İnsanları Azğınlığa ve Gaflete İten Nedenler

Bizi azgınlığa ve gaflete iten nedenler nelerdir, bunlardan nasıl kurtuluruz?

Hayatı anlamlı kılan, ahiretin varlığıdır. Ebedî hayat olmasaydı bu fani hayatın da bir kıymeti olmazdı. Dünya tarlasında ekilip biçilen mahsullerin değerlendirileceği, fiyatlandırılıp karşılık bulacağı bir pazar olmasaydı emekler boşa gider, hayra, iyiliğe, fedakârlığa yönelik ameller heder olur, buna mukabil şerre, yıkıma, cinayete, hıyanete yönelik amellerde cezasız kalırdı.

İnsan vicdanı haksızlığa isyan eder ve mutlaka mutlak adaletin tecellisini arzular. Mutlak adalet bu alemde tecelli etmediğine göre, tecelli edeceği bir âlemin, şaşmaz bir terazinin, bir mahkeme-i kübrânın olması hem aklın hem de vicdanın gereğidir. Aksi halde mazlumlara, bîçarelere yazık olur. Hayırla-şerrin, iyilikle-kötülüğün, iyilerle-kötülerin aynı ve eşit olarak değerlendirildiği bir anlayış ve görüş bütün insanî ve ahlâkî değerleri değersiz kılar. Güçlülerin iyice azgınlaşacağı, zayıfların adeta paspas haline getirileceği bir dünya; ahiret, hesap-kitap, cennet-cehennem inancının olmadığı bir dünyadır.

İnsanları iyiliğe teşvik edecek bir beklenti ve mükafat, kötülükten vazgeçirecek bir korku ve ceza olmazsa toplumda iyilikler yeşerip gelişmez, kötülükler ise hiçbir sınır tanımadan başını alır gider. Bu hal ise toplumun toptan çökmesi demektir. Dolayısıyla özendirici ve caydırıcılara ihtiyaç vardır. En büyük özendirici Allah’ın rızası ve cennet, en şiddetli caydırıcı da Allah’ın gazabı ve cehennemdir. Ahiret inancı toplum düzeni açısından şart olduğu gibi sıkıntılara, acılara katlanma, zorlukları aşabilme hususunda da en büyük güç kaynağıdır. Hiçbir maddi imkan yakınını kaybetmiş bir insanı teselli edemez. Böyle bir insanı teselli edecek olan öldükten sonra ona kavuşma inancıdır. Kavuşmak üzere ayrılmakla, hiçbir zaman kavuşamamak üzere ayrılmanın hasret ve acısı elbette aynı olmaz.

Hazret-i Peygamber pek çok acılar yanında evlat acısını da tatmıştır. On altı aylık iken vefat eden oğlu İbrahim için gözyaşı dökünce Abdurrahman b. Avf; sende mi ağlıyorsun ya Resûlallah! deyince efendimiz; “Göz ağlar, kalp üzülür, biz ise sadece Rabbimizin razı olacağı sözü söyleriz” buyurdu ve şunları ilave eti; “Eğer ölüm doğru bir vaad ve herkes için geçerli bir gerçek olmasaydı ve arkada kalan önden gidene hiç kavuşmayacak olsaydı ey İbrahim biz bu anda duyduğumuzdan çok daha büyük eziyet çekecektik. Biz gerçekten senin için çok hüzünlüyüz.” (İbn Mâce, Cenaiz, 53)

Ölüm sadece insanoğlunun değil, dünya üzerinde bulunan her canlının ortak kaderidir. Bu kadere razı olmak kederin acısını azaltır. Kavuşma ümidi, kaybetme acısına galip gelir.

