Galata Kulesi Tarihi

Galata Kulesi ne zaman ve kim tarafından yaptırılmıştır? Galata Kulesi ne amaçla yapılmıştır? Galata Kulesi nerede? İşte Galata Kulesi hakkında bilinmeyenler...

Galata Kulesi, İstanbul’un Galata semtindedir. Kule, 528 yılında Bizans İmparatoru Anastasius tarafından Fener Kulesi olarak inşa edilmiştir. 1204’deki IV. Haçlı Seferi’nden sonra Latinlerin büyük ölçüde hasar verdiği kule, 1348’de Cenevizliler tarafından yığma taşlar kullanılarak İsa Kulesi adıyla Galata surlarına ek olarak yeniden restore edilmiştir. Ayrıca o yıllarda kentin en yüksek binasıdır.

Galata; Haliç’in karşı kıyısında yer alan, fetihten önceki dönemlerde Cenevizlilerin yaşadığı bir yerdir. Burada yer alan kule, Galata’yı korumak için yapılan surların bir parçasıdır.

İstanbul’un Fethi’nden sonra kule Türklerin eline geçmiştir. 16. yüzyılda Kasımpaşa tersanelerinde çalışan Hıristiyan savaş esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır.

1509 depreminde ağır hasar görünce Mimar Hayreddin tarafından tamir edilmiştir. Kule, Sultan III. Murat döneminde Takiyüddin Mehmet Efendi tarafından rasathane olarak hizmet vermiş; fakat 1579 yılında kapanmıştır. Daha sonraki yıllarda kule, yangın gözetleme kulesi olarak kullanılmıştır.

HEZARFEN AHMET ÇELEBİ NE YAPMIŞTIR?

Galata Kulesi tarihinde yaşanan en unutulmaz hatıralardan biri hiç şüphesiz Sultan IV. Murat zamanında, 1638 yılında yaşanmıştır. Hezarfen Ahmet Çelebi, kendi geliştirdiği kanat sistemiyle kuleden gerçekleştirdiği ilk uçuşla Üsküdar, Doğancılar Tepesi’ne kadar uçmuştur.

Sultan III. Selim ve II. Mahmut zamanında onarılmıştır. 1965-67 yıllarında yapılan çalışmayla kule günümüzdeki görünümüne kavuşmuştur. Günümüzde kule, turistik bir mekân olarak kullanılmaktadır. Üst katta bulunan ve kulenin etrafını çepeçevre dolaşan balkon, panoramik olarak şehrin temaşa edilebileceği bir yerdir.

GALATA KULESİ NEREDEDİR? - HARİTA

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.