Hurma ile İlgili Ayet ve Hadisler

Hurma ne demektir? Hurma ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Hurma, ayet ve hadislerde nasıl geçiyor? Hurma yemenin faydası nedir? Ayet ve hadislerde örneklere konu olan hurma hakkında bilinmesi gerekenler nelerdir? Hurma ile ilgili ayet ve hadisleri sizler için derledik....

Hurma, palmiyegiller familyasından dekoratif yapraklı bir palmiye türü ağacının çok besleyici olan yemişidir.
 Türkçe’ye Farsça’dan geçen hurma kelimesi değişik lehçelerde hörme ve kurma şeklinde de telaffuz edilir (Ercilasun, I, 350-351). Hurma ile ilgili kelime ve tabirler bakımından en zengin dil Arapça’dır (İbn Sîde, X, 102-138) Kuran'da birçok ayet ve hadiste geçmektedir. Hurmanın kıymeti gibi sağlığa faydalarıda oldukça fazladır.

HURMA İLE İLGİLİ AYETLER

Bakara Sûresi 266. Ayet

“Hiç biriniz ister mi ki, ağaçlarının arasından ırmaklar akan, içinde her çeşit mahsul bulunan, hurma ve üzümlerle dolu bir bahçesi olsun; sonra kendisine tam ihtiyarlığın gelip çattığı, bakıma muhtaç çocuklarının da bulunduğu bir sırada âniden ateşli bir kasırga gelip o bahçeyi yakıp kül etsin? Elbette istemez. İşte Allah, düşünesiniz diye size âyetleri böyle açıklıyor.”

Ayetin Tefsiri

En'âm Sûresi 99. Ayet

“O, gökten su indirendir. Biz, her türlü bitkiyi o suyla yetiştiririz. O bitkiden bir filiz, filizden de üst üste dizili dâneler, başaklar çıkarırız. Hurma ağacının tomurcuklarından yere doğru sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri çıkarırız. Bunların hepsinin hem birbirine çok benzeyen yönleri, hem de birbirinden çok farklı özellikleri vardır. Her birinin meyvesine bir ilk ortaya çıktığı, bir de olgunlaştığı zaman bakın. Gözünüzün önünde cereyan eden bu işlerde, iman eden bir toplum için elbette nice dersler ve ibretler vardır.”

Ayetin Tefsiri

En'âm Sûresi 141. Ayet

Asmalı asmasız bağları ve bahçeleri, çeşit çeşit renk ve tatlarda hurmaları ve ekinleri, zeytinleri ve narları, kimi bakımdan birbirine benzer, kimi bakımdan benzemez biçimde yaratıp yetiştiren Allah’tır. Ürün verdikleri zaman onların ürününden yiyin; mahsulün biçilip toplandığı gün fakirlerin hakkını verin. Fakat israf etmeyin. Çünkü Allah, israf edenleri sevmez.

Ayetin Tefsiri

Ra'd Sûresi 4. Ayet

Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler, bir kökten birkaç gövde hâlinde çatallı çıkan hurma ağaçları ve bir kökten tek sürgü halinde çatalsız çıkan hurma ağaçları vardır. Bunların hepsi aynı suyla sulanmaktadır. Buna rağmen canlılara sağladıkları ürünler bakımından, ayrıca tat, gıda ve kalite açısından biz onları farklı farklı yapıyor ve bazısını bazısına tercih edilir kılıyoruz. Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için dersler ve ibretler vardır.

Ayetin Tefsiri

Nahl Sûresi 11. Ayet

O su ile sizin için ekinler, zeytinlikler, hurma ağaçları, üzüm bağları ve her türden daha nice ürünler yetiştirir. Şüphesiz ki bunda sistemlice düşünen bir toplum için elbette tevhidi gösteren kesin bir delil vardır.

Ayetin Tefsiri

Nahl Sûresi 67. Ayet

Hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının meyvelerinden hem sarhoşluk veren bir içki hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için kesin bir delil vardır.

Ayetin Tefsiri

İsrâ Sûresi 71. Ayet

Kıyâmet gününde her insan topluluğunu önderleriyle birlikte çağıracağız. Kimin amel defteri sağından verilirse, işte o kutlu insanlar sevine sevine defterlerini okurlar ve onlara hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar bile haksızlık yapılmaz.

Ayetin Tefsiri

İsrâ Sûresi 91. Ayet

“Veya inanmamız için senin hurma bahçelerin ve üzüm bağların olmalı, bunlar arasından gürül gürül ırmaklar akıtmalısın.”

Ayetin Tefsiri

Kehf Sûresi 32. Ayet

Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların etrafını hurmalıklarla donatmış ve aralarına da bir ekin tarlası yerleştirmiştik.

Ayetin Tefsiri

Meryem Sûresi 23. Ayet

Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya mecbur etti. “Âh! Keşke bu hâle düşmeden önce ölseydim de, unutulup gitseydim” dedi.

Ayetin Tefsiri

Meryem Sûresi 25. Ayet

“Haydi, şu hurma ağacını da kendine doğru silkele; üzerine olgunlaşmış taze hurmalar dökülüversin.”

Ayetin Tefsiri

Tâ-Hâ Sûresi 71. Ayet

Firavun şöyle dedi: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız, ha? Demek ki, size sihri öğreten ustanız oymuş! Şimdi ellerinizi ve ayaklarınızı hiç tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi mutlaka hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabı daha şiddetli ve devamlıymış, o zaman anlayacaksınız!”

Ayetin Tefsiri

Mü'minûn Sûresi 19. Ayet

Sonra o su ile faydanıza olmak üzere hurmalıklar ve üzüm bağları meydana getirdik. O bağ ve bahçelerde sizin için nice meyveler vardır ki, onlardan yersiniz.

Ayetin Tefsiri

Şuarâ Sûresi 148. Ayet

“Ekili tarlaların ve meyveleri olgunlaşmış, yüklü salkımlarıyla dalları kırılacak derecede sarkmış gönül alıcı hurmalıklar arasında.”

Ayetin Tefsiri

Yâsin Sûresi 34. Ayet

Yine o yerde hurma bahçeleri, üzüm bağları var ediyor; oradan pınarlar, gözeler fışkırtıyoruz.

Ayetin Tefsiri

Yâsin Sûresi 39. Ayet

Ay için de bir takım menziller tâyin ettik; dolaşa dolaşa sonunda o, eski hurma salkımının ağaçta kalan yıllanmış sapı gibi kuru, sarı, hilal gibi kavisli olur.

Ayetin Tefsiri

Kaf Sûresi 10. Ayet

Salkımları üst üste binmiş yüksek hurma ağaçları yetiştir­mekteyiz.

Ayetin Tefsiri

Kamer Sûresi 20. Ayet

Öyle bir kasırga ki insanları, köklerinden sökülmüş hurma kütükleri gibi tâ temelinden koparıp fırlatıyordu.

Ayetin Tefsiri

Rahmân Sûresi 11. Ayet

Orada çeşit çeşit meyveler, ürünler ve salkımlarla yüklü hurma ağaçları vardır.

Ayetin Tefsiri

Haşr Sûresi 5. Ayet

Onların hurma ağaçlarını kesmeniz de, kesmeden kökleri üzere dimdik bırakmanızda hep Allah’ın izniyle olmuştu ve yoldan büsbütün çıkmış o kimseleri perişan etmek içindi.