EBEDİ VAROLUŞUN GİRİŞ KAPISI

Bazı insanlar ölümü bir yok oluş olarak görürler, bu sebeple de ölümle karşılaşmak istemezler. Halbuki ölüm; onu ve ebedî varoluşun giriş kapısı olarak görenler için şu ilahi çağrıya seve seve icabet etmektir. “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön ve seçkin kullarım arasına katıl ve cennetime gir.” (Fecr, 27-30) Hayatı da ölümü de anlamlı ve sevimli kılan ölüm ötesine imandır. Ölüm gerçek sevgiliye kavuşmaktır. “Kim Allah’a kavuşmayı dilerse Allah da ona kavuşmayı diler ve her kim Allah’a kavuşmayı hoş görmezse, Allah da ona kavuşmayı hoş görmez.” (Buhari, Rikâk 41)

Yaptığı şeylerin hesabını vereceğine inanmayan bir kimsenin, hayatını Allah’ın rızasına uygun şekilde tanzim etmesi düşünülemez ve böyle bir kimse ölümle karşılaşmayı asla arzu etmez. Halbuki arzu etse de etmese de bir gün ölümden kurtulamayacaktır. Çünkü ölüp-ölmemek insanın arzusuna bağlı değildir. “Her canlı, ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Siz ancak Bize döndürüleceksiniz.” (Zümer, 30)

Ayet-i kerimede, döneceksiniz yerine döndürüleceksiniz denmesi çok manidardır. Zira dönme işi insanlara bırakılsa, çok kimse gönüllü olarak dönmek istemez. Döndürülme tabiri zorunluluğu, ölümden kaçmanın mümkün olmadığını ifade ediyor. “De ki; kaçıp durduğunuz ölüm muhakkak sizi bulacaktır.” (Cuma, 8) “Nerede olursanız olun, sağlam ve güçlendirilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (Nisa, 78)

Gönüllü gelene kapılar ardına kadar açılır, “hoş geldin” denir. Zorla, sürüklenerek getirilene ise itibar edilmez. Allah’a kavuşmayı arzu edene Allah da kavuşmayı arzu eder. Çünkü onlar bir birlerinden razıdırlar. Zaten kulun Allah’tan razı olmaması söz konusu olamaz. Zira sahip olduğumuz her şey Rabbimizin bize karşılıksız ikramıdır. Mühim olan O’nun bizden razı olmasıdır. Kul için en büyük kazanç da budur. “Onların Rableri katındaki mükafatları, zemininden ırmaklar akan ve içinde ebedi olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat, Rabbine karşı saygılı olan kimseler içindir.” (Beyyine, 8)

GERÇEK SEVGİLİYE KAVUŞMANIN KAPISI

Ölüm gerçek sevgiliye kavuşmanın kapısı olduğu için bu dünyadan göçenlerin arkasından uzun müddet ve ölçüsüz yas tutmamak gerekir. Bu bir bakıma dostla olan büyük buluşmaya rıza göstermeme anlamı taşır. “Ölenlerin ardından avuçlarıyla yanaklarını döven, yakalarını yırtan ve cahiliye âdeti olarak bağırıp feryat eden kimse bizden değildir.” (Buhari, Cenaiz, 35)

Üzülecek bir şey varsa, o da, Sevgilinin huzuruna eli boş, suçlu ve mahkum gibi çıkmaktır. Böyle çıkmamak için de hazırlıklı olmak, yol azığını tedarik etmek gerekir. Kabirleri ziyaret etmek, ölümü sık sık hatırlamak tedarikli olmaya sevk eder. Ölümün ne zaman ve nerede geleceği bilinmez, her an teyakkuz halinde olmak gerekir. “Gaflete dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne talihsizdir. Azan, haddi aşan, nereden geldiğini, nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır.” (Tirmizi, Sıfatu’l-kıyâme, 17)

İNSANLARI AZĞINLIĞA VE GAFLETE İTEN NEDENLER

İnsanları azgınlığa ve gaflete sevkeden en büyük sebep ahireti unutmak, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya sarılmaktır. Böylelerinin dünya menfaati için yapmayacakları fenalık yoktur. “Gördün mü o hesap ve ceza gününü yalanlayanı! İşte o, yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyendir.” (Mâun, 1-3) “Mal toplayıp onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline! O, malının, kendisini ölümsüz yapacağını sanır.” (Hümeze, 1-3)

