Hak Din İslâm ve Muharref Dinler

Hak din ne demektit? Bütün insanlığa gönderilmiş yegâne hak din İslam ve muharref dinlerden olan Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında kısaca bilinmesi gerekenler...

Rahman ve Rahîm olan Allah Teâlâ, sonsuz rahmetinin bir tezâhürü olarak, insanoğlunun iki cihan saâdetine ermesini dilemiştir. Bunun için;

‒Hak ve hakîkati idrâk edebilsin diye insana akıl ve kalp lûtfetmiş,

‒Yüce katından suhuf ve kitaplar göndermiş,

‒İlâhî hükümlerinin hayata nasıl tatbik edileceğini göstermek üzere de “üsve-i hasene”, yani “en güzel örnek şahsiyet”ler olan peygamberlerini insanlığa armağan etmiştir.

BÜTÜN İNSANLIĞA GÖNDERİLMİŞ YEGÂNE HAK DİN

İlk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan âhir zaman nebîsi Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe kadar gelen ve vahiy mahsûlü olan “hak dîn”in muhtevâsı, özünde hep aynıdır ve o muhtevânın adı “İslâm”dır.[1] İslâm, zuhûrundan itibâren, bütün insanlığa gönderilmiş yegâne hak dindir.

Nitekim Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“…Bütün peygamberler birbirlerinin babadan kardeşleridir. Dinleri de birdir.” buyurmuştur. (Buhârî, Enbiyâ, 48; Müslim, Fedâil, 143-145)

Bu itibarla İslâm, pek çok kimsenin zannettiği gibi, yalnızca Kur’ân’ın muhtevâsından ibâret değildir. Bütün semâvî dînler, insan eliyle tahrif edilmeden önceki hâlleri itibârıyla hep İslâm’dır.

Yahudî Tapınağı Değil, Kıblesi Kâbeʼye Dönük İslâm Mescidiydi

Mûsevîler de Îsevîler de, dinlerini tahrif etmedikleri müddetçe, kendi dönemlerinin müslümanlarıydı. Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Dâvud, Hazret-i Süleyman, Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- hep birer İslâm peygamberiydi. Süleyman -aleyhisselâm-ʼın inşâ ettirdiği Beyt-i Makdis, -hâşâ- bir yahudî tapınağı değil, İslâm mescidiydi; kıblesi de Kâbeʼye dönüktü.[2]

Yani menşei itibâriyle Yahudîlik ve Hristiyanlık, kendi başlarına müstakil bir din olarak ortaya çıkmış değildir. Ancak tevhid dîni İslâm’dan ayrılarak istikâmetini kaybetmiş olan bâtıl yollardır.

Aslî Mâhiyetini Muhafaza Edebilen Tek Din

Bununla birlikte, günümüzde varlığını devam ettiren ilâhî kaynaklı dinlerden, aslî mâhiyetini muhafaza edebilen yegâne din, Peygamber Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e indirilendir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’deki:

“Şüphesiz ki Allah katında (yegâne) din, İslâm’dır…” (Âl-i İmrân, 19) hükmü de, bu hakîkati beyân etmektedir.

Bu sebeple bugün “İslâm” denildiğinde, ilâhî hükümlerin, Kur’ân-ı Kerîm ile insanlığa son defa tebliğ edilmiş olan şekli akla gelir. Yahudîlik ve Hristiyanlık ise, beşerî müdâhaleler neticesinde tahrîfe uğrayıp İslâm muhtevâsından ayrıldığı için, âdeta tedâvülden kalkmış bir bozuk para gibi hükmünü yitirmiş, geçersiz hâle gelmiştir.

Bunun içindir ki Cenâb-ı Hak, insanlığa gönderdiği son hidâyet çağrısı olan Kurʼân-ı Kerîmʼinde şöyle buyurmaktadır:

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan aslâ kabul edilmeyecek ve o, âhirette hüsrâna uğrayanlardan olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

Yani insanlık, ebedî saâdet ve huzûra ancak İslâm ile kavuşabilecektir.