Ayetin Tefsiri

Hâkka Sûresi 7. Ayet

Allah o kasırgayı üzerlerine yedi gece sekiz gün kesintisiz olarak musallat etti. Öyle ki, orada olsaydın o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi yerlere serilmiş görürdün.

Ayetin Tefsiri

Abese Sûresi 29. Ayet

Zeytinlikler ve hurmalıklar,

Ayetin Tefsiri

HURMA İLE İLGİLİ HADİSLER

Orucunu hurma ile aç

Selmân İbni Âmir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:

“Biriniz orucunu açacağı zaman hurma ile açsın; çünkü hurma bereketlidir. Eğer hurma bulamazsa orucunu su ile açsın; çünkü su temizdir.”

Peygamber aleyhisselâm sözüne devamla şöyle buyurdu:

“Yoksula verilen sadaka bir sadaka, akrabaya verilen sadaka ise iki sadaka yerine geçer: Biri sadaka sevabı, öteki de akrabayı koruyup gözetme sevabıdır.” (Tirmizî, Zekât 26. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 21; Nesâî, Zekât 82; İbni Mâce, Sıyâm 25, 28)

Enes radıyallahu anh dedi ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem akşam namazından önce bir kaç taze hurma ile orucunu açardı. Taze hurma bulamazsa, kuru bir hurmacıkla iftar ederdi. Kuru hurma da bulamazsa, birkaç yudum su içerek iftar ederdi. (Ebû Dâvûd, Savm 21; Tirmizî, Savm 10)

Hurmayı çifter çifter yemeyiniz

Cebele İbni Sühaym şöyle dedi:

İbni Zübeyr ile birlikte savaştığımız sene kıtlık oldu. Bize erzak olarak hurma dağıtıldı. Hurmayı yerken Abdullah İbni Ömer yanımızdan geçer ve bize şöyle derdi:

Hurmayı çifter çifter yemeyiniz. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bize hurmayı çifter çifter yemeyi yasakladı. Sonra İbni Ömer sözlerine devamla: Fakat arkadaşı izin verirse, çifter çifter yiyebilir, derdi. (Buhârî, Et`ime 44, Şirket 4, Mezâlim 14; Müslim, Eşribe 150. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Et`ime 43; Tirmizî, Et`ime 16; İbni Mâce, Et`ime 41)

"Hurma yerken gördüm"

Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i dizlerini dikerek oturmuş hurma yerken gördüm. (Müslim, Eşribe 148)

"Cennette bir hurma ağacı dikilir"

 Câbir radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse sübhânallahi ve bi-hamdihî: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim, derse, cennette onun için bir hurma ağacı dikilir.” (Tirmizî, Daavât 60. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 56)

"Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir"

Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.”  (Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim, Müsâfirîn 243. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 16; Tirmizî, Edeb 79; İbni Mâce, Mukaddime 16)

"Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse..."

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, - ki Allah, helâlden  başkasını  kabul etmez -  Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.” (Buhârî, Zekât 8; Tevhîd 23; Müslim, Zekât 63, 64. Ayrıca bk. Tirmizî, Zekât 28, Nesâî, Zekât 48; İbni Mâce, Zekât 28)

Yarım hurma ile de olsa, kendinizi cehennemden koruyun!

Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:

Yarım hurma ile de olsa, cehennemden korunmaya bakın!” (Buhârî, Edeb 34, Zekât 10, Rikak 51, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66-70. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37;  Nesâî, Zekât 63-64; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28)

Buhârî (Zekât 10, Rikak 31, Tevhid 36) ve Müslim’in (Zekât 97) Adî İbni Hâtim’den bir başka rivayetlerinde, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel-lem şöyle buyurdu:

“Allah, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O halde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-zevcesi Âişe -radıyallâhu anhâ-’ya:

“Yâ Âişe! Yarım hurmayla da olsa fakirleri geri çevirme. Ey Âişe! Fakirleri sev ve onları kendine yaklaştır ki kıyâmet günü Allâh da seni kendisine yaklaştırsın.” diye tavsiyede bulunurlardı. (Tirmizî, Zühd, 37/2352)

Hurma ile tesbih çeken kadın

Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh’in rivayet ettiğine göre, kendisi bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber, önündeki hurma çekirdekleriyle veya çakıl taşlarıyla tesbih çeken bir kadının yanına girdi. Peygamber aleyhisselâm kadına:

“Bundan daha kolayını -veya daha faziletlisini- sana haber vereyim mi?” diye sorduktan sonra şöyle buyurdu: “Sübhânallahi adede mâ halaka fi’s-semâi ve sübhânallahi adede mâ halaka fi’l-ard ve sübhânallahi adede mâ beyne zâlike ve sübhânallahi adede mâ hüve hâlik: Ben Allah’ı gökyüzünde yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim. Ben Allah’ı yeryüzünde yarattıkları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim. Ben Allah’ı yerle gök arasında yarattıkları sayısınca ulûhiyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim. Ben Allah’ı bundan sonra yaratacakları sayısınca ulûhiyyetine yakışmayan sıfatlardan tenzîh ederim, de. Allahü ekber’i de böyle, elhamdülillâh’ı da böyle, lâ ilâhe illallah’ı da böyle, lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ı da böyle söylersin.”

Tirmizî, Daavât 113. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 24

Hurmayı ikiye bölerek çocuklarına veren anne

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Yanında iki kız çocuğu bulunan bir kadın gelerek bir şeyler istedi. Evde bir hurmadan başka bir şey yoktu. Onu çıkarıp kadına verdim. Kendisi hiç tatmadan hurmayı ikiye bölerek çocuklarına verdikten sonra kalkıp gitti. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm yanımıza geldi. Ben bu olup biteni kendisine anlatınca şöyle buyurdu:

“Her kim kız çocukları yüzünden bir sıkıntıya uğrar da onlara iyi bakarsa, bu çocuklar onu cehennem ateşinden koruyan bir siper olurlar.” (Buhârî, Zekât 10, Edeb 18; Müslim, Birr 147. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 13)

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Sırtına iki çocuğunu almış yoksul bir kadın çıkageldi. Ona üç hurma verdim. O da çocuklarına birer hurma verdi; öteki hurmayı yemek için ağzına götürmüştü ki, çocukları onu da istediler. Kadıncağız yemek istediği bu hurmayı çocuklarına bölüştürdü. Kadının bu tutumuna hayran kaldım ve yaptığını Resûlullah’a anlattım. Şöyle buyurdu:

“Bu şefkati sebebiyle Allah Teâlâ o kadına mutlaka cenneti vermiş (veya) bu sebeple onu cehennemden âzâd etmiştir.” (Müslim, Birr 148)

Miskin, bir iki hurma için kapı kapı dolaşan kimse değildir

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre  Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Miskin, bir iki lokma veya bir iki hurma için kapı kapı dolaşan kimse değildir. Asıl miskin, ihtiyacını karşılayacak bir şeyi bulunmadığı halde, durumu bilinmediği için  kendisine sadaka verilemeyen ve kendisi de kalkıp insanlardan bir şey istemeyen  kimsedir.” (Buhârî, Zekât 25; Tefsîru sûre (2) 18; Müslim, Zekât 101,102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 24; Nesâî, Zekât 76)

Bir iki hurmayla savuşturulan kimse yoksul değildir

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir iki hurma veya bir iki lokmayla savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, muhtaç olduğu hâlde dilenmeyen kimsedir.”