Buna makabil ahirete, iyi veya kötü yaptığı her şeyin karşılığını göreceğine inanan kimse hakka, hukuka riayet eder, her yaptığını ölçüp biçerek yapar. “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun da cezasını görecektir.” (Zilzâl, 7-8)

İNSAN İÇİN EN BÜYÜK FELAKET

Ahirete inanmayanlar başkalarından ziyade kendilerine zarar vermekte, kendi dünya hayatlarını da anlamsız kılmaktadırlar. “Derler ki; hayat ancak dünya hayatımızdır. Artık biz bir daha da diriltilecek değiliz.” (Enâm, 29) Bu inanç yok olmayı ifade eder. Halbuki insan için en büyük felaket yok olmak, hiçliğe mahkûm olmaktır. O takdirde sonu yokluk olan varlığın da bir anlamı kalmamaktadır. Zaten ateistlerin en büyük açmazı, varlığı yokluk üzerine kurmaya çalışmalarıdır. Öldükten sonra dirilmeye inanmamak bir bakıma intihardır. Böylelerinin gözünde ölüm bir idam sehpası gibidir, adeta bir kara deliktir, bir uçurumdur. Bunların yaşadıkları bütün zevkler sonunda eleme, üzüntüye dönüşmektedir. Zira bu zevklerin devamlılığı söz konusu değildir. Daima, kazanamama veya kaybetme korkusu içinde yaşarlar. Zira firak-ı elem lezzet, firak-ı lezzet elemdir. Yani üzüntüden kurtulmak sevinç, sevinçten mahrum olmak ise üzüntüdür. Öyle ise Yunus gibi inanıp söylemek gerek.

“Ne varlığa sevinirim,

Ne yokluğa yerinirim,

Aşkın ile avunurum,

Bana seni gerek seni.”

Bütün mesele tükenmeyene, eskimeyene, solmayana, pörsümeyene kavuşmaktır. Ebediyet neşesi, daima var olma neşesi bütün neşe ve zevklerden üstündür. Yok olma, tükenme üzüntüsü ise bütün üzüntülerin fevkindedir. Yokluğa bir şey bina edilmez, sonu yokluk olan varlıklar da yok hükmündedir. Esas varlıkla aynadaki varlık aynı değildir. Aynadaki gölge hükmündedir. Bu hayat öteki hayatın sadece bir temsilidir. “Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurdu ise gerçek hayattır. Keşke bunu bilselerdi.” (Ankebut, 64) “Sizin yanınızdakiler tükenir, Allah’ın katındakiler ise bâkidir.” (Nahl, 96)

Hz. İbrahim (a.s.) yıldız, ay ve güneş battıklarında “Ben batanları sevmem” demişti.

İYİ Kİ AHİRET VAR

Tekrar başa dönüyor ve “iyi ki ahiret var” diyoruz. Aksi halde sonu karanlık olan bir yolda sendeleyerek yürümüş oluyoruz. Ahiretsiz bir yolculuk korku, ümitsizlik, çaresizlik ve gayesizlik içinde süren bir maceradan ibaret oluyor. Hem Mevlâna’nın dediği gibi, bu alemin ötesinde sonsuz bir alem olmasaydı yeniler nereden gelir, eskiler nereye gider?

Ahirete iman, var olma neşesi, ölümsüzlük iksiri; hayata, eşya ve olaylara anlam kazandırıyor. Böylece, geçmişimiz, halimiz ve geleceğimiz aydınlanıyor, gayesizlik ve çaresizlikten kurtuluyoruz.

Sonu cennete, Cemalullah’a çıkan yolun yolcularına selam olsun.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 394

 

İslam ve İhsan

AHİRETE İMAN NEDİR?

Ahirete İman Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.