İslam’a Göre İlk İnsanın Yaratılışı

Kur’ân-ı Kerîm’de ilk insanın yaratılışı nasıl anlatılır? Hz. Adem ve Havva (a.s.) nasıl yaratıldı? İblis’in Hz. Âdem’e (a.s.) secde etmeyişinin sebebi nedir? Dünyada ilk insan ve İslam’a göre ilk insanın yaratılışı ve çoğalması.

Yeryüzünde ilk insan ve İslam’da ilk insanın yaratılışı.

HZ. ADEM’İN (A.S.) YARATILIŞI

Yüce Allah Âdem (a.s.)’ı topraktan yaratmış ve ona ruhundan üfleyerek can vermiştir. Böylece insan fizik varlığı ile dünya hayatına, ruh yönüyle ise mânâ âlemine uyum sağlayabilecek bir güce sahip kılınmıştır. Kendisine verilen akıl, irade, hafıza, sabır, gazap gibi duygu ve yeteneklerle yüce Allâh’ın özel önem verdiği bir varlık olmuştur.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allâh’ın ilk insan tasarımı şöyle açıklanır:

“Bir zamanlar, Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” demişti. Melekler: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?. Oysa biz seni överek tesbih ediyor ve bütün eksik sıfatlardan tenzih ediyoruz” dediler. Allah da onlara: “Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi.”[1]

Âyetteki “halîfe” sözcüğü hilâfet kökünden ism-i fâil olup, sonundaki bitişik “te” harfi, anlamı güçlendirmek için eklenmiştir. Halîfe; başkasının yerini tutarak ve onu temsil etmek üzere görev üstlenen kimse demektir.[2] Hz. Peygamberden sonra gelen ve O’nun adına İslâm toplumunu yöneten devlet başkanlarına da bu unvan verilmiştir.

Bu kadar geniş yetkilerle donatılan insan varlığı için meleklerden saygı secdesi istenmesi İblis’in kıskançlığına yol açmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu durum şöyle anlatılır:

“Meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik. Hemen secde ettiler. Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve nankörlerden oldu.”[3]

İblis, Allahü Teâlâ’nın “Âdem’e secde etmeyişinin sebebi nedir?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

“İblis dedi: Ben Âdem’den daha üstünüm. Çünkü beni ateşten Âdem’i ise çamurdan yarattın.”[4] Burada şeytanın karşılaştırması yalnız ateşle çamur arasında yapıldığı için yanılgı olmuştur. Çünkü şeytan: “Onu düzenleyip insan şeklini verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman (hemen ona secdeye kapanın)” [5] âyetinde bildirilen ruh unsuru ile; “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” [6] âyetindeki, insan için öngörülen yüksek gayeleri dikkate almamıştır.

Böylece daha önce melekler arasında seçkin bir yeri ve evrenle ilgili geniş bilgisi olan İblis, büyüklük taslaması sonucunda cennetten ve ilâhi rahmetten kovulmuştur.[7]

İnsanın ruh dışında iki unsuru, toprak ve sudur. Allahü Teâlâ yaratılışla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Andolsun biz insanı çamurdan, bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperm) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alaka (embriyo) ya çevirdik. Alakayı (embriyo) bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir.”[8]

“Sizi topraktan yaratmış olması onun âyetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz.”[9]

Yeryüzünün 3/4’ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75’i sudur. Her canlının topraktan sonraki en önemli temel taşı su, yani “H2O”dur. Yüce Allah şöyle buyurur: “Allah her canlıyı sudan yaratmıştır. İşte bunlardan kimi karnı üstünde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allâh’ın herşeye gücü yeter.” [10] Ve O, sudan bir insan yarattı ve onu nesep ve evlenme yoluyla meydana gelecek bağlarla bağlı kıldı. Senin Rabbının herşeye gücü yeter.” [11]

Çeşitli âyetlerde Hz. Âdem’in hamurunda kullanılan toprağın niteliklerine ve geçirdiği değişimlere işaret edilir. Sırasıyla toprak (türab), çamur (tîn), yapışkan çamur (tîn-ı lâzib), şekil verilmiş çamur (hamein mesnûn) ve kuru çamur (salsal) bunlar arasında sayılabilir.[12]

