İnsanların Zayıf Noktaları Nelerdir?

İnsanları zaafları nelerdir? İşte insanların Kur’an’da geçen en zayıf noktaları...

Cenâb-ı Hak, insan fıtratına fücûr ve takvâ tohumlarını ekmiş ve ona her iki alanda da sonsuz bir terakkî ve tedennî imkânı vermiştir. Bu bakımdan insan psikolojisinin müsbet ve menfî olmak üzere iki cephesi bulunur. Kur’ân-ı Kerîm’de, insanı nefsin vartalarına düşmekten korumak, onu hayra ve takvâya yönlendirmek için daha ziyâde onun zaaf noktalarına temas edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de insanın rûhî (psikolojik) yapısına dikkat çekilen yönlerinden bazıları şunlardır:

1- İNSAN ÇOK ZALİM VE CAHİLDİR 

İnsanın çok zâlim ve câhil bir yaratılışta olduğu âyet-i kerîmede şöyle ifâde edilmiştir:

اِنَّا عَرَضْنَا ا مْالََانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَا رْالَْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا

وَحَمَلَهَا ا نْالِْسَانُ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُول

“Biz emâneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar, bunu yüklenmekten çekindiler, (mesûliyetinden) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o, çok zâlim ve çok câhildir.” (Ahzâb, 72)

Âyet-i kerîmede geçen “emânet”, umûmiyetle insanın Rabbine karşı mükellef olmasının yegâne âmili olan “akıl” ve bunu kullanma kâbiliyeti olan “irâde” olarak anlaşılmıştır. Yalnız insana tevdî edilen bu emânet, onu diğer bütün mahlûkattan ayıran vasıftır. İnsanın dünya hayâtında imtihana tâbî tutulması da, bu emânetin kendisine tevdî edilmesi sebebiyledir.

Âyet-i kerîmede emânetin yerlere, göklere ve dağlara teklif edilmesi, onların da bu teklifi reddetmesi, cemâdât olarak bildiğimiz bu varlıkların bile “emânetin” mükellefiyetinin ağırlığını fark edebilecek bir şuura sâhip olduğunu göstermektedir.

Cenâb-ı Hak, yukarıdaki âyet-i kerîmede insanın, çok zâlim ve çok câhil olduğu için mesûliyetten korkmadığını ve emâneti yüklendiğini bildiriyor. Zulmün zıddı “adl”dir. Adl, aynı zamanda “sâlih amel” mânâsında kullanıldığından, zulme düşmemek için bolca sâlih amel işlemeye ehemmiyet vermek gerekmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Asr sûresinde insanın hüsrandan kurtulması için amel-i sâlih sâhibi olmasının zarûretinden bahseder.

2- İNSAN ACELECİDİR

Allah Teâlâ insan psikolojisinin bu husûsiyetini şöyle beyân etmektedir:

خُلِقَ اْلاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍ

“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır…” (Enbiyâ, 37)

Yine âyet-i kerîmede “İnsan, hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan çok acelecidir!” (İsrâ, 11) buyurulmuştur.

İnsan, pek aceleci bir yapıya sâhiptir. Zorluklar karşısında sabır ve tahammül etmek ona zor geldiği için, sonradan meydana gelecek şeylerin, vaktinden önce olmasını ister. Onun bu davranışı, zaman zaman istemediği bir netice ile sonuçlanır. Böylece insan sabrettiği takdirde elde edeceği birçok nimetten mahrum kalır.

Gerçekten insanlar öfkelendiğinde, bir sıkıntı ve güçlükle karşılaştığında, muhâtaplarına çok kolaylıkla bedduâ edebilmektedirler. Hâlbuki bu zor ve güç durumlardan sabır ve metânetle kurtulmaya çalışmak gerekir.

3- İNSAN HIRSLI VE CİMRİDİR 

Cenâb-ı Hak, insanın dünya malına karşı hırslı olması ve onu infak etmeyip cimrilik yapması hususunda kullarını şöyle îkaz ediyor:

“Hayır! Doğrusu siz, yetîme ikram etmiyorsunuz; yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz! Haram helâl ayırmaksızın mîrâsı hırsla yiyorsunuz. Malı aşırı derecede seviyorsunuz!” (Fecr, 17-20)

“Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenâlık dokunduğunda, sızlanır, feryâd eder, ona imkân verildiğinde ise cimrileşir, pinti kesilir.” (Meâric, 19-21)

“İnsanları arkadan devamlı ayıplayıp çekiştiren (hümeze), yüzlerine karşı da onlarla alay etmeyi âdet edinen (lümeze) her kişinin vay hâline! O malı toplar ve onu sayıp durur. Malının gerçekten kendisini ebedî kılacağını sanır. Hayır yemîn olsun ki o hutameye (cehennem ateşine) atılacaktır.” (Hümeze, 2-4)

Âyet-i kerîmelerde insanın dünya mal ve servetine düşkün olduğu, Allah için o malın hakkını vermeye yanaşmadığı, o malı hayır yollarına sarfetmeyip kendi menfaati için biriktirmesinin zemmedildiği görülmektedir. Onu kazanmak, eline geçirip toplamak hususunda çok güçlü ve hırslı olurken, kendisine bir emanet olarak verilen nimetlerin şükrünü edâ etmeyip nankörlük yapmasının, onu cehennem ateşine götürecek kadar tehlikeli oduğu beyân edilmektedir.

