Kabe’yi İlk Gördüğümde

“Anlatılmaz, yaşanır” denen anların başında Allah’ın evi Kâbe’nin ilk görüldüğü an gelir. Şebnem dergisi yazarı Fatma Çatak, Kâbe’yi ilk gördüğünde ve Kâbe’ye veda ederken yaşamış olduğu duygusal anları yazdı.

Gidenlerden onlarca hâtıra dinledim, yolculara duâlar emanet ettim. Rabbim’e niyazlar ettim, sabredip bekledim. Rabbim duâlarıma icâbet etti. Nihayet ben de umre yolcusuydum.

LEBBEYK

Mekke’ye ulaşınca abdest tazeleyip Mescid-i Haram’a doğru yol alıyoruz. Gözlerimizde yaşlar, Kâbe’yi görene kadar söylediğimiz lebbeykler, emanet edilen duâları ilk görüşte yapacak olmanın hazırlığı ve bitmek bilmeyen heyecan… Şimdiye kadar baktığım onlarca Kâbe fotoğrafı resm-i geçit yapıyor beynimde...

Umreye gidenlerin tembihlerini tekrar ediyorum:

“Yürüyen merdivenlerden inip Kâbe’nin bulunduğu tavaf alanına geçersiniz. Başını hiç kaldırma. Tâ ki Kâbe’yi görene kadar…”

Annem koluma giriyor, ağır ağır yürüyen merdivenlerden iniyoruz, biraz yürüyoruz. Mart ayı, ama iklim farkı sebebiyle öğle sıcağı yaşanıyor Mekke’de… Uzun sayılabilecek loş bir koridordan yürürken gözümü mermer döşeli zeminden bir an ayırmıyorum. Annemin hac tecrübesi var. İkimiz bir olmuş ilerliyoruz.

Allâh’ım! Heyecan, duâ, yaşlı gözler, şaşkınlık… Bir duyguyu tadarken bir diğerinin yoğunluğunu yaşıyorum. Tavaf alanına doğru yaklaştığımda ortalık daha da aydınlanıyor. Revakların altındayken kafilenin arkasında kalmayı seçiyorum.

Kafilemiz ilerliyor, duraklayıp:

“-Haydi artık, başını kaldır!” diyorum kendime...

KABE’YE İLK BAKIŞ

Güneş tam tepe noktasında. Başımı kaldırıyorum, elimde duâ kitabı, Kâbe’ye bakakalıyor, gözümü Kâbe’den ayıramıyorum. Dünya’daki en büyük hamdleri, şükürleri sunuyorum Rabbim’e… Birkaç adım attıktan sonra günlerce düşünüp karar verdiğim duâmı arz ediyorum:

“-Yâ Rabbi, şu anda ve bundan sonra yapacağım bütün duâlarımı kabul eyle!”

Kâbe’yi ilk görüşte yapılan duâ, ne makbul duâ…

Donup kalmışlık var üzerimde, Kâbe’ye bakıyor ve biraz da yürüyorum. Bir elimde duâ kitabı, diğer elimi annemin kolundan tutarak, sanki kalabalıkta annesini kaybetme korkusu yaşayan küçük kız çocuğu gibi çekingen, utangaç bir hâl alıyorum.

Kâbe’ye sadece bakıyorum… Ne ağlama, ne sevinç, ne hüzün… Duygularım sıfırlanmış âdeta…

“-Aman Allâh’ım, yoksa Sana hakkıyla kulluk edemedim mi, ben buralara lâyık değil miydim, yoksa imtihan için mi geldim buraya?”

Sorular aklımda uçuşurken, son derece üzgün bir vaziyet alıyorum. Elimdeki tavaf duâlarını okuyarak, ara sıra önüme bakıp tavaf alanını görerek, sık sık Kâbe’ye gözümü çevirerek tavaf ediyorum.

Kâbe, önce çok heybetli geliyor. Devâsâ bir yapı görüyorum baktıkça… Fotoğraflardaki gibi değilmiş. Çok muazzam… İnsanın içini haşyet kaplıyor. Öğle sıcağı olduğundan tavaf alanı tenha...

Kâbe’ye o kadar yakınım ki, tavafıma devam ediyor, her bir şavtın duâsını yapıyor, sanki bir yere yetişmem gerekircesine ilerliyorum. Donukluğum hâlâ geçmedi. Duygularım içimi kemiriyor, anneme bile derdimi anlatamıyorum. Neden nötr duygular yaşadığımı anlayamıyorum. Oysa ne kadar da hazırdım!

Kâbe olabildiğince heybetli, vakur, onurlu, dimdik duruyor. Safâ-Merve, sa’y, Hazret-i İbrahim, Hazret-i Hacer, Hazret-i İsmail… Aleyhimüsselâm… Bir anne ve evlâdı, çölde yapayalnız, bîçare, koşuşturma… Tevekkül, teslîmiyet ve zemzem… Zihnimde bu tarihî bilgiler akarken o anları yaşamaya çalışıyorum.

Umrem tamam olunca ihramdan çıkıyorum. Eş-dostla istişâre edip hasbihâl etmek beni ferahlatıyor. Meğer herkeste olurmuş bu tür donup kalmalar, içindeki duygu yoğunluğunun adını koyamamak, nefisle mücâdele etmek…

Sonraki gelişimde kalabalıklar arasında yalnızım âdeta... İçimde durmak bilmeyen sesler, içimde konuşan bir ben daha var. Kâbe bu kez beni kucağına alıyor, önce ellerimi tutuyor, sıcaklığını daha bir derin hissettiriyor, kendine, kokusuna alıştırıyor.