HZ. HAVVA’NIN (A.S.) YARATILIŞI

Yeryüzünde ilk kadın, Hz. Âdem’in eşi ve insanlık aleminin anası olan Hz. Havva’nın yaratılışı ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de, onun Hz. Âdem’den veya Âdem aleyhisselâm ile aynı maddeden yaratıldığına şöyle işaret edilmiştir:

“Sizi bir tek nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah’tır,”[13]

“Ey İnsanlar! Sizi tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve her ikisinden pek çok erkek ve kadın türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.”[14]

Bu âyetlere göre Hz. Havva, Âdem’den sonra ve onunla aynı maddeden yaratılmıştır. Bazı bilginler “... ve eşini de ondan var eden Allah’tır” âyetine dayanarak, Havva’nın Hz. Âdem’den, Âdem’in vücudunun bir uzvundan yaratıldığını öne sürmüşlerdir. Nitekim bu anlamı destekleyen bazı hadisler de nakledilmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.), Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Kadınlara iyi davranın, çünkü kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğinin en eğri kısmı üst tarafıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kendi haline bırakırsan sürekli olarak eğri kalır. O halde kadınlara karşı iyi davranın.” [15]

İblis’in Allâh’a isyan edip, cennetten çıkarılışından sonra, Âdem (a.s.) cennete yerleştirilir. Kendisi ile teselli olacağı bir eşi olmaksızın yalnız başına bir süre dolaşır. Bir ara uykuya dalıp uyanınca baş ucunda, kendi türünden bir canlı görür. “Sen kimsin?” diye sorar ve “Bir kadın” cevabını alır. Daha sonra, kadına yaratılış nedenini sorar. Kadın; “Benimle teselli bulman için yaratıldım” der. Bu arada, yanlarına gelen melekler, kadının kim olduğunu sorarlar. Hz. Âdem, onun “Havva” olduğunu ve canlı bir şeyden yaratıldığı için, kadına bu adı verdiğini söyler.[16]

Kur’ân-ı Kerîm’de, Hz. Havva’nın yaratılma nedeni “Âdem’e hayat arkadaşı olması ve onunla huzur bulması” olarak belirtilir.[17] Bu duruma göre, yine insan türünden, Âdem’in yadırgamayacağı, yakınlık ve ünsiyet duyacağı, birlikte yaşayıp, güçlükleri birlikte göğüsleyeceği ve belki en önemlisi de kıyamete kadar gelecek insan neslinin, ilk annesi olacak bir kadın yaratılmıştı.

HZ. ADEM İLE HAVVA’NIN (A.S.) CENNET HAYATI

İlk iki insanın yaratılışlarından sonra cennete girişleri Kur’ân’da şöyle anlatılır:

“Ve şöyle demiştik: Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden bol bol yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de kendinize zulmedenlerden olursunuz.”[18]

Bu, yüce Allâh’ın insan varlığı için koyduğu ilk yasaklama idi. Aynı zamanda serbest karar verebilme yeteneklerini hangi yönde kullanacakları konusunda bir deneme olacaktı. Şeytanın verebileceği vesvese ve aldatmanın Âdem ve Havva’nın yasağa uyup uymaması konusunda etkili olacağını bilen yüce Allah onları şöyle uyarmıştı:

“Biz Âdem’e şöyle demiştik: Ey Âdem!. Bu İblis, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulur, sıkıntı çekersin. Şimdi senin için burada ne acıkmak vardır ne de çıplak kalmak. Yine sen burada ne susarsın ne de sıcaktan bunalırsın!”[19]

Nitekim şeytan bir yolunu bularak Âdem’le Havva’ya vesvese vermiş ve onları iknâ ederek yasağı çiğnetmiştir. Allahü Teâlâ şöyle buyurur:

“Şeytan onlara, kendilerine görünmeyen avret yerlerini göstermek için vesvese verdi ve şöyle dedi: “Rabbiniz size bu ağacı iki melek olmamanız ve sürekli olarak cennette kalmamanız için yasakladı. Ayrıca onlara: “Ben sizin iyiliğinizi istiyorum” diye de yemin etti.”[20] Böylece şeytan, eğer bu yasak ağacın meyvesinden yerlerse melek haline dönüşeceklerini ve sürekli olarak cennette kalmalarının ancak bu şekilde mümkün olabileceğini fısıldamış oluyordu. Nitekim şeytanın bu yanıltıcı sözleri Âdem’le Havva üzerinde etkisini gösterdi ve yasak meyveden yediler.

