İffetli Muhtaçları Bulmaya Mecburuz

İhtiyacını arz eden muhtâca ulaşmak kolaydır. Ancak iffetinden dolayı hâlini arz edemeyen mahrûmu da bulmaya mecbûruz.

Mü’minûn Sûresi’nde; kalbî derinlik içinde, ilâhî azamet ve kudret akışları karşısında haşyet içinde bir ibâdet hayatı ve; «boş şeylerden kaçınan» bir şahsiyet ve kimlik sergilemek şartlarından sonra; üçüncü olarak; “Onlar zekâtlarında fâildirler.” (el-Mü’minûn, 4) buyuruluyor. Zekâtı sadece vermek değil, zekât ibâdetinin îfâsında fâil olmak; aramak, bulmak, titiz ve îtinâlı bir şekilde, fakire hakkının teslimi vazifesine ciddiyetle riâyet emrediliyor.

Dünya hayatında, mesleğimizde, vazifelerimizde üzerimize aldığımız bir işi yaparken nasıl titiz davranıyorsak; zekâtlarda, sadakalarda, infaklarda da öyle ciddî, öyle özenli ve titiz davranmamız lâzım. Cenâb-ı Hak bir başka âyet-i kerîmede  buyurur:

(Yapacağınız hayırlar) kendilerini Allah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler için olsun. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayı onları zengin zanneder. Sen onları sîmâlarından tanırsın...” (el-Bakara, 273)

Bu âyette Cenâb-ı Hak, kalplerimizi mânevî bir röntgen hâline getirmemizi; iffetinden dolayı sıkıntısını, ihtiyacını belli etmeyen mü’min kardeşlerimizi fark edebilecek bir kalp kıvâmını kazanmamızı istiyor. Çünkü onlar da bir emânet. Yine âyet-i kerîmede buyurulur:

(O mü’minlerin) mallarında, isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışa belli bir hak vardır.” (el-Meâric, 24, 25)

Demek ki mahrum, kimsesiz ve yoksul kişiler; varlıklı olanların ortağıdır. Ortağın ortağına karşı vazifesini yapması lâzımdır. İşte felâha eren

mü’min şahsiyetinin bir parçası da bu ortaklığın gereğini yerine getirmekte fâil olmak, faal bir şekilde çalışmaktır. Bu güzel ahlâkı kendimizde şahsiyet hâline getirirken diğer güzel ahlâkî hasletleri de elbette ihmâl etmemelidir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Felâha Kavuşturan İslâm Şahsiyeti, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.