ZAMAN İÇİNDE IRKÎ BİR DİN HÂLİNE GELEN YAHUDÎLİK

İleride tafsilâtıyla anlatılacağı üzere, bugün İslâm dışındaki iki semâvî dinden biri olan Yahudîlik, zaman içinde ırkî bir din hâline gelmiştir. İsrâiloğulları, kendilerini “üstün ırk, seçilmiş millet” olarak kabul etmiş ve Yahudîliği, sırf kendi kavimlerinin menfaatlerini koruyacak şekilde yorumlayıp tahrif etmişlerdir. Bu ırkî inanç sebebiyle Yahudîlik, cihan-şümûl bir nizam tesis etme ve bütün insanlığı huzura kavuşturma gâyesi taşımaz.

Yine bu ırkçı inanış yüzünden yahudîler, kendilerinden olmayan milletleri, dinlerine dâvet dahî etmezler. Hristiyanlık’ta var olan ve dinlerini yaymaya çalışan Misyonerlik teşkilâtının Yahudîlik’te bulunmaması, bundandır. Yahudîler, diğer milletleri hakir gördükleri için, yahudî olmayan toplumlarda, sadece yahudî emellerine hizmet eden Rotary, Lions gibi birtakım kulüplere ve Masonluk teşkilâtına revaç vermeye çalışırlar.

Kendilerinden Olmayanı Tahkir Eder, Hattâ “İnsan” Yerine Koymazlar

Yahudîlerde âdeta “din bir ırk, ırk da bir din” hâline gelmiştir. Bundan dolayı, kendilerinden olmayanı tahkir eder, hattâ “insan” yerine koymazlar. Nitekim Tevrât’ın tefsiri olan Talmud’da, yahudî olmayanlara yapılan bazı zulüm ve haksızlıklar ile onlara karşı işlenen birtakım günahlar câiz görülmektedir. Meselâ;

‒Kendi aralarında yasak olan faiz ve tefeciliği, yabancılara yapmakta herhangi bir beis görmemektedirler.[3]

‒Talmud, kaybolan bir malın, sahibine iade edilmesini emreder. Fakat bu emir, kaybolan malın sahibi yahudî değilse uygulanmaz.[4]

‒Yahudîlikʼte öldürme ve hırsızlık gibi suçlarda, taraflardan biri yahudî, diğeri yabancıysa, hüküm yahudî lehine işleyecek tarzda ortaya konulur.[5]

‒Yahudîlerle ilgili bir meselede yahudî olmayan biri şahitlik yapamaz.[6] Çünkü onlara göre yahudî olmayan bir insan, dürüst ve güvenilir değildir.[7]

Talmudʼda yabancıların yahudî hukuku önünde eşit olamayacakları kabul edilse de, bazı reformist yahudî din adamları, bu konuda mütekâbiliyet esasına göre hareket edilmesi gerektiğini söylemektedirler.

‒Talmudʼa göre yahudî olmayan birinin karısıyla zinâ eden yahudî öldürülmez. Zira yahudîler zinâyı, yabancı birinin karısından ziyade, “arkadaşının karısı” şeklinde yorumlamaktadırlar.[8]

Talmud yorumcuları, bütün yabancı kadınları, fâhişe olarak kabul ederler. Bundan dolayı yahudî bir erkek tarafından bir yabancı kadına tecâvüz edilmiş olsa dahî, mutlaka kadın cezalandırılmalıdır. Yani asıl ceza, yahudî olmayana verilmelidir.

Bu husustaki hüküm şöyledir:

“Şayet bir yahudî, yabancı bir kadınla cinsî münâsebete girerse, o kadın yetişkin de olsa, üç yaşındaki bir çocuk da olsa, muhakkak öldürülmelidir. Çünkü o kadın sebebiyle bir yahudî sıkıntı çekmiştir. (Zira yahudî de kırbaçlanır.)