Bundan sonrası âyette şöyle açıklanır:

“Böylece İblis onları aldatarak ağaçtan yemeğe sevketti. Ve ağacın meyvesinden tadınca, avret yerleri onlara göründü. Cennet yapraklarıyla ayıp yerlerini örtmeye başladılar. Bunun üzerine Rableri onlara şöyle nidâ etti: “Ben size bu ağaçtan yemenizi yasak etmedim mi? Ve size şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi?”[21]

Yasaklanan ağacın buğday, üzüm veya incir olduğu konusunda bazı rivayetler varsa da, âyet ve hadislerde açıkça türü belirtilmemiştir. Bunu bilmekte bir yarar da söz konusu değildir.[22]

Tevrat’a göre, cennette nitelikleri belirlenen iki ağaç vardı. “Hayat ağacı” ve Âdem ile eşine yasaklanan “iyilik ve kötülüğü bilme ağacı”. Bu ağacın meyvesinden yemenin cezası ölümdür.[23] Tevrat’ta; “Şimdi elini uzatmasın ve hayat ağacından almasın ve yemesin ve ebediyyen yaşamasın”[24] denilerek hayat ağacının ölümsüzlük bahşetme niteliğine işaret edilmiştir. Şeytan insanın ebediliğine karşı olduğu için, Âdem’in hayat ağacına yaklaşmasına engel olmuş, fakat ölümsüzlük verir diye aldatarak bilgi ağacından yedirmiş ve bu nedenle de Âdem, eşi ve onlara bağlı olarak insan nesli ölümlü olmuştur.[25]

Günümüz Hristiyanlık inancına göre ise cennetteki bu yasak ağaçtan kastedilen Âdem ile Havva’nın birbirine cinsel yönden yakınlaşmasıdır. Hatta Hristiyanlıkta bu yüzden evlenmeme ibadet ve sevap sayılmıştır. Diğer yandan kiliseler, ilk insanın işlediği bu suçun, kıyamete kadar doğan her yeni çocuğa geçtiğini, onların da günahkâr olarak doğduklarını, ancak vaftiz edilmek suretiyle cehennemlik olmaktan kurtulabileceklerini öne sürmüştür.[26]

HZ. ADEM İLE HAVVA’NIN (A.S.) YAPTIKLARI HATANIN NİTELİĞİ

Yüce Allah ilk insanı yaratıp, irade-i cüziyyesi ile serbest bırakınca, şeytanın onu etkilemesi söz konusu olmuştur. Çünkü şeytan Âdem’e ve nesillerine vesvese verip onları aldatma ve kötülük işletme görevini üstlenmiş, Cenâb-ı Hak ona bu gücü vermiştir. Ancak yüce Allah bu konuda Hz. Âdem’i uyarmış, buna rağmen suret-i haktan görünen şeytan, mantıklı ve inandırıcı telkinlerle ilk insanı etkilemiştir. Ancak İslâm inancına göre suç ferdidir. Babadan oğula geçmez. Diğer yandan Âdem ve Havva cennetten çıkarılınca yüce Allah kendilerine birtakım kelimeler öğreterek tevbe etmelerini telkin etmiş, ilk insanın duası kabul edilmiştir.

Allahü Teâlâ yasak ağacın meyvesinden yemeleri sonucunda, Âdem ve Havva’ya şöyle demiştir:

“Hepiniz oradan yeryüzüne inin. Yalnız iyi bilin ki, size benden bir hidayet geldiği zaman, kim benim hidayetime uyarsa, artık onlara bir korku yoktur. Ve onlar üzülmeyeceklerdir.”[27]

“Dedi ki: Hepiniz oradan inin, birbirinize düşman olarak. Şimdi, benden size bir hidayet geldiği zaman kim benim hidayetime uyarsa, o sapmaz ve sıkıntıya düşmez. Kim beni anmaktan yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz.”[28]

“Dedi ki: Birbirinize düşman olarak inin, sizin yeryüzünde bir süreye kadar kalıp geçinmeniz gerekmektedir. Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve yine oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız.”[29]

Âdem (a.s.)’ın yüce Allah’tan bazı dua kelimelerini alışı Kur’ân’da şöyle belirtilir:

“Derken Âdem Rabbinden bir takım kelimeler aldı. Allah onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz O, tevbeyi çok kabul eden ve çok esirgeyendir.” [30]

ed-Dahhâk b. Muzâhım, Hz. Âdem’e telkîn edilen duanın şu âyet olduğunu belirtir:

