İslam’da Kitaplara İman

Kitaplara inanmak imanın şartlarından mıdır? Kitaplara iman nasıl olmalıdır? Hangi peygambere hangi kitap gönderilmiştir? İslam’da kitaplara iman...

İmanın şartlarından birisi de Allah’ın kitaplarına inanmaktır.

İSLAM’DA KİTAPLARA İMAN

Allah, kitaplarını peygamberlerine vahiy yoluyla indirmiştir. Bu itibarla, kitaplardan önce kısaca vahyin ne olduğunu açıklayalım:

Vahyin Mahiyeti ve Çeşitleri

Dilcilere göre vahiy, gizli ve süratli söz, işaret ve ilham manalarına gelir.

Vahyin, dinî terim olarak manası, Allah’ın peygamberlerine dilediğini özel bir şekilde bildirmesidir.

Kur’an-ı Kerim’de (42/Şûrâ, 51.) vahyin çeşitlerinden şu üçü bildirilmektedir:

a) Allah, dilediklerini dilediği kulunun kalbine doğrudan doğruya çok çabuk bir şekilde yerleştirir. Buna “Vahy-i Hafî = Gizli Vahiy” veya “Vahy-i Gayr-ı Metluvv = Kelimeler Hâlinde Okunmayan Vahiy” denir. Peygamberimizin, Kur’an-ı Kerim’den başka “Allah Teala şöyle buyuruyor.” dediği sözleri, bu tür vahiylerdendir ve “Hadis-i Kudsi” diye bilinir.

Buna göre, “Hadis-i Kudsi”nin manaları, Allah tarafından peygamberine vahyedilmiş, o da bunları kendi sözleriyle ifade etmiştir.

b) Vahyin bir çeşidi de, perde arkasından, peygamberin duyduğu sözlerdir. Bu tür vahiyde peygamber, bir şey görmeden kendisine vahyedilen sözleri işitir. Musa (as.), Tur dağında ağaç arkasından kendisine vahyedilen Allah sözünü böyle işitmişti.

c) Melek Cebrail’in (as.) peygamberlere getirdiği vahiydir. Buna “Vahy-i Metlüvv = Okunarak Kelimeler Hâlinde Gelen Vahiy” denir. Vahyin en yüksek derecesi budur. Bu bakımdan, vahiy denilince de akla bu gelir. Kur’an-ı Kerim, peygamberimize böyle nazil olmuştur. Yani Cebrail (as.), Kur’an-ı Kerim’i kelimeler hâlinde ayet ayet, sure sure getirmiştir.

Vahiy, sadece peygamberlere mahsustur, peygamberlerden başkasına vahiy gelmez.

Allah’ın veli kullarına bazı hâllerde gelen ilham ile vahyi birbirine karıştırmamak lazımdır. Esasen velilere gelen ilham, peygamberlere gelen ilhamdan da farklıdır. Vahiy ile meydana gelen ilim kesindir. Vahye uymak, herkes için zorunludur. Peygamberler, kendilerine gelen vahyi olduğu gibi duyurmakla yükümlüdürler.

Velilere gelen ilham ise böyle değildir. İlham, vahiy gibi kesin bilgi ifade etmez. Allah tarafından geldiği kesin olarak bilinen, Kitap ve Sünnete de uygun olan ilhama velinin kendisi uyabilirse de bu, başkaları için delil olmaz. Kitap ve Sünnete aykırı olan ilhama ise veli de uyamaz. Çünkü dinî konularda ölçü, Kitap ve Sünnet’tir.

Vahiy hakkındaki bu kısa açıklamadan sonra şimdi kitaplarla ilgili bilgilere geçelim:

İlahi Kitaplar ve Sayfalar

Allah, yarattığı insanı başıboş bırakmamış, dünya ve ahirette mutlu olmasını sağlayacak yolları, peygamberleri aracılığıyla göstermiştir. Peygamberler de vahiy yoluyla Allah’tan aldıklarını aynen tebliğ etmişlerdir. Peygamberlerin Allah tarafından getirdiklerini ilahi ve semavi kitaplar oluşturmaktadır.

Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplardan bazıları birkaç sayfadan meydana gelen küçük kitaplardır. Bunlara sahifeler anlamına gelen “Suhuf’, diğerlerine dört büyük kitap denir.

Sayfalar:

  • 10 sayfa, Âdem’e (as.),
  • 50 sayfa, Şit’e (as.),
  • 30 sayfa, İdris’e (as.),
  • 10 sayfa, İbrahim’e (as.) indirilmiştir.

Bugün bu sayfalardan hiçbiri mevcut değildir.

Büyük Kitaplar:

  • Zebur, Davud’a (as.),
  • Tevrat, Musa’ya (as.),
  • İncil, İsa’ya (as.),
  • Kur’an-ı Kerim de Muhammed’e (as.) indirilmiştir.

Bu kitaplardan, Davud’a (as.) gönderilmiş bulunan Zebur’dan birkaç Mizmar kalmış, diğerleri kaybolmuştur.

Tevrat (Ahd-i Atik)

Bugün elde bulunan Tevrat’ın, Musa’ya (as.) nazil olan ilahi kitabın aynı olduğu söylenemez. Sonradan değişik kimseler tarafından yazılmış, ilave ve çıkartmalar yapılmış bir kitap hâline gelmiştir. İçinde asıl Tevrat’tan parçalar da olabilir.

Çünkü Musa’dan (as.) sonra birçok savaşlarla İsrailoğulları parçalanmış ve egemenliklerini yitirerek uzun yıllar esir hayatı yaşamışlardır. Ayrıca, Süleyman’dan (as.) sonra gelen Yahudi hükümdarlarının çoğu Hz. Musa’nın dinini terk etmişti. Bu yüzden Tevrat’ın asıl nüshası korunamamış, kaybolmuştur.

Hz. Musa’nın dinini terk eden Yahudi hükümdarlarından biri, daha sonra tekrar Hz. Musa’nın dinine dönmüş, bunun zamanında yaklaşık milattan 622 yıl evvel Azrâ adındaki bir kâhin, kendisinin yazdığı bir kitabı Tevrat diye ortaya koymuştur.

İşte bugün, Yahudilerin elinde bulunan ve “Ahd-i Atik” adını taşıyan kitabın durumu budur. Bu kitabın, ilahi kitap olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

Tevrat’ın İbranice, Yunanca ve Samirice olmak üzere üç meşhur nüshası bulunmakta, bunlar da birbirini tutmamaktadır.

Esasen Kur’an-ı Kerim, Tevrat’ın değiştirildiğini bildirmektedir. (6/En’âm, 91.)

İncil (Ahd-i Cedit)

İncil’in de Tevrat gibi asıl ve sahih bir nüshası yoktur. Bugün Hıristiyanların elinde bulunan ve “Ahd-i Cedit” adını taşıyan kitaplar, Hz. İsa’ya Allah tarafından gönderilen İncil değildir. Hz. İsa’dan çok sonra değişik kimseler tarafından yazılmış kitaplardır. Hâlen, Hıristiyanlarca İncil olduğu kabul edilen dört ayrı incil nüshası birbirini tutmamakta, birinde bulunan bahisler diğerinde yer almamaktadır.

Bilindiği üzere Luka, Matta, Yuhanna ve Markos isimli şahısların yazdığı dört İncil vardır. Bunların dışında daha pek çok İncil ortaya atılmışsa da, Miladi 325 yılında İznik’te toplanan ruhani meclis tarafından diğerleri yakılmış, sadece bu dört tanesi bırakılmıştır.

Ancak Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından peygamberimize indirildiği gibi korunmuş ve ondan da bize tevatür yoluyla gelmiştir. Bugün elde mevcut yegâne semavi kitap, Kur’an-ı Kerim’dir ve kıyamete kadar da hiçbir değişikliğe uğramadan devam edecektir.

