Kardeşlerimizi Sevindirme Günleri

Çileler insanı pişirerek olgunlaştırır. Sahildeki taşlara bakın… Asırlardır üzerlerinde şaklayan dalgalar neticesinde hiçbir sivri tarafları kalmamış ve granit misâli kırılmaz hâle gelmişlerdir. İnsan da nefsi terbiye gayretiyle, zorluklar çeker, sonunda kolaylığa erişir. Zahmetler çeker, neticesinde rahmet tecellî eder.

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Gerçekten her zorlukla beraber (katlanılan zorluğun neticesinde) bir kolaylık vardır. Hakikaten her zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirâh, 6-7)

İşte asıl bayram budur. Asıl bayram, «mârifetullâh»a ve «muhabbetullâh»a erebilmektir. Asıl bayram; haşrin ve neşrin korkunç merhalelerinden geçip, cennete ve Cemâlullah’a vâsıl olmaktır. Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri’nin ifadesiyle Yâr ile olmaktır:

Bayrâmım imdi, bayrâmım imdi,

Bayrâm ederler Yâr ile şimdi.

Hamd ü senâlar, hamd ü senâlar,

Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm.

Bayram; nefsin bu dünyada rahata ermesi, yiyip-içmesi, eğlenmesi değildir. Dünya vazife yurdudur; âhiret bu vazifenin edâsına göre, mükâfat yahut mücâzât mekânıdır.

CENNET MÜJDESİNİ ALMADAN YAŞAMAK

Cennet müjdesini almadan, kendini kaybedercesine sevinmek, sere serpe yaşamak, eğlence ve oyunların girdaplarında tükenmek; ağacın altında uyuyan adam misâli, kara bir yılanı yutmak demektir ki, âkıbet hüsrandır.

Bu sebeple bayramlar ayrı bir dikkat ve ihtimam ister. Meselâ Ramazan Bayramı; bir aylık bir ibâdet, tâat ve hizmet dersinin ve fedâkârlığının sonunda bir teneffüs gibidir. Fakat o teneffüs de, Ramazân’ı da bayramı da lutfeden Hak Teâlâ’nın rızâsı ve arzusu istikametinde yaşanmalıdır.

Bayram; sevinç günü ise, nefsiyle mücadele hâlindeki mü’min bunu, sevindirme günü olarak hayata geçirmelidir. Yetimleri, kimsesizleri, gözünün önündeki ve dünyanın bir ucundaki bütün mü’min kardeşlerini sevindirmek, yüzlerini güldürmek hamlesi olarak değerlendirmelidir.

Bayram; yiyip-içme günü ise, nefsinin dizginlerini bırakmayan kul, her lokmayı helâliyete son derece ihtimam, paylaşma, infak ve hâsıl olacak enerjiyi kulluğa sarf etmek heyecanıyla yemeyi düstur edinmelidir.

Bayramları tatil olarak telâkkî edip, anne-babalardan, akrabalardan, konu-komşudan ve kabir ziyaretlerinden uzaklaşmak yerine, onların hâl ve hatırlarını sormanın bir fırsatı olarak değerlendirmelidir.

Hâsılı;

Nefse bir an bile göz açtırmamalıdır. Nitekim hadîs-i şerifte Efendimiz’in bir duâsı şöyle bildirilmiştir:

“Allâh’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu tezkiye edenlerin en hayırlısısın. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın.” (Müs­lim, Zi­kir, 73)

Bu ilticânın bir mânâsı da şudur:

TEZKİYE ANCAK HAK’TAN…

Kişi ne kadar riyâzat ve mücâhede ile meşgul olursa olsun, nefsini asıl tezkiye edecek olan Allah Teâlâ’dır. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

“…Eğer üstünüzde Allâh’ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla tezkiye olamaz, temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” (en-Nûr, 21)

“Kendilerini temize çıkaranlara ne dersin! Hayır, Allah dilediğini temize çıkarır ve hiç kimse kıl payı kadar haksızlık görmez.” (en-Nisâ, 49)

Çünkü; Allâh’a sığınmaksızın, O’na ilticâ etmeksizin nefse karşı elde edilen istidraç misâli muvaffakiyet, nefsin bir başka aldatmacasına dönüşür. Çünkü kişi, kendisinde varlık vehmetmeye başlar. Nitekim; bazı Hint fakirleri, manastırlara kapanmış bazı keşişler ve benzeri îtikāden Hakk’ın rızâsından uzak kişiler de nefis mücâhedesiyle bazı kabiliyetler elde edebilmektedirler. Fakat nefis mücâhedesinden maksat, nefsin kabiliyet ve kibrini artırmak değil, onu Rabbin kulluğuna inkiyâd eder hâle getirmektir.

Bu sebeple, nefisle cengin nihâyeti yoktur. Kulluk, son nefese kadardır. Bunu idrâk eden ehlullah, nefsin kemendini asla ellerinden bırakmamışlardır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, 102. Sayı Ağustos 2013

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.