Âdem ve eşi dediler: “Rabbimiz, biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, şüphesiz biz ziyana uğrayanlardan oluruz.”[31]

Abdullah b. Mes’ud (r.a.), Yüce Allâh’a en sevimli gelen sözün, Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yediği zaman söylediği her namazda tekbirden sonra okunan aşağıdaki sübhâneke duası olduğunu nakletmiştir:

“Allâh’ım sana hamdinle tesbih ediyorum. Senin ismin mukaddestir. Senin şanın yücedir. Senden başka ilâh yoktur. Ben nefsime zulmettim, beni bağışla. Senden başka günahları affeden yoktur.” [32]

Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yemekle küçük günah mı, yoksa büyük günah mı işlediği İslâm bilginleri arasında tartışılmıştır. -Ehli sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu “Böylece Âdem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı”[33] âyetini dikkate alarak, yüce Allâh’ın emrine uymamanın günah olduğunu, ancak bunun bir zelle (ayak kayması) niteliğinde olduğunu söylemişlerdir.[34] Başka bir ayette yasağın “unutarak” çiğnendiğine işaret edilmiştir.[35]

Bu son âyet Hz. Âdem’in yasaklanmış ağaca günah işleme azmi ve niyeti olmaksızın dalgınlıkla yaklaştığını belirtmektedir. Nitekim, Hasan el-Basrî; (ö.110/728) “Âdem unuttuğu için âsi oldu” demiştir.[36] Diğer yandan bu olay, Âdem henüz cennette iken yani peygamber olmazdan önce vukû bulmuştur. O zaman henüz insanlık âlemi de yoktu. Âdem’in kasıtsız olarak işlediği bu hata, samimi tevbesi sonucunda affedilmiş, yeryüzüne indikten bir süre sonra da kendisine peygamberlik verilmiştir. Böylece, o ilk insan, ilk baba, ilk aile reisi ve ilk peygamber olmuştur.

YERYÜZÜNE İNİŞ VE İLK AİLE YUVASI

Hz. Âdem ve Havva’nın indirildiği yerle ilgili olarak âyet ve hadislerde açık bilgi bulunmamakla birlikte, bazı İslâm tarihçileri Âdem’in Hindistan’da Seylan (Serendib) adasına, Hz. Havva’nın ise Cidde’ye indirildiğini belirtmişlerdir. Daha sonra onlar Arafat ve Müzdelife’de buluşmuşlardır.[37]

Dünya hayatında ilk aile yuvasını kuran Hz. Âdem ile Havva’nın evliliklerinden çocuklar, torunlar ve günümüze gelen insan nesilleri türemiştir. İbn Cerir et-Taberî (ö.310/922), Hz. Havva’nın ikiz ve biri erkek diğeri kız olmak üzere yirmi batında kırk çocuk doğurduğunu nakletmiştir.[38]

Hz. Havva’nın ilk hamileliği Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle belirtilir:

Âdem eşi ile birleşince, eşi hafif bir yük yüklendi, (yani hamile kaldı.) Onu bir süre taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, Rableri Allâh’a; eğer bize kusursuz bir çocuk verirsen şükredenlerden olacağız, diye dua ettiler. Fakat Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği bu çocuk (ve nesli) konusunda (sonradan insanlar) Allâh’a ortak koştular. Allah ise onların ortak koştuğu şeyden yücedir.”[39]

Âdem ile Havva henüz doğum yolu ile üremenin nasıl bir şey olduğunu bilmedikleri için, doğacak yavrunun bir hayvan sûretinde, ya da başka şekilde bir varlık olabileceğinden korktular. Bu yüzden yavrunun insan şeklinde ve kusursuz doğması için Allâh’a dua ettiler.

