Kapitalist Düzende Müslümanca Yaşamak Mümkün mü?

Kapitalist düzen içerisinde müslümanca yaşamak mümkün mü?

Altınoluk: Kapitalist düzen içerisinde müslümanca yaşamak mümkün mü acaba? Mümkünse nasıl bir hassâsiyet geliştirmek gerekiyor?

ZOR OLSA DA MÜMKÜNDÜR

Osman Nûri Topbaş: Kapitalist sistem içinde müslümanca yaşamak, zor olsa da mümkündür. İslâmʼın, içinden neşʼet ettiği câhiliye toplumundaki iktisâdî hayat şartları, bugünkünden daha iyi değildi. Fâiz, tefecilik, zulüm, aldatma had safhaya ulaşmıştı. İslâm, böyle bir ortamda doğup neşv ü nemâ buldu.

PEYGAMBERİMİZ ÇARPIK DÜZENLE MÜCADELE ETTİ

Rasûlullah Efendimiz, o şartlar altında ticârî faaliyetlerde bulundu. Bütün bu çarpık düzenle mücâdele ederek İslâmʼın hak ve adâlet temelleri üzerinde yükselen iktisâdî hayatının tohumlarını attı.

Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ve enflasyona sebep olan fâiz ve tefecilik, asr-ı saâdet toplumunda sıfırlandı.

Allah Rasûlü buyurur:

“Malını satışa arz eden cesur tüccar merzuk (rızıklandırılmış), muhtekir (karaborsacı) ise mel’undur.” (İbn-i Mâce, Ticârât, 6)

Ayrıca müʼminler, tarih boyunca pek çok yabancı sistem içinde kendi sistemlerini devam ettirmişlerdir. Zira gerçek bir müslüman, hangi toplum içinde olursa olsun, her hâlükârda varlığını ve îman heyecanını koruyabilen, tıpkı bir altın cevheri gibi, çamura düşse bile kıymetini kaybetmeyen, şahsiyetli insandır.

Bu itibarla bir müslüman, ticarî hayatını, kapitalizmin istismar ve hodgâmlığına göre değil, Cenâb-ı Hakkʼın emrettiği helâl ve haram hudutlarına, sadâkat ve dürüstlük gibi ilâhî ölçülere göre tanzim etmelidir.

Nitekim, gayr-i İslâmî sistemler içinde bile ilâhî emir ve nehiylere riâyet edebilen müʼminler, etraflarında dâimâ bir fazîlet timsâli olmuşlardır. Hattâ bu hassâsiyetleriyle nice hidâyetlere vesîle olmuşlardır.

Ti­ca­ret­te he­lâ­lin­den ka­zan­ma­ya dik­kat edip, ona ha­ram ka­rış­tır­ma­ma­nın maddî-mânevî be­re­ke­tini, mer­hum pe­de­rim Mû­sâ Efen­di şu hâ­di­se ile an­la­tır­dı:

HARAM VE ŞÜPHELİ ŞEYLERE DİKKAT!

Abdullah ibn-i Ömer t buyurur:

“Namaz kılmaktan yay, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden kaçmadıkça Allah o ibadetleri kabul etmez.”

Gayr-i müs­lim bir kom­şu­muz var­dı. Son­ra­dan müs­lü­man ol­muş­tu. Bir­gün ken­di­si­ne hi­dâ­ye­te eriş se­be­bi­ni sor­du­ğum­da şun­la­rı söy­le­di:

«–Acı­ba­dem’de tar­la kom­şum Mol­la Re­bîʼnin ti­câ­ret­te­ki gü­zel ah­lâ­kı ve­sî­le­siy­le müs­lü­man ol­dum. Mol­la Re­bî, süt sa­ta­rak ge­çi­mi­ni te­min eden bir zât­tı. Bir ak­şam vak­ti bi­ze gel­di ve:

“–Bu­yu­run, bu süt si­zin!” de­di. Şa­şır­dım:

“–Na­sıl olur? Ben siz­den süt is­te­me­dim ki!” de­dim. O has­sas ve za­rif in­san:

–Ben far­kın­da ol­ma­dan hay­van­la­rım­dan bi­ri­nin si­zin bah­çe­ye gi­rip ot­la­dı­ğı­nı gör­düm. Onun için bu süt si­zin­dir. Ay­rı­ca o hay­va­nın ta­hav­vü­lât dev­re­si (ye­di­ği ot­la­rın vü­cu­dun­dan ta­ma­men izâ­le­si) bi­tin­ce­ye ka­dar sü­tü­nü si­ze ge­ti­re­ce­ğim...” de­di. Ben:

“–Lâ­fı mı olur kom­şu? Ye­di­ği ot de­ğil mi? He­lâl ol­sun!..” de­diy­sem de Mol­la Re­bî:

“–Yok yok, öy­le ol­maz! Onun sü­tü si­zin hak­kı­nız!..” de­yip hay­va­nın ta­hav­vü­lât dev­re­si bi­te­ne ka­dar sü­tü­nü bi­ze ge­tir­di.

İş­te o mü­bâ­rek in­sa­nın bu dav­ra­nı­şı bana zi­yâ­de­siy­le tesir etti. Ne­ti­ce­de gö­züm­de­ki gaf­let per­de­le­ri­ni kal­dır­dı ve hi­dâ­yet nûru içi­me doğ­du. Ken­di ken­di­me:

“–Böy­le yü­ce ah­lâk­lı bir in­sa­nın dî­ni, mu­hak­kak ki en yü­ce dîn­dir. Böy­le­si­ne zarif, hak-şi­nâs, olgun ve te­miz in­san­lar ye­tiş­ti­ren bir dî­nin doğ­ru­lu­ğun­dan şüp­he edi­le­mez! De­dim ve ke­li­me-i şe­hâ­det ge­ti­rip müs­lü­man ol­dum.»”

Bu hâdiseden de anlaşılacağı üzere, insanlar dâimâ karakter ve şahsiyete hayran olur, karakter ve şahsiyetin peşinden giderler. Çünkü sağlam bir şahsiyetin sergilediği en küçük bir İslâmî hassâsiyet bile, bâzen en beliğ sözlerden daha tesirli olabilir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş / Müslümanın Para ile İmtihanı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.