Buhârî, Tefsîru sûre (2), 48; Müslim, Zekât 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 24; Nesâî, Zekât 76

Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim’deki diğer bir rivayete göre ise Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kapı kapı dolaşıp bir iki lokma, bir iki hurma ile savuşturulan kimse yoksul değildir. Asıl yoksul, kendisine yetecek malı bulunmayan, muhtaç olduğu bilinip de kendisine sadaka verilmeyen ve kimseden bir şey dilenmeyen kimsedir.”

Bir ölçek hurma ile sadaka

Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el-Ensârî el-Bedrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Sadaka âyeti inince, biz sırtımızla yük taşıyarak, (hammallık yaparak) sadaka vermeye başladık. Derken bir adam geldi çokca sadaka verdi. Münâfıklar, “Gösteriş yapıyor” dediler. Bir başkası geldi, bir ölçek hurma getirdi. Yine münâfıklar, “Allah’ın, bunun bir ölçek hurmasına ihtiyacı yoktur” dediler. Bunun üzerine, “Sadakalar hususunda gönülden veren mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlarla alay edenler yok mu, Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı bir azab vardır” [Tevbe sûresi (9), 79] âyeti indi. (Buhârî, Zekât 10; Müslim, Zekât 72)

Medinelilerin hurma sevgisi

Enes İbni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:

Ebû Talha radıyallahu anh’ın hasta bir erkek çocuğu vardı. Ebû Talha evde değilken çocuk öldü. Eve döndüğü zaman:

- “Oğlumun durumu nedir?” diye sordu.

Çocuğun annesi Ümmü Süleym:

- O şimdi eskisinden daha rahat, dedi. Akşam yemeğini hazırlayıp getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi sonra da hanımıyla yattı. Daha sonra hanımı ona “Çocuğu defnediniz” dedi.

Ebû Talha sabahleyin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olup biteni anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Bu gece ilişkide bulundunuz mu?” diye sordu.

Ebû Talha:

- Evet, dedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Allahım, bu ikisine mübârek kıl” diye dua etti.

(Zamanı gelince) Ümmü Süleym bir erkek çocuk doğurdu. Ebû Talha bana:

- “Çocuğu al, Peygamber’e götür” dedi. Ümmü Süleym de bir miktar hurma verdi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Çocuğun yanında herhangi bir şey var mı?” diye sordu. Ben:

- Evet, bir kaç hurma var, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hurmaları ağzına alıp çiğnedi. Sonra çıkarıp çocuğun ağzına koydu ve damağını hafifçe oğdu, adını da Abdullah koydu.

 Buhâri, Cenâiz 42, Akîka 1; Müslim, Edeb 23; Fezâilü’s-sahâbe 107

Buhârî’nin bir  rivayetine göre Süfyân İbni Uyeyne; “Ensardan bir kişi (İbâye İbni Rifa’a)  Abdullah’ın dokuz çocuğunu gördüğünü, hepsinin de Kur’an’ı okuyan ve mânasını anlayan kimseler olduğunu söylemiştir.” (Buhâri, Cenâiz 42)

Müslim’in rivâyetinde ise, olay şöyle anlatılmaktadır:

Ebû Talha’nın, Ümmü Süleym’den olma bir oğlu vefat etti. Ümmü Süleym, ev halkına:

- Ebû Talha’ya ben haber vermedikce, oğlu hakkında hiç biriniz bir şey söylemeyiniz! diye tenbihledi. Sonra Ebû Talha eve geldi. Ümmü Süleym akşam yemeğini getirdi. Ebû Talha yemeğini yedi. Yemekten sonra Ümmü Süleym, eskiden olduğundan daha güzel süslendi. O da hanımıyla yattı. Ebû Talha’nın karnı doyup  tatmin olduğunu görünce Ümmü Süleym ona:

- Ey Ebû Talha, bir millet, bir aileye emânet bir şey verseler de, sonra emânetlerini isteseler, iade etmeyebilirler mi, ne dersin? dedi.

 Ebû Talha:

- Hayır, (vermemezlik edemezler) dedi.

Ümmü Süleym:

- O halde oğlunu geri alınmış böyle bir emânet bil, dedi.

Ebû Talha kızdı ve:

- Mademki öyle, niçin hiç bir şey olmamış gibi davrandın? Şimdi de tutmuş, oğlumun durumunu bana haber veriyorsun, öyle mi? dedi. Derhal kalkıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gitti ve olanı biteni olduğu gibi haber verdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Geçen gecenizi Allah hakkınızda bereketli kılsın” buyurdu.

Ümmü Süleym hâmile kaldı.

 Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir sefere çıkmıştı. Ümmü Süleym de  bu sefere iştirak etmişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel-lem seferden döndüğünde Medine’ye gece girmezdi. Medine’ye yaklaştıklarında Ümmü Süleym’i doğum sancıları tuttu. Bu sebeple Ebû Talha onun yanında kaldı, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yoluna devam etti. Ebû Talha şöyle demeye başladı:

- Rabbim! Sen çok iyi bilirsin ki ben, Resûlün ile beraber Medine’den çıkmaktan, onunla beraber Medine’ye girmekten son derece memnun olurum. Fakat bu defa  bildiğin sebepten takılıp kaldım.

Bunun üzerine Ümmü Süleym:

- Ebû Talha! Şimdi artık sancım kalmadı. Sen git, dedi.

(Enes diyor ki) Biz yolumuza devam ettik. Medine’ye geldiklerinde Ümmü Süleym’i yine doğum sancısı tuttu ve bir erkek çocuk doğurdu. Annem (Ümmü Süleym) bana:

- Enes, bu çocuğu sen sabahleyin Resûlullah’a götürmeden kimse emzirmesin, dedi. Sabahleyin ben çocuğu alıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e götürdüm. Resûlullah’ın elinde bir dağlama âleti vardı. Beni görünce:

- Herhalde Ümmü Süleym doğum yaptı, buyurdular.

- Evet, dedim. Hemen elindeki dağlama âletini bıraktı. Ben de çocuğu kucağına verdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye has acve hurmasından bir tane istedi. Onu ağzında iyice çiğnedi, sonra da çocuğun ağzına çaldı. Çocuk yalanmaya başladı. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Medinelilerin hurma sevgisine bakın!” buyurdu. Çocuğun yüzünü okşadı ve ona Abdullah adını verdi. (Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 107)

Sadaka Peygamber Ehline helâl değildir

Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Hz. Ali’nin oğlu Hasan radıyallahu anhümâ, sadaka edilen hurmalardan birini alıp ağzına atmıştı.

Bunu gören Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Kaka, kaka! At onu!. Bizim sadaka edilen şeyleri yemediğimizi bilmiyor musun?” buyurdu. (Buhârî, Zekât 60, Cihâd 188; Müslim, Zekât 161)

Bir rivayete göre şöyle buyurdu:

“Bize sadaka helâl değildir, bilmiyor musun?” (Müslim, Zekât 161)

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre:

Peygamber aleyhisselâm yolda bir hurma buldu ve:

“Bu hurmanın sadaka olması ihtimâlinden korkmasaydım, onu yerdim” buyurdu. (Buhârî, Büyû’ 4, Lukata 6; Müslim, Zekât 164-166. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 29)

Hurma bahçesini infak etti

Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Medine’de ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha idi. Ebû Talha’nın en sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.