İlk doğan çocuklarına “Abdullah (Allâh’ın kulu)”, “Ubeydullah (Allâh’ın kulcuğu)” gibi güzel adlar koymuşlardı. Bu çocukların ölümü üzerine, şeytan yine Havva (r. anhâ)’nın çevresinde dolaşmaya başlamıştı. O’na vesvese vererek; eğer çocuğun adını “Abdulhâris (çiftçinin kulu)” olarak koyarsan, çocuk yaşar, dedi. Çiftçiden kastedilen çocukların babası olan Âdem (a.s.)’dir. İşte yukarıdaki âyette; kulluğun Allah’tan başkasına nisbet edilerek, Ondan başkasına yöneldiklerine işaret edilmiştir. Hasan el-Basrî ise bu âyette daha sonraki dönemlerde Allâh’a şirke yönelen Yahudi ve Hristiyanların kastedildiğini söylemiştir.[40]

Rivâyete göre Hz. Âdem’e doğacak olan bütün soyu topluca gösterilmiş, Âdem, Hz. Dâvud’un ömrünün altmış yıl olduğunu görünce, kendi bin yıllık ömründen kırk yılının O’na verilmesini Cenâb-ı Hak’tan istemiştir. Ancak eceli geldiğinde bu va’dinden dönmek isteyince Allahü Teâlâ onun ömürünü 1000 yıla, Dâvud (a.s.)’ın ömürünü ise 100 yıla tamamlamıştır. Tevrat’a göre Hz. Âdem 930 yıl yaşamıştır.[41] Hz. Âdem’in kabri bir rivayete göre Mekke’de Ebû Kubeys mağarasında veya Hindistan’daki Nevz dağında, başka bir rivayete göre ise Bey-tülmakdis’tedir. Çünkü Nuh (a.s.) tufanda Hz. Âdem’in tabutunu gemiye almış ve daha sonra sular çekilince de onu Beytülmakdis’e defnetmiştir.[42]

YERYÜZÜNDE İNSANLARIN ÇOĞALMASI

İnsan türünün ilk ataları olan Hz. Âdem ve Havva’nın Cenâb-ı Hak tarafından yaratılması ve dünya hayatında ilk aile yuvasının kurulması ile yeni bir çoğalma yolu ortaya çıkmıştır. Bu da bölünme, üreme ve doğum yoludur. Bütün canlı varlıkları, cinleri ve bitkileri de kapsayan dişi ve erkek cinsler, türlerde sürekliliği sağlamıştır. Bu da tek hücreli canlılarda bölünme, bitkilerde tozlaşma, insan ve hayvanlarda ise doğum yolu ile olagelmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Âdem’den sonraki nesillerin devamı şöyle açıklanır: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah yanında en şerefliniz O’ndan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah herşeyi bilen ve herşeyden haberdar olandır.” [43] “Şüphesiz rahime atıldığında sprem’den (nutfe), erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti O yarattı.” [44] “O, rahime akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi?. Sonra bu, alaka (aşılanmış yumurta zigot) olmuş, derken Allah onu yaratıp şekillendirmişti. Ondan da iki eşi yani erkek ve dişiyi var etmişti”[45]

Diğer yandan yedi âyette insanlık alemine “Âdem oğullan”[46], bir yerde ise “Âdem’in zürriyeti”[47] diye hitap edilerek ilk menşe’e dikkat çekilmiştir.

Yüce Allah hayvanları, bitkileri, madenleri, nehir, göl ve denizleri insanların yararlanması için yaratmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de helâl kılınan dört çift hayvandan söz edilirken bunların erkeğine, dişisine ve doğacak yavrularına dikkat çekilmiştir. Bunlar koyun, keçi, deve ve sığırdır. Erkekli dişili düşünüldüğünde sayı sekiz olur.[48]

Allahü Teâlâ yeryüzünde herşeyi çift yaratmıştır: “Düşünüp ibret alasınız diye, Biz herşeyi çift çift yarattık.” [49] “Sen yeryüzünü kupkuru görürsün, fakat biz oraya su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her çiftten güzel güzel bitkiler bitirir” [50] “Yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Orada her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirdik.” [51] “Sonunda emrimiz gelip de sular tandırdan fışkırmaya başlayınca Nuh’a dedik ki: (canlı türlerinin) her birinden iki eş ile (boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında aileni ve îman edenleri gemiye yükle”. Zaten onunla beraber pek azı îman etmişti.” [52] “Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur.” [53]