Biz Müslümanlar, Allah’ın Kur’an-ı Kerim’den önce Tevrat, İncil ve Zebur adlı büyük kitaplar ile bazı sahifeler indirmiş olduğuna iman ederiz. Ancak bugün, elde bulunan bu isimlerdeki kitapların, bütünüyle ilahi kitap olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü bunlar tahrif edilmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’in Nazil Oluşu

Peygamberimize ilk inen ayetler, Kur’an-ı Kerim’de Alak suresinin ilk beş ayetidir. Bu ayetler peygamberimize Hira Mağarası’nda bulunduğu sırada inmiştir.

Peygamberimiz, zaman zaman evinden ayrılarak Mekke’nin kuzey doğusunda bulunan Hira Mağarası’na çekilir, burada bazen günlerce kalarak ibadet eder, düşüncelere dalardı. Miladın 610’uncu yılının Ramazan ayında mağarada bulunduğu sırada Cebrail adındaki melek kendisine gelerek Alak suresinin ilk beş ayetini getirmiş ve peygamber olarak görevlendirildiğini bildirmiştir.

Bu ayetler şunlardır:

“(Ey Muhammed), yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. Kalemle yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini öğretendir.”

Kur’an-ı Kerim toptan nazil olmamıştır. Kısa kısa bölümler (ayetler ve sureler) hâlinde inerek 23 senede tamamlanmıştır.

İnen bölümleri peygamberimiz vahiy kâtiplerine yazdırıyor, bunlar Ashab tarafından da ezberleniyordu.

Kur’an-ı Kerim’den her bölüm indikçe bunun nereye konacağını peygamberimiz vahiy kâtiplerine bildiriyor, onlar da onu gösterilen yere yazıyorlardı. Çünkü Kur’an-ı Kerim, toptan inmediği gibi mushafta yazılı olduğu şekilde sıra ile de inmemiştir. Bazen bir sure tamamlanmadan başka bir sureye ait ayetlerin indiği de olmuştur. Nitekim ilk nazil olan ayetler ilk surede yer almamış, 96’ncı sureye konmuştur.

Kur’an-ı Kerim’in bir kısmı peygamberimize Mekke’de iken nazil olmuş, bir bölümü de hicretten sonra Medine’de inmiştir. Mekke’de nazil olan surelere Mekki, Medine’de nazil olan surelere de Medeni denir. Buna göre Kur’an-ı Kerim’in 114 suresinden 87’si Mekke’de, 27’si de Medine’de nazil olmuştur. Bir surenin nerede nazil olduğu surenin baş tarafında o surenin adıyla birlikte yazılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’in Yazılışı ve Mushaf Hâline Getirilişi

Vahyolunan ayetler Peygamberimiz ve Müslümanlar tarafından ezberlenirken diğer taraftan da Peygamberimizin emriyle vahiy kâtipleri tarafından da yazılıyordu. Dört Halife ( Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali b. Ebî Tâlib), Zeyd b. Sâbit, Ubeyy b. Ka’b, Hâlid b. Ebî Sufyân (Allah hepsinden razı olsun) peygamberimizin vahiy kâtibi olarak görevlendirdiği Sahabilerdir.

Vahiy kâtipleri Kur’an ayetlerini ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dalları ve deriler üzerine yazıyorlardı. Çünkü henüz kâğıt yoktu. Peygamberimiz, inen ayetlerin doğru yazılıp yazılmadığını kontrol etmek üzere ayetleri okuyor ve vahiy kâtiplerine okutuyordu. Böylece Kur’an-ı Kerim daha peygamberimiz zamanında yazılma ve ezberlenme suretiyle korunmuştu.