Şayet o yahudî, bir Kohen[9] ise, o zaman iki katı kırbaç yemelidir. Çünkü yaptığı şey iki kat günah sayılır. Zira bir Kohen, bir fâhişe (yabancı) ile aslâ cinsî münâsebete girmemelidir.”[10]

Çalmak yasak olsa da bir yahudînin bir yabancıyı soyması, katʼî bir sûrette yasaklanmamıştır. Hahamlar, bir yahudînin yabancıyı soyabileceği durumlarda, ancak başlarına gelebilecek zararlardan korunmak için yapılması gerekenlere dair meselenin detaylarında ihtilâfa düşmüşlerdir.[11]

Nitekim bir asırdan beri Filistin topraklarını gasbetmenin ciddî bir bedeliyle karşılaşmadıkları için, bunu rahatlıkla yapmaya devam etmektedirler. Zira Filistinliler “Arz-ı Mev’ûd” denilen topraklarda yaşadıkları için, zâten muharref Tevrâtʼın emri gereği, yahudîler tarafından ortadan kaldırılması gereken düşman kavim olarak telâkkî edilmektedir.

‒Sulh zamanı yahudî olmayanı öldürmek yasak kabul edilse de, Ortodoks hahamlar, “On Emir” içinde yer alan “öldürmeme” emrini, sırf “ahit” muhtevâsı içinde değerlendirirler. Buna göre, yahudî olmayanların Tanrı’yla hiçbir ahdi bulunamayacağı için, bu yasak, onlar hakkında geçerli değildir. Yani bu emri sadece, “Dindaşı olduğun bir yahudîyi öldürmeyeceksin!” şeklinde yorumlamaktadırlar.

Yabancı Birini Katleden Yahudî Cezalandırılmaz

Dolayısıyla yabancı birini katleden yahudî, Tanrı’ya karşı günah işlediği için suçlu sayılsa da mahkeme tarafından cezalandırılamaz. Üstelik, yabancının ölümüne dolaylı yoldan sebep olduysa -meselâ altından merdiveni alarak yüksekten düşmesine sebep olmak gibi- bunu günah bile saymazlar.[12]

Ancak yabancıyı dolaylı yoldan da olsa öldürmenin, yahudî toplumu aleyhine bir delil olarak kullanılma ihtimali varsa, bu nevî öldürmeye cevaz vermezler.

Yine sulh zamanı yabancıların ölümüne sebebiyet verebilecek davranışlarda bulunmak yasak olsa da, ölüm tehlikesi içinde bulunan yabancıların hayatını kurtarmak da yasaktır. Meselâ denize düşen bir yabancı aslâ kurtarılmamalıdır. Zira yahudîlikte “En iyi yabancı, ölü olandır.” anlayışı hâkimdir. Yine bu anlayıştan dolayı yahudî bir hekim, yabancı birini tedavi etmemelidir.

Fakat daha önce de ifade ettiğimiz gibi, şayet bu nevî davranışlar, yahudî toplumuna karşı insanlık nezdinde bir öfkeye sebebiyet verecekse, yine yahudî toplumunun menfaati gereği, kerhen de olsa yabancıya yardım edilebilir.[13]

Yahudîlikʼte, sulh zamanı yabancıları öldürmek yasak olsa da, savaş zamanı onların sivillerini dahî katletmek, bir dînî vazife hâline gelmektedir.

Masumları Öldürmeyi Nasihat Eden Yahudi Vaiz

Nitekim 1973 yılında İsrail Ordusu Merkez Komutanlığı tarafından yayınlanan bir kitapçıkta, baş vâiz şunları yazmıştır:

“Askerî birliklerimiz, bir savaş, bir sıcak takip ya da bir baskın sırasında sivillere rastladığında, eğer bu sivillerin bizim birliklerimize zarar verip vermeyeceği konusunda netlik yoksa, yahudî hukukuna (halacha) göre onlar öldürülebilir, hattâ öldürülmelidir...

