Hz. Abdullah’ın Amine Validemiz ile Evlenmesi

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in babası Abdullâh ile annesi Âmine’nin izdivacı.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bi’setine yakın dönemde tevhîd inancı yitirilmiş, Kâbe kavim ve kabîlelere âit putlarla doldurulmuş, Zemzem kuyusu da iptal edilmiş bulunuyordu.

Peygamber Efendimiz’in dedesi Abdülmuttalib, bir gün Hicr’de uyurken rüyâsında kendisine Zemzem kuyusunu kazıp ortaya çıkarması söylendi. Daha sonra da bir işâretle kazılması gereken yer kendisine gösterildi.

Abdülmuttalib kazı işine başladığında Kureyşliler:

“–Mâbedimizin yanını kazdırmayız.” diyerek ona mânî oldular. Abdülmuttalib’in henüz onlara karşı duracak gücü yoktu. Bunun üzerine Abdülmuttalib, Allâh kendisine on evlât verir ve bunlar da onu koruyacak çağa erişirlerse, onlardan birisini Kâbe’nin yanında kurbân etmeyi adadı.

Bir müddet sonra Kureyşliler, Abdülmuttalib’de gördükleri bâzı hârikulâde hâl ve işâretler sebebiyle yumuşadılar ve ona müsâade ettiler. Abdülmuttalib kuyuyu kazdı ve Zemzem’i ortaya çıkardı.[1]

Zamanla on evlâdı dünyâya geldi ve kendisini koruyacak çağa eriştiler. Bunun üzerine evlâdlarının hangisini keseceğini anlamak için kurʻa çekti. Kur’a Peygamber Efendimiz’in babası Abdullâh’a çıktı. O, Abdülmuttalib nazarında insanların en sevimlisi idi. Abdülmuttalib:

“‒Allah’ım! O mu yüz deve mi?” diye bir daha kurʻa çekti. Bu sefer kurʻa develere çıktı. (Taberî, Târih, II, 239-240)

Bugün, İslâm şerîatında öldürülen bir insanın diyetinin yüz deve veya bunun bedeli olarak belirlenmiş bulunması, bu târihî hâdiseye istinâdendir.

Hakîm bin Hizâm (r.a) şöyle buyurur:

“Ashâb-ı Fîl’in gelmesinden 13 sene evvel doğdum. Abdülmuttalip, oğlu Abdullah’ı kurban etmek istediği zaman ben akledebilecek (hâdiseleri anlayabilecek) bir yaşta idim. Bu hâdise Nebiyy-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’in doğumundan beş sene evvel idi.” (Hâkim, III, 549/6043)

Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz, atası İsmâîl (a.s)’ın ve babası Abdullâh’ın kurbân edilmek için seçildiklerine işâretle:

“Ben iki kurbanlığın oğluyum.” buyurmuşlardır. (Hâkim, II, 609/4048)

Yine bu sebeple Allâh Rasûlü (s.a.v), “İbn-i Zebîhayn: İki kurbanlığın oğlu” diye de anılırdı.[2]

Hz. Abdullâh, dış görünüş ve ahlâk bakımından, hem kendi kardeşlerinin hem de diğer bütün Kureyş gençlerinin en güzeli idi. Akıl, zekâ ve kemâl itibârıyla da yine onların en üstünü idi.[3]

Mekke Fethi’nde Rasûlullah Efendimiz (s.a.v):

“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?” diye sorduğunda, Kureyşliler:

“–Hayırla muâmele edeceğini düşünüyoruz! Sen ke­rîm bir kardeşsin, kerîm bir kardeşin oğlusun!..” dediler.[4]

Bu cevap, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in, muhterem babasının ve necib dedelerinin insanlar arasında nasıl tanındığını, nasıl bir nâm bıraktığını gösteriyor.

PEYGAMBERİMİZİN BABASI ABDULLAH’IN ANNESİ AMİNE İLE EVLENMESİ

Abdülmuttalib, oğlu Abdullâh’a Benî Zühre kabîlesinin efendisi Vehb bin Abdi Menâf’ın kızı Âmine’yi istedi. Benî Zühre, Kureyş’in bir aşîretidir. Kureyş’in o zaman neseb ve şeref bakımından en üstün kızı olan Âmine de buna muvâfakat edince nikâhları kıyıldı.

Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in annesi Hz. Âmine’nin nesebi, Vehb bin Abdi Menâf bin Zühre bin Kilâb bin Mürre şeklindedir. Zühre, Hâşimoğulları’nın ataları olan Kusayy bin Kilâb’ın kardeşi olduğundan, Hz. Âmine’nin nesebi Hz. Abdullâh ile Kilâb’da birleşir.[5]

Bir rivâyette, Hz. Âişe vâlidemizin, Fahr-i Kâinât (s.a.v) Efendimiz’e muhabbeti sebebiyle muhtereme vâlideleri Hz. Âmine’nin kabilesine hürmet ettiğinden bahsedilir:

Abdullah bin Zübeyr (r.a), Zühre Oğulları’ndan bir takım insanlarla beraber teyzesi Hz. Âişe (r.a) vâlidemizi ziyârete gitmişti. Hz. Âişe (r.a), Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’e yakınlıkları sebebiyle onlara karşı son derece şefkat ve merhametle davranır ve ikramlarda bulunurdu. (Buhârî, Menâkıb, 2)

Dipnotlar:

[1] Bkz. İbn-i İshâk, s. 24-25; İbn-i Hişâm; I, 163-168; İbn-i Sa’d, I, 83-85; Abdü’r-Razzâk, Musannef, V, 316-317; Beyhakî, Delâil, I, 93; Hâkim, II, 604/4036. [2] Bkz. Hâkim, II, 604/4036. [3] Bkz. Halebî, I, 51-62. [4] İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa’d, II, 142-143. [5] Bkz. İbn-i Sa’d, I, 59-60.

Hazırlayan: Dr. Murat Kaya, Siyer-i Nebi.

İslam ve İhsan

HZ. PEYGAMBER’İN BABASI ABDULLAH İLE ANNESİ AMİNE’NİN İZDİVACI

Hz. Peygamber’in Babası Abdullah İle Annesi Amine’nin İzdivacı

HZ. MUHAMMED (S.A.V.) KİMDİR?

Hz. Muhammed (s.a.v.) Kimdir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.