Enes (sözüne devamla) dedi ki: “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi ve:

- Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yo-lunda harcamadıkça, en iyiye eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızası için sadaka edi-yorum. Allah’dan onun sevabını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Âferin sana! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum, Ebû Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum.”

Ebû Talha:

Öyle yapayım, yâ Resûlallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti. (Buhârî, Zekât 24, Vekâlet 14, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîru sûre (3) 5, Eşribe 13; Müslim, Zekât 42, 43)

Bir hurma bile bulamadılar

Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh, insanların dünyalıklardan elde ettiklerinden bahsetti ve:

Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gün boyu açlıktan kıvranıp, karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm, dedi. (Müslim, Zühd 36. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 10)

Evlerinde hiç ateş yakılmazdı

Urve’nin Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet ettiğine göre o:

Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki, biz bir hilâli, sonra diğerini, sonra bir başkasını, yani iki ayda üç hilâli görürdük de, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı, demişti. Ben:

– Teyzeciğim! O halde geçiminiz ne idi? dedim. Teyzem:

– İki siyah, yani hurma ve su. Ancak şu var ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ensardan sağmal hayvanları bulunan komşuları vardı. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu hayvanların sütlerinden gönderirlerdi; o da bize içirirdi, dedi. (Buhârî, Hibe 1; Rikak 17; Müslim, Zühd)

Yatağının içi hurma lifindendi

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi. (Buhârî, Rikak 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 42; Tirmizî, Libâs 27; İbni Mâce, Zühd 11)

Bir dağarcık hurma ile yola çıktılar

Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde radıyallahu anh’ı başımıza kumandan tayin ederek, Kureyş kervanının karşısına çıkmak üzere bizi gönderdi. Bize azık olarak bir dağarcık hurma verdi. Verecek başka bir şey bulamamıştı. Ebû Ubeyde hurmayı bize tane tane veriyordu. Dinleyenlerden biri:

– O hurmalarla nasıl geçinebiliyordunuz? diye sordu. Câbir:

– Onları çocuğun meme emmesi gibi emer, sonra üzerine su içerdik, o gün geceye kadar bize yeterdi. Sopalarımızla ağaç yapraklarını silker, sonra onları su ile ıslatıp yerdik, dedi. Sonra da sözüne şöyle devam etti: Biz deniz sahili boyunca yürüdük. Sahil boyunda önümüze büyük kum tepesi gibi bir şey çıktı. Onun yanına kadar geldik, bir de baktık ki, Anber denilen bir balık. Ebû Ubeyde:

– Bu, ölü bir hayvandır, (yenilmez) dedi. Sonra da: Hayır, bizler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz son derece zorda kalmış bulunuyorsunuz, o halde yiyiniz, dedi. Biz üç yüz kişi idik ve bir ay süreyle onun etinden yiyerek orada kaldık, hatta kilo da aldık. Balığın göz çukurundan testilerle yağ aldığımızı biliyorum. Biz ondan öküz büyüklüğünde parçalar kesiyorduk. Ebû Ubeyde bizden onüç kişiyi alıp onun göz çukuruna oturttu, onun kaburga kemiklerinden birini de alıp dikti. Sonra yanımızdaki en büyük deveyi semerledi ve deve ile kaburga kemiğinin altından geçti. Balığın etinden pastırma da yaptık. Medine’ye gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gidip olup bitenleri anlattık. Resûl-i Ekrem:

“O, Allah’ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Onun etinden yanınızda bir miktar var mı, bize de yedirseniz?” buyurdu. Biz de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ondan bir parça gönderdik, o da yedi. (Müslim, Sayd 17)

Efendimiz’in evinde hurma yapraklarından örülmüş bir hasır vardı

Bir gün Hazret-i Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz’in hâne-i saâdetlerine gelmişti. Odanın içine şöyle bir göz gezdirdi. Her taraf bomboştu. Evin içinde hurma yapraklarından örülmüş bir hasır vardı. Allah Rasûlü onun üzerine yaslanmıştı. Kuru hasır, Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in mübârek teninde izler bırakmıştı. Bir köşede bir ölçek kadar arpa unu vardı. Onun yanında da, çivide asılı eski bir su kırbası duruyordu. Hepsi bu kadardı!.. Arabistan Yarımadası’nın Fahr-i Kâinât Efendimiz’e tâbî olduğu bir günde, O’nun dünyaya âit mal varlığı bunlardan ibaretti.

Hazret-i Ömer (r.a.) bunu görünce, içini çekti. Kendini tutamadı, gözleri doldu ve ağlamaya başladı. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“–Niçin ağlıyorsun ey Ömer?” diye sordu. O da:

“–Niçin ağlamayayım yâ Rasûlâllah! Kayser ve Kisrâ dünya nîmetleri içinde yüzüyor! Allâh’ın Rasûlü ise kuru hasır üzerinde yaşıyor!..” dedi.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Hazret-i Ömer’in gönlünü aldı ve:

“–Ağlama ey Ömer! Dünyanın bütün nîmet ve zevkleriyle onların, âhiretin de bizim olmasını istemez misin?!.” buyurdu. (Bkz. Ahmed, II, 298; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, tahk. Hamdi Abdülmecid es-Selefî, Beyrut,Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, X, 162.)

Efendimiz, kabirlerin başına birer hurma dalı dikti

İbn-i Abbâs (r.a.) şöyle anlatır:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz Medîne-i Münevvere’nin bahçelerinden birinden çıktığı esnâda, kabirlerinde azap gören iki kişinin sesini işitti. Bunun üzerine:

«Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günah sebebiyle azap görüyorlar. Aslında günahları gerçekten büyük idi. Biri idrarından sakınmaz, diğeri de söz taşır, dedikodu yapardı.» buyurdular. Sonra yaş bir hurma dalı istediler. Onu iki parçaya ayırıp, birini bir kabrin, diğerini de öbür kabrin başına diktiler ve:

«Kurumadıkları müddetçe azaplarının hafifletilmesi umulur.» buyurdular.” (Buhârî, Edeb 49, Vudû 55-56, Cenâiz 82)

Yalan yazılırdı

Abdullâh bin Âmir -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Bir gün annem beni çağırdı. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de evimizde bulunuyordu. Annem:

“–Gel de sana bir şey vereyim!” dedi. Allâh Rasûlü:

“–Ona ne vermeyi düşünmüştün?” diye sorunca, annem:

“–Ona bir hurma vermek istemiştim.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bil ki, eğer ona bir şey vermeseydin, sana bir yalan günâhı yazılırdı.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 80/4991; Ahmed, III, 447)

Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh- anlatıyor:

Bir bedevî, Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm-’a gelerek alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. Hattâ:

“–Borcunu ödeyinceye kadar Sen’i rahat bırakmayacağım.” dedi.

Ashâb-ı kirâm, bedevîyi azarlayıp:

“–Yazıklar olsun sana! Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın!” dediler. Adam:

“–Ben hakkımı talep ediyorum.” dedi. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, ashâbına:

“–Sizler niçin hak sâhibinden yana değilsiniz?” buyurdu ve Havle bint-i Kays -radıyallâhu anhâ-’ya adam göndererek:

“–Sende kuru hurma varsa borcumu ödeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana öderiz.” dedi. Havle:

“–Hay hay! Babam Sana kurban olsun ey Allâh’ın Rasûlü!” dedi.

