda olsa da aklı değil, gözlerinden görüyorum. Yüzümüze bakıyor ama kalbi başka yerde biliyorum. Nerede hata yaptık bu çocuğu büyütürken bilmiyorum. Kötü bir anne-baba mıydık onu da artık bilmiyorum. Bize göre her şeyini yapmaya, hiçbir şeyden çocu ğumuzu mahrum etmemeye çalıştık. Neyse sonuçta şu an evimde canımdan çok sevdiğim kızım var ama bu kız artık oenim kızım değil. Ulaşamıyorum ona. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bildiğim tek şey kızım yüzüme bakmıyor ve ben kendimi çok yetersiz hissediyorum.

SEVDİKLERİMİZİN YÜZÜNE BAKALIM!

Anne, eş, çocuk... Hisler farklı şikayet aynı. Yüzüme bakmıyor ve ben değersiz, önemsiz, yetersiz hissediyorum. Sonuç herkesin kimliğine ve kişiliğine göre değişiyor ama sebep ortak. Yüzüme bakmıyor, istemeyiz en yakınlarımız bize gönül koysunlar. Bizden uzaklaşsınlar. Bizi bir yabancı gibi hissetsinler. Bizimle bir şey konuşamasınlar, paylaşamasınlar. Bizim yüzümüzden kendilerini değersiz hissetsinler, önemsiz hissetsinler, yetersiz hissetsinler.

O zaman yapacağımız şey çok basit aslında. Sevdiklerimizin yüzlerine bakalım. Hem de saatli, sınırlı değil, sabırsız, dikkatsiz değil, ilgisiz, sevgisiz değil. Bakalım yüzlerine, gözlerine. Bakalım da gözlerinden gönüllerine girelim. Bakarken bedenimiz de baksın, başka yerlere dönmeyelim. Bakarken zihnimiz de baksın başka şeyler düşünmeyelim.

Kolay ya bunlar demeyin, kolay aslında ama zorun zoruymuş gibi her geçen gün daha az yapıyoruz. Daha az yaptıkça da daha mutsuz oluyoruz. Hem biz, hem bizimkiler. İlişkimiz bozuluyor, iletişimimiz azalıyor. Sebepsiz gerginlikler, tatsızlıklar, tartışmalar ortaya çıkıyor. Küçücük olaylara büyük tepkiler veriliyor. Halbuki bir bakış çözecek derdimizi, ısıtacak kalbimizi. Bir bakış, çok değil...

Kaynak: Mehmet Dinç, Nazar Et Ne Olur, Genç Dergisi, 2015 - Mart

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.