Hangi şartlar altında olursa olsun, bir Arab’a güvenilmemeli…

Bir savaş sırasında birliklerimiz düşmana saldırdığında, onlara kendi hâlindeki sivilleri dahî öldürme izni ve hattâ emri verilmiştir.” (Albay Haham A. Avidan [Zemel])[14]

Bütün İnsanlık İçin Büyük Bir Tehdit ve Tehlike

Günümüzde işgalci İsrâilʼin bilhassa 7 Ekim 2023’ten itibâren Gazzeʼde kundaktaki bebeklere varıncaya kadar yaptığı acımasız katliam ve vahşet de, bu bâtıl ve hastalıklı inancın, aslında bütün insanlık için ne kadar büyük bir tehdit ve tehlike arz etmekte olduğunu, açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.

Nitekim bu sivil katliâmı esnasında İsrailli Haham Yaron Reuven, çocukları öldürmelerini kutsal kitaplarına bağlayarak şu ifadeleri kullanmıştı:

“Tanrı bize çocukları öldürmemizi emrediyor. Kutsal kitabımız, savaş zamanında kimseyi sağ bırakmamamızı emrediyor. Merhamet yok! Bir çocuğa bile merhamet edemezsiniz. Merhamet ederseniz o çocuğun büyüdüğü zaman öldüreceği kurbana karşı gaddarlık etmiş olursunuz. Çünkü o çocuğunun büyüyeceği ideoloji, babasının ideolojisinden daha kötüdür. Tevrât’ın 25. bölümün 19. âyetinde; erkeklerin, kadınların ve çocukların yaşama hakkı yoktur, der. Tanrı, çocukların da öldürülmesini emrediyor.”[15]

Yine aynı günlerde İsrailli 50 haham, Filistin hastahanelerinin bombalanabileceği hususunda herhangi bir dînî ve ahlâkî engel bulunmadığına dair, devlet başkanlarına mektup göndermişlerdi.[16]

Bütün bunlar ve daha niceleri, siyonist yahudîlerin tahrif edilmiş kitaplarını dayanak göstererek yaptıkları insanlık dışı vahşetlerdir.

Üstelik işgalci İsrail’in bütün bu yaptıkları, canlı yayınlarla, dünyanın gözü önünde gerçekleşmiştir. Nitekim Güney Afrika’nın açtığı Uluslararası Adâlet Dîvânı’ndaki 12 Ocak 2024 tarihli dâvâda, İsrail’in soykırım yaptığı, hukuken tescillenmiştir. Konuyla ilgili yapılan ve saatlerce süren oturumlarda, avukatlar bütün bu katliamları delilleriyle ispat etmişler ve neticede mahkeme, İsrail’in aleyhine karar vermiştir.[17]

Ayrıca hristiyanların da Ahd-i Atîk (Eski Ahid) diye kabul ettikleri yahudî kutsal kitabında yer alan pek çok nefret, cinnet ve vahşet ifadesinden birkaçında, şu tâlimatlar verilmektedir:

“Ancak Tanrı’nın sana mîras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden, nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın!.. Onları Rabbin sana emrettiği gibi, tamamen yok edeceksin!” (Tesniye 20/16-17)

“Ve Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak!” (Tesniye, 7/16)

“Şimdi git (düşman kavim olan) Amelek’i vur! Onların her şeyini tamamen yok et! Onlara merhamet gösterme! Erkekten kadına, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşeğe kadar hepsini öldür!” (I. Samuel,15/2-3)

Yahudîlikʼte İsrâiloğullarıʼnın üstün ırk oldukları, onlara âit olan toprakların düşman milletler tarafından gasp edildiği, diğer milletlerin yahudîlerin hizmetkârları olduğu yönünde bir inanç ve düşünce hâkim olduğundan, bu muharref dînin emirleri, asırlar süren kin ve nefreti, akıl almayacak katliam ve işkenceleri de beraberinde getirmektedir.