Kadın, Rasûlullâh’a borç verdi, O da bedevîye olan borcunu ödedi ve bir de yemek ikrâm etti. Bedevî:

“–Borcunu güzelce ödedin. Allâh da Sana mükâfâtını tam olarak versin!” diye memnûniyetini ifâde etti. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–İşte bunlar (borcunu hakkıyla ödeyenler), insanların hayırlılarıdır. İçindeki zayışarın, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet, işâh olmaz.” buyurdu. (‹bn-i Mâce, Sadakât, 17)

"Hurmalıklarımızı muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır"

Hicretten sonra her bir Muhâcir âileyi, Medîneli bir âile yanına aldı. Böylece aralarında kardeşlik akdi gerçekleştirilen sahâbîler birlikte çalışacaklar, elde ettikleri kazancı paylaşacaklardı. Ensâr, fazla arâzîlerini Rasûlullâh Efendimiz’e bağışladı ve Peygamber Efendimiz de bunları Muhâcirler arasında taksîm etti. Ensâr, bu kadarla da kalmayarak şu cömert teklifte bulundu:

“–Yâ Rasûlallâh! Hurmalıklarımızı da Muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır!”

Peygamber Efendimiz bunu kabûl etmeyince Ensâr, Muhâcirlere:

“–Öyleyse ağaçların bakım ve sulama işini siz üzerinize alınız da mahsulde ortak olalım!” teklifinde bulundular. Peygamber Efendimiz’in de uygun görmesiyle her iki taraf:

“–İşittik ve itaat ettik!” diyerek bu teklîfi kabûl ettiler. (Buhârî, Hars, 5)

Câbir -radıyallâhu anh-, Ensâr’ın Muhâcir kardeşlerine olan cömertlik ve îsârlarını şöyle anlatır:

“Ensâr, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa çok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafa hurma dallarını koyarak o tarafı çok gösterir, Muhâcirler’e; «–Hangisini tercih ederseniz alın.» derlerdi. Onlar da çok görünen yığın Ensâr kardeşlerimizin olsun diye, az görünen yığını alırlar ve böylece hurmanın çoğu Muhâcirler’e gelirdi. Ensâr da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı...” (Heysemî, X, 40)

"Dilersen bu hurmalığın aslını Allah (c.c) için vakfet"

Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, Hayber’de ganimetten güzel bir hurmalık arâzi sahibi olmuştu. Rüyâsında üç gün üst üste bu arâziyi infâk etmesi kendisine işâret edildi. O da, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e giderek:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Nazarımda şimdiye kadar sahip olmadığım kıymette bir hurmalığa mâlikim. Bu hususta ne buyurursanız, öyle yapacağım.” dedi.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Dilersen bu hurmalığın aslını Allah için vakfet! Gelirini de tasadduk et! Artık o hibe edilmez, ona vâris olunmaz, onun mahsûlü yalnız infâk edilir, muhtaca yedirilir.” buyurdular.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-, mâliki olduğu bu hurmalığı vakfetti. Buradan Allah yolunda gazâ ve cihâd üzere olanlar, esâretten kurtulmak isteyen köleler, misâfirler vs. nice ihtiyaç sahibi istifâde etti. (Bkz. Buhârî, Vesâyâ, 22, 28)

Bütün bir gece çalışarak iki ölçek hurma kazandı ve infak etti

Zengin olmayıp da bir şey bulamayan sahâbîler bile mal ve candan fedâkârlık yapabilmenin heyecânı içindeydiler. Bunlardan Ebû Akîl -radıyallâhu anh-, bütün bir gece çalışarak iki ölçek hurma kazanmıştı. Bir ölçeğini ev halkına, bir ölçeğini de orduya bağışladı. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allâh senin getirip verdiğini de alıkoyduğunu da bereketlendirsin!” buyurdu ve getirilen hurmanın toplanan yardımlar içine dökülmesini emretti. (Taberî, Tefsîr, X, 251)

Efendimiz, hurma bahçesinde secdeye vardı

Abdurrahmân bin Avf -radıyallâhu anh-, Peygamber Efendimiz’in Allâh’ın ikram ve ihsanlarına karşı şükür husûsundaki hassâsiyetini gösteren bir hâdiseyi şöyle anlatıyor:

“Bir defâsında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescidden çıkmıştı. Ben de hissettirmeden onu tâkip ettim. Bir hurma bahçesine girdi. Kıbleye karşı durarak secdeye vardı. Secdesini o kadar uzattı ki, vefât etti sandım. Hemen yanına vardım, eğilip yüzüne bakmaya başladım. Başını kaldırdı ve:

«–Ne oldu ey Abdurrahmân?» diye sordu.

«–Yâ Rasûlallâh! Secdeyi o kadar uzattınız ki, vefât ettiniz diye korktum ve hemen yanınıza geldim.» dedim. Peygamber Efendimiz:

«–Bahçeye girdiğimde Cebrâîl -aleyhisselâm- ile karşılaştım. Allâh Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu müjdeledi:

“Kim Sana selâm verirse Ben de ona selâmet veririm. Kim Sana salevât getirirse, Ben de ona salât ederim.” (Bunun için Rabbime şükür secdesi yaptım)» buyurdu.” (Hâkim, I, 344-345/810)

Hurmalıklarıyla meşgul olurlarken...

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, kendisinin çok fazla hadîs rivâyet ettiğini söyleyenlere şu cevâbı vermiştir:

“Muhâcir kardeşlerimiz ticâretle ve Ensâr kardeşlerimiz de ziraat ve hurmalıklarıyla meşgul olurlarken, ben yarı aç yarı tok, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanından ayrılmaz, onların bulunmadıkları zamanlarda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında bulunur, onların şâhid olmadığı nice şeylere şâhid olur ve onların ezberleyemediklerini ezberlerdim.” (Bkz. Buhârî, İlim, 42)

Hurma lifinden doldurulmuş bir minder alıp ikrâm etti

Cömertliğiyle dillere destân olan Hâtim-i Tâî’nin oğlu Adiy, hitâbeti kuvvetli, hazır cevap, şerefli, fazîletli ve cömert bir zât idi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Hicret’in dokuzuncu yılında Hazret-i Ali’yi, Tayy Kabîlesi’nin putu Füls’ü yıkmaya gönderdiğinde, Adiy, Şam’a kaçmıştı. Kızkardeşi Seffâne ise esirler arasında Medîne’ye getirilmişti.

Varlık Nûru Efendimiz, Seffâne’yi serbest bıraktı ve elbise, binek hayvanı ve yol azığı verip kavminden güvenilir bâzı kişilerin yanına katarak Şam’a gönderdi.

Adiy bin Hâtim, hâdisenin devâmını şöyle anlatır:

“Seffâne akıllı bir kadındı. Ona (Allah Rasûlü’nü kastederek):

«–Şu zâtın durumu hakkındaki görüşün nedir?» diye sordum. Bana:

«–Vallâhi, senin hemen O’na katılmanı dilerim. Eğer gerçekten peygamberse, O’na tâbî olmakta başkalarının önüne geçmen, senin için bir fazîlet ve üstünlük olur. Bir hükümdarsa, O’nun sâyesinde Yemen’deki saltanatını kaybetmez, hor ve hakir bir duruma düşmezsin! Artık karar senindir!» dedi.

