Gönül Birlikteliği

Tasavvufi sohbetçilerin en mühim mes’ûliyetlerinden biri de, bu vazifeyi îfâ eden diğer kardeşleriyle gönül birlikteliğini muhâfaza etmek ve âdeta tek bir yürek hâline gelebilmektir. Bunun için de kardeşlerle ortak hareket etmek, müşterek eserleri okumak, aynı heyecanları paylaşmak gerekir.

Bununla birlikte sohbet için her fırsat ve zemini de değerlendirmek gerekir. Hak dostlarının her hâli, bunun en güzel misallerini ihtivâ etmektedir.

Şakîk-i Belhî Hazretleri hac maksadıyla yola çıkıp Bağdad’a geldiğinde, Halîfe Hârun Reşid kendisini çağırdı ve:

“–Bana nasihat et!” dedi.

Şakîk ona şu nasihatte bulundu:

“−Aklını başına topla! Zira Hak Teâlâ seni Ebû Bekri’s-Sıddîk’ın makâmına oturtmuş olduğundan, ondan istediği gibi senden de sıdk istiyor. Ömeru’l-Fâruk’un makâmına oturmuş olduğun için, hak ile bâtılın arasını tefrîk etmeni istiyor, istikâmet istiyor. Osman Zinnûreyn’in makâmına oturmuş olduğun için, hayâ ve kerem istiyor. Aliyyü’l-Murtezâ’nın makâmına oturmuş olduğun için, ilim ve adâlet istiyor.”

Hârun:

“–Biraz daha nasihat et.” deyince, Şakîk şöyle devam etti:

“−Allâh’ın bir yeri var, ona Cehennem derler. Allah seni ona kapıcı yapıp eline üç kuvvet vermiş: Mal, kılıç ve kırbaç. Demiş ki, halkı bu üç şeyle Cehennem’den uzaklaştır. Muhtaç biri yanına gelirse, malını ondan esirgeme! Kim Hakk’ın fermânına aykırı davranırsa, onu edeplendir. Kim haksızlık ve câhillik yaparsa buna mânî ol! Yani malını infâk et, yerine göre hakkı tevzî etmede kılıcını kullan ve suçlulara hak ettikleri cezâlarını ver! Eğer bunları yapmazsan cehenneme gidenlerin ilki sen olursun.”

Hârun:

“–Biraz daha nasihat et.” dedi.

Şakîk yine devam etti:

“−Sen suyun menbaısın, vâliler bu suyun arklarıdır. Eğer su kaynağı saf ve berrak olursa, arklar da aynı şekilde saf ve berrak olur.”

Hârun yine:

“–Biraz daha nasihat et.” dedi.

Şakîk şöyle devam etti:

“−Farz et ki, çölün ortasındasın ve mahvolmaya ramak kalacak şekilde susadın. O zaman bir içim su buldun, kaça alırsın?”

“–Kaça isterlerse ona.”

“−Ama adam; «Mülkünün yarısını isterim.» derse?”

“−Onu da veririm.”

“−Farz et ki bu suyu içtin ama içtiğin su dışarı çıkmadı, idrar yapamadın. Öyle ki, mahvolmaktan korktun. O zaman biri çıkıp:

«–Ben seni tedâvi edebilirim, ama buna karşılık mülkünün diğer yarısını alırım.» derse ne yaparsın?”

“−Onu da veririm.”

“–Şu hâlde önce içip sonra idrar yoluyla dışarı attığın bir içim su değerindeki bir mülk ile ne diye övünüp duruyorsun?” (Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, trc. Prof. Dr. Süleyman Uludağ, İstanbul 2002, I, 236)

İşte bir din kardeşine sohbet veya nasihat etme mevkiinde bulunan bir mü’min de, kardeşinin ebedî hayatını koruyacak tavsiyelere öncelik vermelidir. Zira kişinin bir din kardeşine yapabileceği en büyük iyilik, onun ebedî kurtuluşuna yardımcı olabilmektir. Yani sohbet eden biri, fânîliğin idrâki içinde olup muhâtaplarının âhiret selâmetini dâimâ ön planda tutmaya çalışmalıdır.

Diğer taraftan, sohbetçilerin en mühim mes’ûliyetlerinden biri de, bu vazifeyi îfâ eden diğer kardeşleriyle gönül birlikteliğini muhâfaza etmek ve âdeta tek bir yürek hâline gelebilmektir. Bunun için de kardeşlerle ortak hareket etmek, müşterek eserleri okumak, aynı heyecanları paylaşmak gerekir. Kendi görüş ve düşüncesine göre farklı mevzûlardan bahsetmemelidir.

Tasavvufî eğitimde aslolan, mürşid-i kâmilin sohbe­tinde bulunmaktır. Fakat bunun mümkün olmadığı durumlarda, liyâ­katli kimseler, mürşide vekâleten bu ulvî vazifeyi îfâ ederler. Burada sohbetçinin asâleten değil, vekâleten bir vazî­fe yaptığını unutmaması gerekir. Dolayısıyla mânevî temsil mes’ûliyetini hiçbir zaman göz ardı etmeyip vazifesine lâyık olmaya gayret göste­rmelidir.

Bu itibarla gerçek sohbet, merkez yüreğin, merkez insanın, yani mürşidin o sohbete taşınması de­mektir. Onun düşüncesini, bakış tarzını, hâl ve tavırlarını, hat­tâ yüz ifâdelerini, tebessümünü, bütün ahlâkî güzellik­leri­ni, tevâ­zuunu, keremini ve hassâsiyetlerini sohbete taşımaya gayret etmek gerekir. Bu hâl gerçekleşmiyorsa, bir hizmet kusuru var demektir. Zira sâlik, in’i­kâs ve insibağ (mürşid-i kâmilin ahlâkıyla ahlâklanma, şahsiyet gü­zellikleriyle boyanma) yoluyla yetişir. Bütün tasavvuf ehli, bu yolla yetişmiştir.

Ayrıca, sohbet eden kişi, kendisinden sonra bu vazifeyi lâyıkıyla îfâ edebilecek yüksek keyfiyetli insanlar yetiştirebilmenin mes’ûliyeti içinde olduğunu da unutmamalıdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Sohbet ve Adabı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.