Galata Kulesi'nin Asıl Adı Nedir?

Galata Kulesi’nin asıl adı nedir biliyor musunuz?

Hazırlayan: Fahri Sarrafoğlu 

Fatih Sultan Mehmet Han’ın babası, İstanbul’un Fethi’nin her ne kadar kendisine nasip olmayacağını Hacı Bayram Veli Hazretleri’nin işaretleri ile bilse de yine de Fethi kolaylaştırmak için birtakım çalışmalar içerisindeydi. İşte 1384 yılında Cenevizliler tarafından Galata surlarına ek olarak bir kule yapılmasına karar verilir. Padişah 2.Murat bunu duyunca Cenevizlilere  3 bin altın gönderir ki kulenin yapımında kullanılsın diye.

Daha önce 4.Haclı Seferleri sırasında epey zarar gören Galata Surları da bu verilen para ile yeniden tamir görür ve Cenevizliler Padişah Sultan 2.Murat Han’a jest olarak bu yeni yapılan kuleye 2.Murat Kulesi adını verirler.

800px-Galata_Kulesi_Gece

FETİH SONRASINDA KULEYE OSMANLI BAYRAĞI DİKİLMİYOR

İstanbul 29 Mayıs 1453 yılında Fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmet’in emriyle Galata Surlarına kuşatma yapılmıyor. Asker ve halk uzun süre ne zaman Galata Kulesi’nde Osmanlı bayrağı dalgalanacak diye beklerken, Fatih verdiği bir fermana Galata Kulesi’nde tam tersi Ceneviz bayrağının dalgalanmasına müsaade etti… Tabii bunun altında ince bir taktik yatıyordu. Zira Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un o kalın surlarını geçtiği halde neden Galata Surlarını ve Galata Kulesini kuşatmıyordu ki? Ama işin özü şuydu: “ O dönemde İstanbul’da henüz para sistemi yani bugünkü anlamıyla “kambiyo” sistemi oturmamıştı. İstanbul esnafı-tüccarı Osmanlı parasını değil Hollanda Altını yani Guldeni ve Bizans altınını kullanıyordu. İstanbul’un ekonomik sistemi bozulmasın, piyasada alışveriş sırasında karışıklık olmasın diye, işte böyle bir tedbir alınmıştı. Zira o günlerde İstanbul’daki sermaye piyasası, para akışı tamamen Cenevizlilerin elindeydi. Galata’nın alınması kolaydı ama ya sonra piyasaya yapacağı tahribat daha kötü olabilirdi. İşte bunun üzerine Fatih Sultan Mehmet 1455 Haziran ayına kadar bu bölgeye dokunmadı. Ta ki Cenevizliler baktılar ki Osmanlı İstanbul’da kalıcı ve kendi para sistemini oturttu. Halk, Osmanlı parasını kullanmayı kabul etti. Bunun üzerine sembolik olarak bugünkü Azapkapı civarındaki Galata Surlarının bir bölümü yıkıldı. Şu an Haliç Metrosu’nun geçtiği Haliç tarafındaki ayağın olduğu yer…. Böylece Galata Surları da ya da Pera denilen yerlerde İstanbul’a dahil edilmiş oldu.

İLK RASATHANE : GALATA KULESİ

Kule Türklerin eline geçtikten sonra hemen her yüzyılda tamir ettirilmiştir. 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan Hıristiyan harb esirlerinin barınağı olarak kullanıldı. Sultan III. Murat’ın müsadesiyle burada müneccim Takiyıddin tarafından bir rasathane kurulmuştu.

Bu rasathane 1579’da kapatılmıştır. 17. yüzyılın ilk yarısında IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını iki tarafına takarak Okmeydanı’nda rüzgarları kollayıp uçuş talimleri yaptıktan sonra 1638 yılında Galata Kulesi’nden Üsküdar’da Doğancılar’a uçmuştur. Bu uçuş Avrupa’da ilgi ile karşılanmış, İngiltere’de bu uçuşu gösterir gravürler yapılmıştır.

YANGIN KULESİ OLUYOR

1717’den itibaren kule yangın gözleme kulesi olarak kullanılmıştır. Yangın, ahalinin duyabilmesi için büyük bir davul çalınarak haber verilirdi. III. Selim döneminde çıkan bir yangında kulenin büyük bölümü yandı. Onarılan kule 1831 yılında başka bir yangında yine hasar gördü ve tekrardan onarım gördü.

1875 yılında bir fırtınada kulesi devrildi. 1960’lı yıllarda ciddi bir tamirat başlatıldı. 1967 yılında biten onarımda kulenin 1831-1875 yılları arasındaki haline sadık kalınarak bugünkü görünümü sağlandı.

VE KULENİN ÖZELLİKLERİ

Yerden, çatısının ucuna kadar olan yüksekliği 69.90 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre kulenin ağırlığı yaklaşık 10.000 tondur. Duvarlarının kalınlığı ise 3,75 metre,iç çapı 8.95 m,dış çapı da 16.45 m.dir Derinliğinde bulunan çukurların altındaki kanalda birçok kafatası ve kemik bulunmuştur. Orta boşluğun bodrumu zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.

Kulenin tarihinde bir intihar olayı kayıtlara geçmiştir. 1876 tarihinde, bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır.

Kaynak: sarrafoglu.com

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.