«–Vallâhi yerinde görüş budur! Ben bu zâta gideceğim. O bir yalancı ise (yalancılığı) bana zarar vermez. Eğer doğru ise söylediklerini dinler, kendisine tâbî olurum!» dedim ve Medîne’ye gittim.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında akrabâ, kadın ve çocuklarının bulunduğunu gördüğüm zaman anladım ki, O’nda ne Kisrâ’nın ne de Kayser’in saltanatı vardır.

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem- elimden tuttu, beni evine götürdü. Giderken, düşkün ve yaşlı bir kadın O’nu yolda durdurdu ve ihtiyâcını arz etti. O da uzun bir süre ayakta durup kadıncağızın derdini dinledi ve meselesini halletti. Eve vardığımızda hurma lifinden doldurulmuş bir minder alıp bana ikrâm etti:

«–Bunun üzerine otur!» buyurdu.

Ben:

«–Hayır! Onun üzerine Sen otur!» dedim.

Rasûlullah bana:

«–Hayır, sen oturacaksın!» buyurdu.

Minderin üzerine oturdum, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise kuru yere oturdu. İçimden; «Vallâhi bu, hükümdar işi değildir!» dedim.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«–Adiy! Müslüman ol, selâmet bulursun.» deyince:

«–Benim dînim var.» dedim.

«–Senin dînini senden daha iyi biliyorum!» buyurdu.

«–Benim dînimi benden iyi mi biliyorsun?» dedim.

«–Evet! Sen Rekûsî (Rekûsiyye: Hristiyanlık ile Sâbiîlik arasında, ikisinin karışımı bir din telâkkîsi.) değil misin? Kavminin elde ettiği ganimetlerin dörtte birini yemiyor musun?» diye sordu.

«–Evet öyle.» dedim.

«–Aslında bu, dînine göre sana helâl değildir!» dedi ve daha fazla bir şey söylemedi. Rasûlullah bunu söyleyince çok mahcup oldum! Kendisine:

«–Evet! Öyledir vallâhi!» dedim. O zaman anladım ki O, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, beni utandıran sözü bir daha tekrarlamadı. Sözlerine devamla:

«–Senin İslâm’a girmene mânî olan sebebi de biliyorum. Sen; “Ona zayıflar, Arapların değer vermediği güçsüz kimseler tâbî oluyor.” diyorsun. Sen Hîre’yi bilir misin?» buyurdu.

«–Görmedim ama duydum.» dedim.

«–Canımı kudret elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki, Allah bu dâvâyı tamamlayacak. Öyle ki tek başına bir kadın Hîre’den çıkarak gelip Allâh’ın evini tavâf edecek. Sonra Kisrâ bin Hürmüz’ün hazineleri fethedilecek!» buyurdu.

«–Kisrâ bin Hürmüz’ün mü?» diye sordum.

«–Evet Kisrâ bin Hürmüz’ün!» buyurdu. Sonra da:

«–Çok sürmez, dünya malı o kadar artacak ki, kimse tenezzül etmeyecek, malın zekâtını alacak kimse bulunamayacak!» bu­yur­du.

Müslüman olduğumda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çok sevindi, yüzünde büyük bir sürur müşâhede ettim. Ensâr’dan birinin evinde misâfir olarak kalmamı istedi. Sabah-akşam onun evine gidip gelmeye başladım. Hiçbir namaz vakti girmezdi ki, Allah Rasûlü’nü özlemiş olmayayım!

Yıllar sonra bu hâdiseyi anlatan Adiy -radıyallâhu anh- der ki:

“Vallâhi bir kadının Hîre’den devesinin üzerinde korkmadan yola çıkıp şu Beytullâh’ı haccettiğini gördüm. Kisrâ’nın hazinelerini fethedenler arasında ben de vardım. Canımı kudret elinde bulunduran Allâh’a yemin ederim ki, Efendimiz’in söylediği sözlerin üçüncüsü de mutlaka olacaktır. Çünkü onu Rasûlullah söyledi.” (Bkz. Buhârî, Menâkıb, 25; Ahmed, IV, 257, 377-379; İbn-i Hişâm, IV, 246-249; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, V, 62; İbn-i Abdilber, el-İstîâb, Kâhire ts., III, 1057; İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, IV, 9.)

Hurma bahçesini infak etti

Enes -radıyallâhu anh- şöyle der:

Medîne’de Ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan, Ebû Talha idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ ismindeki hurma bahçesiydi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi.

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birr’e (yâni hayrın kemâl noktasına) erişemezsiniz…” (Âl-i İmrân, 92) âyet-i kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına geldi ve:

“–Yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Hak Sana; «Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birr’e erişemezsiniz…» âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ isimli bahçedir. Onu Allah rızâsı için tasadduk ediyorum. Allah’tan onun sevâbını ve âhiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allâh’ın Siz’e göstereceği şekilde kullanınız.” dedi.

Bu­nun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle bu­yur­du:

“–Seni tebrik ederim! Kârlı mal dediğin işte budur! Seni duydum Ebû Talha. Onu akrabâlarına vermeni uygun görüyorum.”

Ebû Talha:

“–Öyle yapayım yâ Rasûlâllah!” dedi ve bahçeyi bâzı akrabâlarıyla amcaoğulları arasında taksim etti. (Buhârî, Zekât 44, Vesâyâ 10, 17, 26, Tefsîr 3/5; Müslim, Zekât 42, 43)

Yedi hurma bahçesini infak etti

Uhud savaşı esnâsında yahûdî âlimlerinden Muhayrık müslüman oldu. O, Peygamber Efendimiz’i Tevrât’ta anlatılan sıfatlarıyla çok iyi tanırdı. İlmen bulduğu hakîkati Uhud’a kadar açıklayamamıştı. Âlemlerin Efendisi Uhud Savaşı’na çıktığı zaman yahûdîlere:

“–Ey yahûdî cemaati! Vallâhi siz Muhammed’in peygamber olduğunu ve O’na yardım etmeniz gerektiğini pekâlâ biliyorsunuz!” dedi.

Yahûdîler:

“–Bugün cumartesi günüdür; hiçbir şeyle uğraşılmaz!” dediler.

Muhayrık:

“–Sizin için cumartesi diye bir şey yoktur!” dedi. Kılıcını ve ihtiyaç duyduğu malzemeleri yanına alıp akrabâlarından birisine:

“–Eğer bugün öldürülürsem bütün mal varlığım Muhammed’indir. O, Allâh’ın gösterdiği şekilde onları kullanır!” diyerek vasiyette bulundu. Uhud’da savaşmaya gitti ve şehîd oldu. Bıraktığı yedi hurma bahçesini Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- teslîm alıp vakfetti ve:

“–Muhayrık, yahûdîlerin en hayırlısıdır!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 38; Vâkıdî, I, 263; İbn-i Sa’d, I, 501-503)

Çok kârlı bir alışveriş

Karz-ı hasen (Allâh’a güzel borç verme) hakkındaki bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda Ebu’d-Dahdah -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek:

“–Yâ Rasûlâllah! Allah bizden borç mu istiyor?” diye sordu. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Evet, ey Ebu’d-Dahdah, Allah borç istiyor!” diye cevap verdi.

