İslamʼı Nasıl Tebliğ Edebiliriz?

Hidâyetinden evvel Habeşli Vahşî, âdeta kan içen, canavar ruhlu bir vahşet adamıydı. Fakat hidâyetle şereflenip Peygamber Efendimizʼin mânevî terbiyesine teslim olmak sûretiyle gözü yaşlı, yufka yürekli, derin düşünceli bir sahâbî oldu.

Hz. Vahşi gibi daha niceleri de hidâyetlerinden önce pek çok kötü sıfatın pençesinde, mânen ölü hâlde idiler. Fakat sonra onlar da aynı hidâyet menbaının âb-ı hayatını yudumlamak sûretiyle ebedî bir diriliğe kavuştular ve hepsi de “Hazret” ünvânı ile anılan yüce bir şerefe nâil oldular.

Bütün bunlar da gösteriyor ki, zâhir ve bâtın itibârıyla Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, yaratılmışların en mükemmelidir, en mükerremidir, en müstesnâsıdır, en sevgilisidir. Öyle ki, beşeriyet tarihinde hakîkat ve fazîlet kutbu olan bütün sulehâ, asfiyâ, evliyâ, hukemâ ve fâtihler, ancak O Varlık Nûruʼndan yayılan nur huzmeleridir. Bütün ziyâsını O risâlet güneşine borçlu olan mehtaplardır. Zira O, bütün âlemlere, Hâlık-ı Zülcelâl’in müstesnâ bir rahmetidir, lûtfudur, ihsânıdır.

Bu itibarla Allâh’a yaklaşma ve rızâ-yı ilâhîye mazhar olabilme yolu da, O’na olan muhabbet ve bağlılıktan geçer. (Bkz. Âl-i İmrân, 31; en-Nisâ, 80)

MÜSLÜMANIN EDEP VE AHLÂKI

Allâh’a îmân eden hiçbir kulun bîgâne kalamayacağı hakîkat, işte budur. Allâhʼa muhabbetin yegâne miyârı; Allah Rasûlü’ne tâbî olmaktır, O’na cân u gönülden bağlılıktır, O’nun nûru etrafında âdeta pervâne kesilmektir. Aksi hâlde îman, îman sayılmaz; sâlih ameller bile boşa gider. Hiçbir kul, kendisini, Allâh’a başka türlü sevdiremez. Kendisini Allâh’a sevdiremeyen kulun da bütün yaptıkları boşunadır.

Bu sebeple her hâlimizi Oʼnun hâlleriyle mîzân etmeli, Oʼnu kendimize fiilî kıstas almalıyız. “Allah Rasûlüʼnün yanında olabilseydim acaba O benim hâl ve davranışlarıma tebessüm eder miydi? Oʼna arz edebileceğim güzellikte bir hâlim var mı? Oʼnun gönül dokusundan acaba ne kadar hisse alabildim?” diyerek kendimizi sık sık sorgulanmalıdır. Hayatımızın her safhasında ve gönlümüzün merkezinde dâimâ Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bulunmalıdır. O’nun emsalsiz örnek şahsiyeti, karakterimizin yegâne mîmârı olmalıdır.

Bunun için de elbette ki en büyük ihtiyacımız, O’nu daha yakından tanımak, çok yakından idrâk edebilmek... Tâ ki O’nun aldığı nefesleri alana kadar; nabzımız, O’nun kalbiyle bütünleşene kadar… Tıpkı ashâb-ı kirâm gibi; bağrı yanık peygamber âşıkları gibi...

O’na lâyık seviyede bir kalbî kıvam, biz âcizler için mümkün değilse de, hiç olmazsa o yolun yolcusu olmak bile büyük bahtiyarlıktır. Zira O’nun emsalsiz şahsiyetinden ve yüce ahlâkından bir nebze olsun hisse alabilmek, ebedî saâdet kapısını aralamaktır.

MÜSLÜMANLARIN EN BÜYÜK VÂZİFESİ

Bu itibarla Rasûlullah Efendimizʼin yüce şahsiyetini daha yakından tanıyabilmek maksadıyla elinizdeki bu nâçizâne eseri, noksanlık ve acziyet mürekkebiyle de olsa, kaleme almaya çalıştık. Belki sözlerimiz O’na lâyık değil; lâkin hepimiz, Oʼnu hem idrâk etmek, hem anlatmak, hem de yaşamak sûretiyle O en büyük ilâhî armağana teşekkür zarûreti içindeyiz. O’nun bütün âlemleri kuşatan sonsuz rahmet ve nûrunu, mâneviyattan uzaklaşmanın buhranlarıyla boğuşan âhirzamana taşıyacak birer köprü olabilmek, imkânlarımız nisbetinde hepimizin en büyük vazîfesi… O en zirve sanat hârikasını bütün insanlığa dilimiz döndüğünce en güzel bir şekilde tanıtmak, vefâ borcumuz. Özellikle de hâl ve davranışlarımızla O’nu en güzel şekilde temsîl edebilmek, biz ümmet-i Muhammed için şereflerin en büyüğü...

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Fahr-i Âlem - Habîbi Hüdâ Hz. Muhammed Mustafâ, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.