Bütün bu ve benzeri âyetlerdeki “zevç” terimi, sözlükte; karı, koca, eş, kadının erkeği, erkeğin kadını, sınıf gibi anlamlara gelir. Bir terim olarak ise zevç; cinsinden bir diğeri ile birlikte bulunan demek olup, bunlardan herbiri, diğerine göre zevç, yani “eş”, kendi başına ise “fert” adını alır: Bu duruma göre zevç, tam anlamıyla, Türkçe’deki “çift” sözcüğünü değil, “eş” yani çiftin her bir tek’ini ifade etmektedir.[54] Ancak bu eşlerden birisi erkek, diğeri dişi niteliğindedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de, erkek bitki tohumlarının, dişi bitkilere rüzgâr yoluyla aşılanması şöyle ifade buyurulur: “Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşı­ladık.”[55]

Bütün öteki canlılar gibi bitkiler de, kendi türlerini devam ettirebilmek için ürerler. Bu üreme genel olarak eşeysiz ve eşeyli üreme olmak üzere ikiye ayrılır.

Eşeysiz üreme çok basit bir üreme şekli olup, bitki önce parçalara ayrılır, sonra her parça yeni bir bitki haline gelir. Bazı yosun türleri ile bakterilerin ikiye bölünerek çoğalması böyledir.

Eşeyli üreme, bitkiler dünyasının büyük bir bölümünü oluşturan çiçekli bitkilerde çiçekler aracılığı ile olur. Ergen hale gelen bir bitkinin tam olan çiçeğinde erkek ve dişi nitelikli çiçekler birlikte bulunur. Kimi bitkilerde yalnız erkek, kimisinde ise yalnız dişi çiçekler bulunur. Gül, bâdem, menekşe gibi bitkilerde erkek ve dişi organlar aynı çiçektedir. Fındıkta ise erkek ve dişi çiçekler aynı bitkinin üzerinde ise de, başka başka yerlerdedir. Söğütte ise erkek çiçekler bir ağaçta, dişi çiçekler başka bir ağaçta olur. İşte çiçekli bitkilerde üremenin olması için erkek ve dişi nitelikli çiçeklerin birleşmesi gerekir. Buna “tozlaşma” denir. Bunun için, olgun hale gelen erkek nitelikli çiçekler ya rüzgârla, ya da kuş, arı veya böceklerle bir bitkiden ötekine taşınır. Böyle bir aşılanma sonucunda tohum ve onun gelişmesi ile de meyve meydana gelir. Çiçeksiz bitkilerin çoğalması ise “spor” adı verilen üreme hücreleriyle olur.[56]

ÇOCUĞUN ANNE KARNINDA OLUŞUMU

Yukarıda Hz. Âdem’le Hz. Havva’nın yaratılışı ve yeryüzüne indikten sonra Hz. Havva’nın ilk hamileliğinden[57] söz etmiştik. Kur’ân-ı Ke­rîm’de insan neslinin, kendi türünü doğum yoluyla sürdürdüğünü bildiren pek çok âyet vardır. Bunlarda çocuğun ana karnındaki gelişimi tıp biliminin açıkladığı ile uyumlu bir biçimde belirtilmektedir. Bir kaç âyeti örnek olarak vereceğiz.

“Şüphesiz biz sizi topraktan, sonra nutfeden (sperm), sonra alakadan (kadının aşılanmış yumurtası), sonra uzuvları (önce) belirsiz, sonra belirli canlı et parçasından yarattık ki size gücümüzü gösterelim. Dilediğimizi belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz, sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız.”[58]

“Şüphesiz biz insanı çamurdan bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta sperm haline getirdik. Sonra bu spermi, alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden alakayı bir parça et haline soktuk. Sonra bu bir parça ette kemikleri yarattık, kemiklere de et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik.” [59]

Hz. Peygamberin hadislerinde anne karnındaki gelişim şöyle belirlenmiştir: “Şüphesiz sizden birinizin oluşumu annesinin karnında kırk günde toplanır. Sonra orada o kadar bir süre içinde alaka (aşılanmış yumurta olur. Sonra o kadar bir süre içinde mudga (bir parça et) haline gelir. Sonra melek gönderilir ve kendisine ruh üflenir. Meleğe dört kelime emredilir: Doğacak çocuğun rızkını, yaşama süresini, işleyeceği amellerini, şakî mi (cehennemlik mi?) yoksa said mi (cennetlik mi?) olacağını yazması.” [60]