Bunun üzerine Ebu’d-Dahdah -radıyallâhu anh-, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den elini uzatmasını istedi ve O’nun elini tutarak:

“–Ben, içinde 600 hurma ağacı bulunan bağımı Allâh’a borç (karz-ı hasen) olarak veriyorum!” dedi.

Sonra da yürüyerek bağına geldi ve kapısında durdu. Hanımı, çocukları ile birlikte orada idiler. Hanımına seslenerek:

“–Ey Ümmü Dahdah! Bahçeyi boşaltın! Çünkü ben bu bağı Allâh’a borç verdim...” dedi. Hanımı da ona:

“–Ey Ebu’d-Dahdah! Çok kârlı bir alışveriş yapmışsın! Allah alışverişini mübârek kılsın.” dedi. Hemen bahçeden çıkarak orayı Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e teslim ettiler.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Cennette Ebu’d-Dahdah için hazırlanmış, dalları sarkan nice iri hur­ma ağaçları var!” buyurdu. (Bkz. Taberî, II, 803; Râzî, VI, 141-142, 166, [el-Bakara, 245 tefsîrinde]; Hâkim, II, 24/2194)

"Hurmanın bereketleneceğini anlamıştı..."

Câbir bin Abdullah -radıyallâhu anh-’ın anlattığına göre, babası şehîd olduğu zaman bir yahûdîye otuz vesk borç bırakmıştı. Hazret-i Câbir, yahûdîden borcunu ödemek için biraz mühlet talep etti. Ancak yahûdî kabul etmedi. Hazret-i Câbir, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek yahûdî nezdinde arabulucu olmasını talep etti. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bu otuz vesklik borca bedel bir hurmalığın meyvesini alması için yahûdiyle konuştu, lâkin o yine kabul etmedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü hurmalığa girdi, içinde biraz yürüdü. Sonra Hazret-i Câbir’e:

“–Hurmayı topla ve ona borcunu öde!” buyurdu.

Câbir -radıyallâhu anh- hurmayı topladı, yahûdîye otuz vesk borcunu ödedi. Geriye on yedi vesk hurma da arttı. Durumu haber vermek üzere Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gitti. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ikindiyi kılıyordu. Namazı bitince Hazret-i Câbir, artan hurmaları bildirdi. Efendimiz:

“–Bunu Ömer bin Hattâb’a haber ver!” buyurdu. Câbir -radıyallâhu anh- da gidip ona söyledi. Hazret-i Ömer:

“–Ben, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bahçenin içinde yürümeye başlayınca, hurmanın bereketleneceğini anlamıştım zâten.” dedi. (Buhârî, İstikraz, 9)

Hurma ile yetinmişlerdi

Peygamber Efendimiz, Bedir Gazvesi’nde ele geçirilen esirleri topluca bir yerde tutmamış, bunları ashâb-ı kirâma birer birer dağıtarrak misâfir etmelerini ve ikramda bulunmalarını tavsiye buyurmuştur. Onlar da hisselerine düşen ekmeği esirlerine vererek kendileri hurma ile yetinmişlerdi. (İbn-i Hişâm, II, 288; Heysemî, VI, 86)

Hurmalık bir yer

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Allâh’ın izni ile müslümanlara Medîne yollarını işâret etti ve şöyle buyurdu:

“Bundan böyle sizin hicret edeceğiniz flehrin, iki kara taşlık arasında hurmalık bir yer olduğu bana gösterildi.” (Buhârî, Kefâlet, 4)

Hem gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyorsun!

Allâh yolunda ağır işkencelere mâruz kalan müslümanlardan biri olan Suheyb -radıyallâhu anh-, Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’tan sonra Medîne’ye hicret etmek maksadıyla yola çıktı. Mekkelilerden bâzıları arkasından yetişerek:

“–Sen buraya fakir ve zayıf bir kimse olarak geldin. Aramızda bol servete kavuştun! Sonunda da kendinle birlikte servetini de alıp gitmek istiyorsun ha! Vallâhi buna müsâade etmeyiz!” dediler.

Suheyb hemen hayvanından yere indi. Ok çantasındaki okları çıkardı ve:

“–Ey Kureyş cemaati! İyi bilirsiniz ki, ben sizin en iyi ok atanlarınızdan biriyim. Vallâhi yanımda bulunan okların hepsini size atar, bitince de kılıcımı çekerim. Bunlardan birisi elimde bulundukça bana yaklaşamazsınız. Ancak onlar elimden çıktıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz. Şimdi servetimin yerini bildirir ve onu size bırakırsam yolumu açar, beni serbest bırakır mısınız?” dedi.

Müşrikler, teklifi kabûl ettiler. Bunun üzerine Suheyb -radıyallâhu anh-, servetinin yerini onlara bildirerek yoluna devâm etti. Rabîulevvel ayının ortalarında Kubâ’ya varıp Rasûlullâh’a kavuştu. O sırada Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında Hazret-i Ebû Bekir ile Ömer -radıyallâhu anhümâ- bulunuyordu. Önlerinde de Külsûm bin Hidm’in getirdiği Ümmü Cirzan hurmasından bir salkım bulunuyordu. Suheyb -radıyallâhu anh-’ın yolda gözleri ağrımış, karnı da son derece acıkmıştı. Hurmalardan yemeye başladı. Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- latîfe yaparak:

“–Yâ Rasûlallâh! Suheyb’i görüyor musunuz? Hem gözü ağrıyor hem de yaş hurma yiyor?!” dedi. Varlık Nûru Efendimiz, Suheyb’e:

“–Hem gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyorsun ha?!” buyurdu.

Suheyb de:

“–Ben, onu gözümün ağrımayan tarafıyla yiyorum!” dedi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- tebessüm etti ve (Suheyb’in serveti karşılığında Mekkeli müşriklerden canını kurtarmasını îmâ ederek):

“–Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ey Ebû Yahyâ! Satış kârlı çıktı! Satış kârlı çıktı!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, III, 226-230; Hâkim, III, 450, 452)

Mescid-i Nebi'nin inşası ve hurma

Mescid-i Nebî, dörtgen biçiminde olup boyu ve eni yaklaşık yüzer zirâ’, (Bir zirâ’ 75 cm.’dir.) yüksekliği de üç zirâ’ı taştan, üst tarafı kerpiçten olmak üzere beş veya yedi zirâ’ kadardı. (İbn-i Sa’d, I, 239.) İnşaatta çamurdan harç kullanıldı. (Diyârbekrî, I, 344.) Mescidin kıble tarafına direk olarak hurma ağacı gövdeleri dizildi. Tavanı ve direkleri hurma dallarındandı. (Buhârî, Salât, 62.) Bir mihrâbı ve üç kapısı mevcuttu. Mihrâbı Beytü’l-Makdis’e (Kudüs’e) doğru idi. Kıble, Beytü’l-Makdis’ten Kâbe’ye çevrilince, Peygamber Efendimiz birinci kapıyı kapattı. Onun yerine, Şam duvarında başka bir kapı açtı. (Diyârbekrî, I, 346.)

Mescidin üzeri hurma dalları ve yapraklarıyla örtüldüğü için yağmur yağdığında içi çamur olurdu. Peygamber Efendimiz, Ramazan’da îtikâfa çekildiği sırada yağan yağmur mescidin içine akmış, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sabah namazını kıldırdığı zaman alnında ve yüzünde çamur izleri görülmüştü. (Buhârî, Îtikâf, 1.)