4- İNSAN MENFAATİNE ÇOK DÜŞKÜNDÜR 

İnsanın bu vasfını anlatan bir âyet-i kerîmede şöyle buyuruluyor:

“İnsanlara bir rahmet tattırdığımızda ona sevinirler. Fakat yaptıklarından ötürü başlarına bir fenâlık gelse, hemen ümitsizliğe düşüverirler.” (Rûm, 36)

Cenâb-ı Hak insanların, yalnız Allah’ın lütuf ve rahmetiyle sevinmelerini istemekte ve kendisinin rahmetinin dünya mal ve mülkünden daha hayırlı oduğunu beyân etmektedir. (bk. Yûnus, 58) Fakat insanlar ekseriyetle nimet vereni tanıyarak, hamd ve şükrünü idrak ederek sevinmek yerine, nimet vereni hesaba katmayıp sâdece nimete güvenerek şımarıp hevâlarına uymaktadırlar. İşte bu kimseler,  âyet-i kerîmede şöyle îkaz edilir:

ب ال َف ِر ۪حينال يُحان ا َهللال ت ْف َرح

“Sakın şımarma! Muhakkak ki Allah şımaranları sevmez.” (Kasas, 76)

İnsanın menfaatperestliği diğer bir âyet-i kerîmede ne güzel tasvir edilir:

“İnsanlardan bir kısmı Allah’a (şüphe ve tereddüt içinde) yalnız bir yönden kulluk eder. Ona bir iyilik isâbet ederse, buna pek memnun olur; fakat ona bir kötülük isâbet ederse, çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, âhiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyânın tâ kendisidir.” (Hacc, 11)

5- İNSAN ALLAH’A KARŞI PEK NANKÖRDÜR

Âyet-i kerîmede:

وَاِنَّهُ عَلٰى ذٰلِكَ لَشَه۪يدٌۚ اِنَّ ا نْالِْسَانَ لِرَبِّه۪ لَكَنُودٌ

“Şüphesiz ki insan Rabbine karşı pek nankördür. Elbette buna kendisi de şâhittir.” (Âdiyât, 6,7) buyurulmaktadır.

İsrâ Sûresi’nde geçen şu âyetler ise gâfil olan insanın bu husûsiyetini canlı bir şekilde anlatmakta, böyle kimselerin ruh hallerinin içinde bulundukları şartlara göre değişiklik arzettiğini şöyle ifâde etmektedir:

“Denizde başınıza bir musîbet geldiğinde, O’ndan başka bütün yalvardıklarınız hatırınızdan çıkar gider. O sizi kurtarıp karaya çıkardığında, (O’na itaatten) yüzçevirirsiniz. İnsanoğlu çok nankördür. O’nun, sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden, yahut başınıza taş yağdırmayacağından emin misiniz? Sonra kendinize bir koruyucu da bulamazsınız. Yahut O’nun, sizi bir kez daha oraya (denize) gönderip üzerinize bir kasırga yollayarak, inkâr etmiş olmanız sebebiyle sizi boğmayacağından emin misiniz? Sonra, bundan dolayı bize karşı kendinize bir destekçi de bulamazsınız.” (İsrâ, 67-69)

Diğer bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyurulur:

“Fakat insan, Rabbi kendisini imtihan edip ikramda bulunduğu ve nimet verdiği zaman ‘Rabbim bana ikram etti.’ der. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise ‘Rabbim beni tahkir etti, önemsemedi.’ der.” (Fecr, 16)

6- İNSAN KISKANÇ VE HASETÇİDİR 

İnsandaki mezmum sıfatlardan hatta en tehlikelilerinden biri de kıskançlık ve hasettir. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“…Nefisler kıskançlığa meyilli olarak yaratılmışlardır…” (Nisâ, 128)

Diğer bir âyet-i kerîmede de “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeylerden dolayı insanları kıskanıyorlar mı?” (Nisâ, 54) buyrulmuştur.

Resûlullâh, insanları haset etmekten sakındırarak bunun zararlarını şöyle haber vermektedir:

“Haset etmekten sakının. Zîrâ, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 44)

Cenâb-ı Hak, bu çirkin sıfattan kurtulmak için infak ve îsâra ehemmiyet vermek gerektiğini bildirerek şöyle buyurmaktadır:

وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَۚ

“Kim nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa işte onlar felâha erenlerin tâ kendileridir.” (Haşr, 9)

7- İNSAN ZAYIF YARATILMIŞTIR

Allah diğer canlıları, doğumlarından kısa bir süre sonra kendi başlarına yaşayabilecek bir özellikte yarattığı halde, insanı, uzun bir müddet başkaları tarafından bakılmaya muhtaç olacak şekilde âciz ve zayıf bir durumda yaratmıştır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Allah sizi önce zayıf olarak yarattı, zayıflığın ardından size kuvvet verdi, kuvvetin ardından da tekrar bir zayıflık ve ihtiyarlık verdi...” (Rûm, 54)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

İNSANIN YARATILIŞ GAYESİ VE HİKMETLERİ

İnsanın Yaratılış Gayesi ve Hikmetleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.