Âmir b. Vasile (r.a.)’ın naklettiği hadiste ise şu ilâveler vardır: (Anne rahmine düşen) spermin üzerinden kırk iki gece geçince, Allah ona bir melek gönderir. Ona sûret verir; kulağını, gözünü, derisini, etini ve kemiklerini yaratır. Sonra melek sorar: Erkek mi, yoksa dişi mi olacak, eceli ve rızkı ne olacak?. Allah dilediğine hüküm verir ve melek yazar. Sonra melek elinde bu sahife ile çıkar. Emrolunduğunun üzerine ne bir ziyade ve ne de eksiklik yapar.” [61]

Müslim’in Kader konusunda ilk hadis olarak zikrettiği rivayette şöyle buyurulur: “Şüphesiz sizden birisinin yaratılışı ana karnında kırk günde toplanır. Sonra kırk günde alaka dönemi olur, sonru bunun gibi kırk günde mudga dönemi olur. Sonra melek gönderilir ve ona ruh üflenir ve meleğe dört kelimeyi yazması emredilir: Rızkı, dünyada yaşama süresi, ameli, şakî mi saîd mi olacağı.” [62] Buna göre, ana karnındaki cenine, ruhun üflenmesinin, kemiklerin ve organların teşekkül edip, ruhu taşıyabileceği bir süreç olan üç kırk, yani 120 geçince ruhun üflendiği anlamı çıkmaktadır.

Yukarıdaki âyet ve hadislerde, çocuğa ana karnında oluşum devresinde iken bir hayat programının yükletildiği ve onun biyolojik yaratılışında kader programının mevcut olduğu anlaşılmaktadır.

Hatta Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ömür boyu cennete girmeye sebep olan amelleri işleyip sonunda cennete bir arşın kalmışken cehenneme götüren amelin, sonucu değiştirebildiğini; ömür boyu, cehenneme götürecek amelleri işleyip, sonunda cennete götüren bir amel yüzünden cennete girilebileceğini ve bunun anne karnında yazılan bu program nedeniyle böyle olduğunu belirtmesi üzerine,[63] bir sahabî; kader programımız yazıldığına göre amel etmemize ne gerek var? diye sorunca, Allah elçisi şöyle buyurmuştur: “Amel edin! Herkese imkân verilmiştir. Saadet ehline (programı saîd yazılanlar) saadet ehlinin ameli kolaylaştırılır. Şekavet ehline (şaki yazılanlar) ise şekâvet ehlinin ameli kolaylaştırılır”, sonra şu âyeti okudular:

“Kim Allah yolunda harcar ve O’na karşı gelmekten sakınır, ve en güzel olan “İslâm” inancını tasdik ederse, Biz onu en kolay olana muvaffak kılacağız. Fakat kim de cimrilik eder ve Allâh’a ihtiyacı olmadığını iddia eder ve en güzel olan “İslâm” akidesini yalanlarsa, Biz, onu en zor olana sürükleriz.”[64]

Herşey yüce Allâh’ın kudret elinde ve O’nun dilemesine bağlı olduğu için kimi zaman ömür boyu büyük kötülüklerin ve bataklığın içinde kalan kişi, ömrünün sonuna doğru Allâh’ın rızasını kazandıran bir amel yapar ve hayırlı bir sonla dünyadan ayrılabilir. Ancak genel olarak insanların âhiretteki durumunu dünyadaki amelleri belirler.

Burada belki ibadet ve amellerine fazla güvenerek, büyüklük ve üstünlük taslayanlara ve böylece yüce Allâh’ın gazabını üzerine çekenlere bir uyarı vardır.