Hani sabah ve yatsı namazlarında serin serin esen rüzgârla gelen o güzel râyihasına… İmamın sadâsı o güzel kokuya karışıyor. Hafiften bir rüzgâr estikçe içimdeki donup kalmışlık çözülüyor. Âhh Kâbe… Ne kadar güzel, ne kadar asilsin. Siyahlar sana ne kadar yakışıyor….

Tavaf esnâsında Rükn-i Yemânî tarafında biraz yer açılıyor. İçimi kemiren bütün düşünceleri oraya bırakırcasına, boğazımda düğümlenen hıçkırıkları gözyaşlarıma katıp arz ediyorum Rabbim’e…

Sanki yıllardır görmediğim birine kavuşmuş gibi, sanki kaybedip umudunu kestiği sevdiğine hasreti son bulmuş gibi, sanki beni sarıp sarmalayan her bir halatı koparır gibi, Beytullah’ta ağlıyorum, ferâcemin yenlerini Kâbe duvarına sürüyor, ellerimle duvar taşlarına dokunuyor, ellerimi yüzüme kapatıyor, ağlıyor, duâ ediyor, yalvarıyorum.

RABBENA DUASI

Dönmeye devam ederken:

“Rabbenâ Âtinâ” duâsının ardına eklediğim duâlar dilime düşüyor: “Ve edhilne’l-cennete mea’l-ebrâr… Yâ Azîzü yâ Ğaffâr yâ Rabbe’l-âlemîn…”

Bir duâ, bir mekâna bu kadar mı yakışır?

Bir duâ, bu kadar mı yüreğe dokunur. Hacerü’l-Esved’e kadar bu duâyı yapıyorum.

İçimde bir sevinç; bir rahatlama ki eşi benzeri yok. Öylesi güzel bir hafiflik...

Âh Beytullah... Bana önce heybetini gösterdin, içimi haşyetinle kapladın, ama şimdi… Beni öyle bir kuşattın ki merhametinle… Yüreğimde sıcaklığın, sırtımı sıvazlıyor ve bana:

“-Haydi yürü, arkandayım, kalbinin tam ortasındayım. Bundan sonra hayatında daha çok varım!” diyorsun.

Mültezem’de, Makâm-ı İbrahim’de, Hatîm’de ve Altınoluk’u temâşâ ederken de bambaşka duygular yaşıyor, mutluluk gözyaşlarına gark oluyorum.

Sanki dünyanın yükünü omuzlarımdan atmış gibi…

Sanki içimde hapsolmuş kuşlar kanatlanıp özgürlüğe uçmuş gibi… Ve sanki günah yüklerimden kurtulmuş gibi…

Beytullah öyle bir şefkatle dokunuyor ki gönlüme, hayatımda bir kez gördüğüm insanlar bile gözümün önüne geliyor, ismen duâ ediyorum onlar için... Tavafım boyunca onlar oluyor duâmda…

Ve tabi, âhirete uğurladığım sevdiklerim... Onlar adına tavaf etmek, amel defterlerinin açık kalmasına vesîle olmak ne kadar iyi geliyor yüreğime…

Günler geçtikçe Kâbe ile yıllardır tanışan iki dost oluyoruz sanki. Mekke de anavatanımız... Hiç yabancılık çekmiyorum. Arada bir ayrılık tarihimizi anımsıyorum, içim cız ediyor, lâkin ben Kâbe’yi seyretmeye devam ediyorum.

Ayrılık zor olsa gerek… Ve dahî zor oluyor. Vedâmı bir öğle vakti yapıyorum Beytullâh’a…

“Ayrılmak istemiyorum!” diye haykıran iç sesime gözyaşlarım da eşlik ediyor. Oysa ki, kafilemiz otelden çıkış hazırlığında. Otobüsümüz otel kapısında bizi bekliyor.

KABE’YE VEDA

Kâbe’ye ardımı dönüp gidemiyorum. Yavaş yavaş metâf alanından Kâbe’ye ilk girdiğim kapıya doğru ilerliyorum. Ardıma baka baka ilerliyorum. Zemin katın serin koridorlarından Kâbe’ye son kez bakıyorum. Bu sefer heybeti yok, sâkin, sessiz uğurluyor beni. İçimdeki ses sükûna ermiş, kadifemsi bir his var içimde… Son kez ardıma bakıp yürümeye başlıyorum çıkış kapısına.

Medîne’ye yolculuk başlıyor. “Allâh’ım, bizlere Mekke’yi sevdirdiğin gibi, ondan daha da fazla Medîne’yi sevdir!” (Buhârî, Deavât, 43) buyuran Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- aklıma geliyor. Anlaşılan Mekke’deki gelgitler, koşuşturma, derin iç mücadele Medîne’de tatlı bir huzura dönüşecek…

Dilimde salavatlar, yepyeni bir heyecana kucak açarak bu yolculuğu tamamlıyorum.

Selâm Sana ey Nebî! Selâm gül kokulu belde…

Kaynak: Fatma Çatak, Şebnem Dergisi, Sayı: 175

 

İslam ve İhsan

KABE NEREDE?

Kabe Nerede?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.