Mescid-i Nebevî’nin bir tarafına, etrâfı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü bir suffe (Suffe, ev ve konaklarda bulunan eyvan, set ve seki türü yüksekçe oturma mekânları için kullanılan bir tâbirdir. Türkçe’de zamanla “sofa” şeklinde kullanılır olmuştur.) (gölgelik, çardak) yapıldı. Evi ve âilesi olmayan fakir müslümanlar burada kalır ve onlara “Ashâb-ı Suffe” veya “Ehl-i Suffe” denirdi. (İbn-i Sa’d, I, 255.) İçlerinden evlenen, sefere çıkan, bir başka yere yerleşen veya vefât edenler olduğu zaman sayıları değişir, bâzen artar bâzen de eksilirdi. Bir ara sayılarının yetmişi bulduğu olmuştur.

Sadaka-i fıtr ve hurma

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Sadaka-i Fıtr’ın müslümanlardan büyük-küçük, kadın-erkek, her bir hür ve köle üzerine bir sâ’ (Sâ’: 1040 dirhem ağırlığındaki buğday veya arpayı alabilen bir hacim ölçeğidir. 1 sâ’, şer’î dirheme göre yaklaşık 2,917 kg; örfî dirheme göre ise 3,333 kg. ağırlığa denktir.) hurma veya bir sâ’ arpa olarak farz kılındığını bildirdi. (Buhârî, Zekât, 70-78; Müslim, Zekât, 13.)

Hurmaları bırakıp cennete koştu

Enes -radıyallâhu anh-’ın bildirdiğine göre müşrikler yaklaştığında Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennete girmek üzere ayağa kalkınız!” buyurdu. Ensâr’dan Umeyr bin Hümâm -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallâh! Genişliği göklerle yer arası kadar olan cennet mi?” diye sordu. Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:

“–Evet.” buyurdu. Umeyr:

“–Ne iyi, ne âlâ!” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Niye öyle söyledin?” diye sordu. Umeyr -radıyallâhu anh-:

“–Allâh’a yemîn ederim ki yâ Rasûlallâh, cennet ehlinden olmayı istediğim için öyle söyledim, başka maksadım yok.” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Şüphesiz sen cennetliksin.” buyurdu.

Umeyr, bu söz üzerine torbasından birkaç hurma çıkartıp onları yemeye başladı. Sonra:

“–Eğer şu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşarsam, bu gerçekten uzun bir hayattır.” diyerek elindeki hurmaları attı ve cihâda koştu. Sonra şehîd oluncaya kadar müşriklerle savaştı. (Müslim, İmâre, 145; Ahmed, III, 137)

Hurma dalı Hazret-i Abdullâh’ın elinde bir kılıç oluverdi

Uhud Savaşı esnâsında Abdullâh bin Cahş -radıyallâhu anh-’ın kılıcı kırılmıştı. Varlık Nûru Efendimiz ona bir hurma dalı verdi. Hurma dalı Hazret-i Abdullâh’ın elinde bir kılıç oluverdi. Abdullâh şehîd oluncaya kadar bu kılıcı kullandı. “Urcun” ismi verilen bu kılıç, Abdullâh bin Cahş’ın vârislerindeyken, onu Türk beylerinden biri, iki yüz dinara (altına) satın aldı. (İbn-i Esîr, Üsdü’l-Gâbe, III, 195; Diyârbekrî, I, 433.)

Tebük'te bir hurmayı iki kişi bölüşüyordu

Tebük seferinde İslâm ordusunun yolculuğu son derece meşakkatli geçiyordu. Sıcak bunaltıcı idi. Üç kişiye bir deve düştüğünden, ashâb sırayla deveye biniyorlar, bu da bir hayli sıkıntı veriyordu. Bir hurmayı iki kişi bölüşüyordu. Bâzen su bulmakta güçlük çekiliyordu. Bu yüzden abdest alırken, âzâlar bir defâ yıkanmaktaydı. Mestler üzerine mukîmlerin bir, seferî sayılanların üç gün meshetmesi emredildi. (İbn-i Mâce, Tahâret, 45; Ahmed, VI, 27.) Bir ara Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- duâ buyurdular ve sâdece İslâm askerinin bulunduğu yere yağmur yağdı. (İbn-i Hişâm, IV, 177.)

Efendimiz, yuları hurma liflerinden örülmüş dişi bir deve üzerinde idi

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- vedâ haccında, Usfan vâdisine vardığı zaman, Hazret-i Ebû Bekr’e:

“–Yâ Ebâ Bekr! Bu hangi vâdidir?” diye sormuştu.

Hazret-i Ebû Bekir:

“–Usfan vâdisidir.” diye cevaplayınca Peygamber Efendimiz; Hûd -aleyhisselâm-’ın, beline aba bağlamış, belinden yukarısını alacalı bir kumaş ile bürümüş, genç ve kızıl, yuları hurma liflerinden örülmüş dişi bir deve üzerinde, hac için buradan telbiye ederek geçmiş olduğunu haber vermiştir. (Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 232)

Hurma kütüğünün ağlaması

Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Mescid-i Nebevî’de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in hutbe okurken dayandığı bir kütük vardı. Mescide minber konulduğu (artık Resûlullah hutbesini orada okumaya başladığı) zaman bu kütüğün, doğumu yaklaşmış deve gibi inlediğini duyduk. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem minberden indi, elini kütüğün üzerine koyunca sesi kesildi. (Buhârî, Menâkıb 25)

Bir başka rivayet şöyledir: Cuma günü gelip de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem minberin üzerine oturunca, yanında Resûlullah’ın hutbe okuduğu hurma kütüğü ikiye bölünüyormuş gibi haykırdı. (Buhârî, Büyû‘ 32)

Bir başka rivayet şöyledir: Kütük çocuk gibi bağırdı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem aşağı inerek onu tutup kucakladı. Kütük de teskin edilmeye çalışılan bir çocuk gibi yavaş yavaş sükûnet buldu. Hz. Peygamber:

“Dinlediği zikirden mahrum kaldığı için ağladı” buyurdu. (Buhârî, Menâkıb 25)

Hurma ağaçlarını taşlayan çocuk

Râfî bin Amr (r.a.) şu hâdiseyi nakleder:

Ben çocukken Ensâr’ın hurma ağaçlarını taşlardım. Bu sebeple beni tutup Peygamber Efendimiz’e götürdüler.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bana:

“–Yavrucuğum! Hurma ağaçlarını niçin taşlıyorsun?” diye sordu. Ben:

“–Yâ Rasûlâllah! (Açtım) yemek için taşladım.” dedim.

Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Bir daha taşlama! Altlarına düşenlerden al, ye!” buyurdu ve başımı sıvazladı. Daha sonra da:

“Allâh’ım! Onun karnını doyur!” diye bennim için duâ etti. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85/2622; İbn-i Mâce, Ticârât, 67)

İslam ve İhsan

HURMANIN FAYDALARI

Hurmanın Faydaları

HURMA HAKKINDA BİLMENİZ GEREKENLER

Hurma Hakkında Bilmeniz Gerekenler

HURMANIN FAYDALARI

Hurmanın Faydaları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.