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/30. [2] Kettânî, et-Terûtibu’l-İdâriyye, I, 2; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, ty, I. 259; İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul 1986, s. 223; bk. En’âm, 6/135. [3] Bakara, 2/34; bk. A’râf, 7/11; Hicr, 15/31. [4] A’râf, 7/12; bk. Hicr, 15/33. [5] Hicr, 15/29. [6] Bakara, 2/30. [7] A’râf, 7/13; Hicr, 15/34, 35. [8] Mü’minûn, 23/12-14. [9] er-Rûm, 30/20. [10] Nûr, 24/45. [11] Furkan, 25/54. [12] bk. Hûd, 11/61; Tâhâ, 20/55; Nûh, 71/18; Secde, 32/7; Furkan, 25, 54; Nûr, 24/45; Mü’minûn, 23/12; Sâffât, 37/11, Hicr., 15/26-28; Rahmân, 55/14. [13] A’râf, 7/189. [14] Nisâ, 4/1. [15] Buhârî, Enbiyâ, 1, Nikâh, 80; Müslim, Radâ, 60; İbn Mâce, Tahâre, 77; Dârîmî, Nikâh, 35; Ahmed b. Hanbel. V, 8. [16] İbn Kesir, Muhtasar Tefsîr, İhtisar ve Tahk. M. Alî es-Sâbûnî, 7. baskı, Beyrut 1402/1981, I, 112 vd. [17] bk. A’râf, 7/189; Elmalılı, age IV. 180-181. [18] Bakara, 2/35; A’râf, 7/19. [19] Tâhâ, 20/117-119. [20] A’râf, 7/20-21. [21] A’râf, 7/22. [22] Elmalılı, age, I, 276. [23] Tekvin, 2/9, 16-17. [24] Tekvin, 3/22. [25] bk. Tevrat, Tekvîn. 3/1-7; Süleyman Hayri Bolay, «Âdem» mad. T.D.V.İ Ansk. I, 361. [26] Elmalılı, age I, 276; Bolay, age, «Âdem» mad, I, 362. [27] Bakara, 2/38. [28] Tâhâ, 20/123, 124. [29] A’râf, 7/24, 25. [30] Bakara, 2/37. [31] A’râf, 7/23; bk. İbn Kesîr, ag tefsîr, II, 11. [32] Elmalılı, age, I, 278; M. Sâmi, Bakara Suresi Tefsiri, Erkam Yayın. İst. 1985, s. 113. [33] Tâhâ, 20/121. [34] A’raf, 7/20; Tâhâ, 20/120. [35] bk. Tâhâ, 20/115. [36] bk. Zemahşerî, Keşşâf, Kahire 1387/1968, II, 557; Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, Kahire 1934-62, XXII, 127. [37] Taberî, Tarih, Nşr. M. Ebû’l-Fazl, Kahire 1960-70, I, 121; Mes’udî, Murûcu’z-Zeheb, Nşr. M.M. Abdulhamîd, Kahire 1367/1948, I, 60; Sa’lebî, Arâisü’l-Mecâlis, Kahire 1310, 21. [38] Zebîdî, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, 6. baskı, Ankara 1981, IX, 77. [39] A’râf, 7/189-190. [40] bk. Ahmed. b. Hanbel, V, II; Tirmizî, Tefsîru sure 7/4; İbn Kesîr, Tefsîr, II, 74. [41] bk. «Âdem» mad., T.D.V. İslâm, Ansik.; Tevrât, Tekvîn, 5/5. [42] bk. Sa’lebî, age, s. 37. [43] Hucurât, 49/13. [44] Necm, 53/45-46. [45] Kıyâme, 75/37-39. [46] bk. A’râf, 7/26, 27, 31, 35, 172; İsrâ; 17/70; Yasin, 36/60. [47] bk. Meryem, 19/58. [48] En’âm, 6/143, 144. [49] Zâriyât, 51/49. [50] Enbiyâ, 21/15. [51] Şuarâ, 26/7. [52] Hûd, 11/40. [53] Ra’d, 13/3. [54] Elmalılı, age, III, 530; İbnü’l-Manzûr, Lisânü’l-Arab, «Zevc» mad. [55] Hicr, 15/22. [56] Yeni Hayat Ansik., Neşr. Dağan Kardeş, «Bitkiler» ve «Tozlaşma» mad. [57] A’râf, 7/189. [58] Hac, 21/5. [59] Mü’minûn, 23/12-14; bk. Mü’min, 40/67. [60] Buhârî, Bed’ül-Halk, 6, Enbiyâ’, 1, Kader 1; Müslim, Kader, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Tirmizî, Kader, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 10; A. Davudoğlu, Sahîh-i Müslim Terc. ve Şerhi, İst. 1979, X, 613. [61] Müslim, Kader, 3; İbn Mâce, Mukaddime, 7; İbn Hanbel, II, 176. [62] bk. Müslim, Kader, 1, 4; Ahmed b. Hanbel, I, 374, III, 397. [63] bk. Buhârî, Bed’ü’l Halk, 6; Müslim, Kader, 1. [64] Leyl, 92/5-10.

Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

KUR’AN’DA İNSANIN YARATILIŞI

Kur’an’da İnsanın Yaratılışı

İNSANIN YARATILIŞ SEBEBİ

İnsanın Yaratılış Sebebi

İLK İNSAN

İlk İnsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.