Hz. Ebu Bekir’in halifeliği zamanında Yemame’de yetmiş kadar hafızın şehit edilmesi üzerine Halife, Ashabdan vahiy kâtipliği yapmış olan Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon gerek vahiy kâtiplerinin yazdıklarına, gerekse Kur’an’ın inişi sırasında onu ezberlemiş bulunanların hafızalarına başvurarak büyük bir dikkat ve titizlikle Kur’an’ı bir mushaf hâlinde toplayıp yazmıştır. Bu nüsha, asıl nüsha olarak halifenin yanında korunmuştur.

Mushaf Nüshalarının Çoğaltılması

Hz. Osman’ın halifeliği sırasında fetihlerin genişlemesiyle bazı yerlerde okuyuş ayrılıkları ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunun üzerine Halife, Hz. Ebu Bekir zamanında Kur’an’ın mushaf hâline getirilmesi çalışmalarını büyük bir başarı ile sonuçlandırmış bulunan Zeyd b. Sâbit’in (Allah ondan razı olsun) başkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon, Hz. Ebu Bekir zamanında yazılan ve peygamberin eşi Hz. Ömer’in kızı Hz. Hafsa’nın yanında bulunan asıl nüshayı alarak 7 nüsha kadar çoğaltmıştır. Halife, bu nüshaları muhtelif İslam merkezlerine göndermiş ve böylece yanlış okuyuşların önü alınmıştır. O dönemde yazılmış olan bazı Kur’an-ı Kerim nüshaları, günümüze de ulaşmıştır.

İşte Kur’an-ı Kerim, peygamberimize vahyolunduğu gibi yazılmış, mushaf hâline getirilmiş, pek çok Müslüman tarafından ezberlenmiş ve günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan intikali sağlanmıştır. “Doğrusu Kur’an’ı Biz indirdik, O’nun koruyucusu da Biziz.” (15/Hicr, 9.) ilahi vadi gerçekleşmiştir.

Kur’an-ı Kerim’in Özellikleri

Sözlükte okumak demek olan Kur’an, “Allah tarafından peygamberimize vahyedilen, peygamberimizden itibaren de nesillerden nesillere tevatüren nakledilmiş, mushaflarda yazılı bulunan ilahi bir kitaptır.” diye tarif edilmiştir.

Bu tarife göre Kur’an-ı Kerim’in özellikleri şunlardır:

  1. Kur’an Peygamberimize Vahyedilmiştir

Kur’an-ı Kerim, Allah tarafından Cebrail adındaki melek aracılığıyla peygamberimize Arapça olarak indirilmiş bir kitaptır. Allah kelamıdır. Onun dil yönünden üstünlüğüne erişmek mümkün değildir. Bu husus, O’nun ilahi olduğuna inanmayan Arap edipleri tarafından da kabul edilmiştir. Bunun içindir ki Kur’an’ın Allah kelamı olduğunda şüphesi olanlar onun küçük bir bölümünün benzerini meydana getirmeye davet edilmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz, Allah’tan başka yardımcılarınızı da çağırın.” (2/Bakara, 23.)

Kur’an’ın ilk nazil olduğu yıllarda pek çok kimse bu çağrıya uyarak onun herhangi bir bölümünün benzerini ortaya koymaya çalışmışsa da başaramayarak aciz kalmışlardır.

  1. Tevatür Yoluyla Nakledilmiştir

Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın sözü olduğunda şüphe olmadığı gibi, peygamberimize vahyolunduğu gibi hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar tevatür yoluyla geldiğinde de şüphe yoktur.

Tevatür, “yalan üzerine birleşmeleri sayıca mümkün olmayan bir topluluğun bir bilgiyi aktarması” demektir.

Kur’an-ı Kerim, peygamberimizden itibaren nesilden nesile bu yolla aktarılarak bize kadar gelmiştir. Bu mazhariyet, Kur’an’dan başka hiçbir kitaba nasip olmamıştır.

  1. Kur’an Mushaf Hâlinde Yazılmıştır

Kur’an-ı Kerim, yukarda da belirtildiği üzere, sure sure, ayet ayet nazil olmuştur. İnen ayetler ezberlenmiş ve de yazılmıştır. Yazılanlar daha sonra birleştirilerek mushaf hâline getirilmiştir. Bu da Kur’an’ın bir başka özelliğidir.