Bu nevî sapkınlıkların, günümüzde Gazzeʼde, Batı Şerîaʼda nasıl tatbik edildiğini gördükten sonra, artık hiç kimse “dinler arası diyalog” veya “hoşgörü” adı altında, bu muharref metinlere saygı duyulmasını bekleyemez. Müslümanlar; Tevrat, Zebur ve İncilʼin ancak Hak katındaki aslî muhtevâsına îman edip hürmet göstermekle mükelleftirler. Bir grup insanın kendi sapkın ideoloji ve menfaatlerine göre şekillendirdikleri, bozulmuş metinlere değil…

Ancak yahudîler içinde dahî bu zâlimâne hükümleri reddeden, Tevrât’ın, siyonist İsrailʼin anladığı şekilde yorumlanamayacağını savunan, yine kutsal kitaplarına göre İsrail’in merhametsizce işlediği gasp, terör ve vahşet suçlarını doğru bulmayan, hattâ İsrailʼin varlığına karşı çıkan bazı kesimler de mevcuttur.[18] Fakat gözlerini kan, kin ve nefret bürümüş radikal yahudîlerin, bu nevî mûtedil yahudîlere karşı da ne kadar tahammülsüz ve acımasız oldukları, birçok habere konu olmuştur.

Yani günümüzde yahudî milleti de kendi içerisinde yekpâre bir zihniyet ve dünya görüşüne sahip değildir. Onların içinde de pek çok farklı görüşlere sahip gruplar bulunmaktadır. Ancak bugün bir avuç zâlim ve gaddar güruh daha baskın gelmekte ve vicdanını yitirmemiş ülkelerden yükselen îkaz ve îtirazlara rağmen işgalci İsrail, bir devlet politikası olarak milletlerarası hukuku pervâsızca çiğnemekte, insan hak ve hürriyetlerini ayaklar altına almaya devam etmektedir. Böylelikle hem Hak katında hem de insanlık nezdinde bir nevi kendi sonunu hazırlamaktadır. Zira meşhur ifadesiyle; “Zulm ile âbâd olanın, âhiri berbâd olur!..”

BİRÇOK BEŞERÎ MÜDÂHALEYE MÂRUZ KALAN DİN “HRİSTİYANLIK”

Diğer bir semâvî din olan Hristiyanlık ise, -yine ileride tafsilâtıyla anlatılacağı üzere- Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’dan sonra birçok beşerî müdâhaleye mâruz kalarak İslâm istikâmetinden ayrılmıştır.

Kilise, Hazret-i Îsâʼnın hayatı ve tebliğ ettiği hakîkatler hususunda, son derece vahim bir budama faaliyetine girişmiştir. Bu husustaki ilk icraatleri de; dînin özünü, rûhunu, temelini ve can damarını teşkil eden “tevhîd” inancını dinden koparıp atmak olmuştur. 

Dipnotlar:

[1] Dînin temeli olan akâid/inanç kısmı Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e kadar hep aynı muhtevâ içindedir. Bununla birlikte, Allah Teâlâ, farklı ümmetlere hayat ve toplum şartlarına göre, şer’î hükümlerde birtakım farklılıklar da takdir buyurmuştur. Meselâ önceki hiçbir peygambere ve ümmetine helâl kılınmayan ganimet, Peygamber Efendimizʼe ve ümmetine helâl kılınmıştır.

[2] Hadîs-i şerîflerde yeryüzünde ilk inşâ edilen mescidin, Mescid-i Harâm olduğu, Mescid-i Aksâʼnın da bundan kırk sene sonra inşâ edildiği bildirilmektedir. (Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 12; Müslim, Mesâcid, 1-2)

Kâbeʼnin ilk olarak Hazret-i Âdem zamanında melekler tarafından inşâ olunduğu düşünülünce, Mescid-i Aksâʼnın Hazret-i Âdem veya oğullarından biri tarafından inşâ edilmiş olduğu, Hazret-i Süleymanʼın da Nuh Tûfânıʼndan sonra kaybolmuş olan mescidin, kıblesi Kâbeʼye dönük olan temelleri üzerine Beytüʼl-Makdisʼi yeniden binâ ettiği ifade edilmektedir.

