Kendimizi Muhasebe Etme Zamanı

Cenâb-ı Hakk’ın büyük bir rahmet ve bereket iklimine girerken kalbî hazırlığımızı muhâsebe etmek durumundayız.

Namazlarımız nasıl olacak? Rabbimiz “Secde et ve yaklaş!”  buyuruyor. Bizim her secdemiz Cenâb-ı Hakk’a yakınlığımızı artıracak mı bu Ramazân-ı Şerîfte?

“Bir vecd ile bin secde” edebilecek kalbî kıvamdan ne kadar nasîb alabileceğiz?

Felâha eren kulların, namazı “huşû” ile kıldıkları haber veriliyor.  Biz ne durumdayız?

Âyet-i kerîmede;

“…Namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (el-Ankebût, 45) buyrulmuşken, namazlarımız bizi nefsânî vitrinleri seyretmekten, televizyonun menfî programlarını izlemekten, internetin çıkmaz sokaklarında savrulmaktan ne kadar koruyor?

Çünkü; “Defteri sağdan verilenler Cennetler içindedirler. Günahkârlara:

«–Sizi şu yakıcı ateşe (Sekar Cehennemiʼne) sokan nedir?» diye uzaktan uzağa sorarlar. Suçlular derler ki:

«–Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu yedirmezdik (fukaraya infâk etmezdik), bâtıla dalanlarla birlikte biz de dalardık, cezâ gününü de yalanlardık. O hâldeyken ölüm bize gelip çattı.» Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Müddessir, 39-48)

NAMAZLARIMIZ NASIL?

Peki, bizim namazlarımız nasıl? Hangi kıvam içerisinde…

İkinci büyük peygamber olan İbrahim –aleyhisselam-’ın derdi, kendisinin ve zürriyetinin Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak bir kıvamda namaz kılabilmesi idi. Bunun için Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ ediyordu:

“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!” (İbrahim, 40)

Biz namazlarımızı bir mecburiyet savar gibi mi, yoksa Rabbimizʼin huzûrunda kulluğumuzun kabûlü için yüreğimizin titrediği yüce bir mîrac ufkunda mı kılıyoruz?

Bir mütefekkirin güzel bir tâbiri vardır:

“Namaz, (aynı zamanda) psikiyatrik bir tedavidir. Çünkü namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O en büyük güce bağlıdır. O gücün inâyeti içindedir. Namazı huşû içinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz.”

Cenâb-ı Hak, « فَفِرُّوا اِلَى اللّٰهِ / Allâh’a koşun» buyuruyor. (ez-Zâriyât, 50) Namaz en büyük güce sığınmaktır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi, 136. Sayı, Haziran 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.