  1. Kur’an’ın Manası Gibi Lafzı da İlahidir

Kur’an-ı Kerim, her yönüyle büyük bir mucizedir. Yalnız manası itibariyle değil, lafızları bakımından da mucizedir. Çünkü o, Hz. Muhammed’in sözü değil, Allah kelamıdır. Bu itibarla hiçbir kimsenin onun bir benzerini ortaya koyması mümkün değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:

“De ki andolsun, bu Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymak üzere insanlar ve cinler bir araya gelseler, birbirine destek de olsalar, onun benzerini getiremezler.” (17/İsra, 88.)

Ancak, bütün uğraşmalara rağmen Kur’an-ı Kerim’in kısa bir süresinin bile benzerini yapmak mümkün olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır. Çünkü O, Allah sözüdür.

Böylece Kur’an-ı Kerim’in, sadece mana yönünden değil, o manayı ifade eden sözler (lafızlar) bakımından da büyük bir mucize olduğu anlaşılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’e Karşı Görevlerimiz

Kur’an-ı Kerim’e karşı görevlerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:

a) Kur’an-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu tasdik etmek.

Kur’an-ı Kerim insan sözü değil, Allah’ın gönderdiği son kitaptır. Onun hem lafzı hem de manası mucizedir.

b) Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek.

Kur’an-ı Kerim Allah kelamı olduğu için sözlerin en yücesi ve en güzelidir. Dünya ve ahirette mutluluğa götüren yol, hiç şüphe yok ki Kur’an’ın gösterdiği yoldur. Bunun için Kur’an’ı öğrenenler peygamberimiz tarafından övülmüş:

“En hayırlınız, Kur’an’ı öğrenen ve onu başkalarına öğretendir.” (Buhârî, “Fezâ’ilu’l-Kur’ân”, 21.) buyrulmuştur. Peygamberimizin bu övgüsüne erişmek için ilk Müslümanlar inen Kur’an ayetlerini ezberliyor ve başkalarına da öğretiyorlardı.

Kur’an’ı öğrenmek, okumasını öğrenmek ve manasını anlamaya çalışmak demektir. Kur’an-ı Kerim’i hatasız okuyabilmek için tecvidini de öğrenmek lazımdır.

Namazın farzlarından biri de kıraattir, yani Kur’an okumaktır. Kur’an okumadan kılınan namaz sahih değildir. Bu itibarla namaz sahih olacak kadar Kur’an öğrenmek farzdır.

c) Kur’an-ı Kerim’in söylediklerini yapmak.

Kur’an-ı Kerim’i okuyup öğrenmekten maksat, ayetleri üzerinde düşünmek ve buyruklarını yapmaktır. Kur’an bunun için nazil olmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

“(Ey Muhammed!) bu Kur’an, ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler, aklı olanlar ibret alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (38/Sa’d, 29.)

Bunun için her Müslüman, Kur’an okumasını öğrenmeli ve onun öğütlerine kulak vermelidir. Kur’an’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınmadan, onun öğrettiği yüksek ahlak ile ahlaklanmaya çalışmadan yalnızca onu okumakla ona karşı olan görev yerine getirilmiş olmaz. Bunun örneği Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçer:

“Yalan sözden kaçının” (22/Hacc, 30.) buyruluyor. Bu ayetleri okuyup da yalan konuşmaktan ve yalan yere şahitlik yapmaktan sakınmayan kimse istenileni yapmış ve Kur’an’a karşı görevini yerine getirmiş olmaz.

Kaynak: İslam İlmihali, Diyanet

İslam ve İhsan

KİTAPLARA İMAN NEDİR?

Kitaplara İman Nedir?

KİTAPLARA İMANIN FAZİLETİ

Kitaplara İmanın Fazileti

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.