İbni Hacer el-Askalânîʼnin Fethuʼl-Bârî adlı kitabındaki bir rivâyette, hem Kâbeʼyi hem de Mescid-i Aksâʼyı ilk defa inşâ edenin, Hazret-i Âdem -aleyhisselâm- olduğu ifade edilmektedir. (Bkz. Fethuʼl-Bârî, VI/402)

[3] “Para faizi olsun, zahîre faizi olsun, yahut ödünç verilen bir şeyin faizi olsun, faizle kardeşine ödünç vermeyeceksin. Yabancıya ise faizle ödünç verebilirsin…” (Tevrat, Tesniye, Bâb 23/19-20)

[4] Talmud Bavli, (İbranice-İngilizce), Edt. Yehezkel (İzidor) Epstein, London: 1984-1990, Baba Kamma, 113b.

[5] Salime Leyla Gürkan, Yahudîlik, İsam Yay. 2012, s. 264; Code of Maimonides, “Torts: Murder”: 5:3-4 Naklen Gürkan, 264.

[6] Bkz. T. B. Baba Kamma, 15a.

[7] Bkz. T. B. Bekoroth, 13b.

[8] Bkz. Israel Shakak, Yahudî Tarihi, Yahudî Dîni, (Çev. Ahmet Emin Dağ), s. 155, Anka Yay. 2004; Talmudic Encyclopedia, (Evli Kadın).

[9] “Kohenler ve Levililer, Yahudîlik’teki din adamları sınıfı olup Mâbed’de vazife yapmaktaydılar. Levililer, Hazret-i Yâkub’un oğlu Levi’nin soyundan gelen insanlardır ve Tanrı tarafından dînî hizmet için seçilmişlerdir. Kohenler ise Levililerin Hazret-i Hârun soyundan gelen neslidir. Kohenler, ibadetlerin icrâsından sorumluyken, Levililer temizlik, tertip-düzen ve ilâhî söylemek gibi konulardan sorumluydular…” (Prof. Şinasi Gündüz, Dünya Dinleri, sf. 82, MilelNihal Yay. İst. 2019)

[10] İbni Meymun (Maimonides), “Prohibitions on Sexual Intercourse” 12, 1-3, 10; Talmudic Encyclopedia, “Goy”.

[11] Israel Shakak, 140.

[12] Bkz. İbn-i Meymun (Maimonides), Mishneh Torah, “Laws on Murderers” 2, 11; Talmudic Encyclopedia, “Goy”; Israel Shakak, 136.

[13] Bkz. Israel Shakak, 143.

[14] Israel Shakak, 138.

[15] https://www.haber7.com/dunya/haber/3361780-israilli-hahamdan-skandal-sozler-tanri-bize-cocuklari-oldurmemizi-emrediyor

[16] https://www.haber7.com/dunya/haber/3364185-50-hahamdan-netanyahuya-hastane-bombalama-icazeti

[17] Videosu için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=ivFfbUu9SnE

[18] İsrail, Gazze’yi bombalarken, New York’ta tren garını basarak ateşkes çağrısı yapan ABD’li bazı yahudîler, “Filistin’e hürriyet, derhal ateşkes, bizim adımızı kullanıp soykırım yapamazsınız!” gibi sloganlar atarak bu mesajların yazılı olduğu dövizleri taşıdılar. Bkz:

https://www.haber7.com/dunya/haber/3363125-abdli-yahudiler-gazze-icin-tren-garini-basti

Yine, Uluslararası Siyonizm Karşıtı Yahudîler Örgütü; “Bizde öldürmek ve çalmak açıkça yasaktır. İsrail ise devletini Araplardan çalarak kuruyor. Bu yüzden biz de Filistinlilerle beraber ağlıyoruz.” açıklamasında bulundu. Bkz:

https://www.haber7.com/dunya/haber/3363735-uluslararasi-siyonizm-karsiti-yahudiler-orgutu-filistin-icin-tanriya-dua-ediyoruz

https://www.haber7.com/siyaset/haber/3383873-yahudi-haham-yisroel-dovidden-netanyahuya-sert-sozler-o-bir-kafirdir

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din İslâm ve Muharref Dinler | 2024, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

“HAK DİN İSLÂM VE MUHARREF DİNLER” KİTABI ÇIKTI

“Hak Din İslâm ve Muharref Dinler” Kitabı Çıktı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.