Fıtrat Nedir?

Fıt­rat: Ya­ra­tı­lış, ta­bi­at anlamlarına gelir.

FITRAT KELİMESİNE ÖRNEKLER

Eğer insan, selîm bir idrak ve samimî bir tefekkür ve tahassüsle Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarına, fiillerine ve eserlerine nazar edecek olursa, onun münkir olması aslâ düşünülemez. Zira inkâr, zihnî ve fikrî faâliyet ile kalbî hassâsiyetin bozulduğu yerde başlar. Yani zihin ve kalbi, fıtrat üzere sağlam olan bir şahsın küfre sürüklenmesi mümkün değildir. Eğer küfür âleminde gözünü açmış bir kimse ise, küfürden kurtulma ihtimâli çok yüksektir. Buna misal olarak Hazret-i İbrahim’in müşrik bir çevrede doğup büyümesine rağmen sırf aklî ve kalbî kâbiliyetleriyle Allah Teâlâ’nın varlık ve birliğini bulması, Kur’ân-ı Kerîm’de tafsîlâtlı bir şekilde beyan buyrulur.

*****

Zira Allah Teâlâ her insanın fıtratına, inanma ve hakîkati arama ihtiyacını da iktidârını da yerleştirmiştir. Bunun için îman ve hakîkatten habersizlik veya kopukluk, ancak rûhî bir körlük ve sağırlık sebebiyledir. Yoksa inanmayan kimsenin rûhu da Allâh’ı idrâke hazırdır veya idrak hâlindedir, ama bu husûsiyeti mânevî körlük ve sağırlığı sebebiyle şuur üstüne çıkaramamıştır. Tıpkı görülüp de hatırlanmayan rüyâlar gibi...

*****

Allâh’ın ne kadar olduğunu sorar, ölenin nereye gittiğini merak eder, cennet ve cehennemin nasıl bir yer olduğunu öğrenmek ister. Dâimâ bir arayış içerisindedir. Çünkü insan fıtratında mâneviyat meknuzdur. Meknuz olan bu istidat şuur üstüne çıktığı zaman, insan mü’min olur. Şuur altına hapsedildiği zaman ise kâfir olur. Tıpkı kafese kapatılmış bir kuş gibi. Uzun bir kafes hayâtından sonra kuş kafesten salınsa uçamaz. Çünkü kanatları kireçlenmiştir. Tıpkı bunun gibi îman hissi de şuur üstüne çıkmadığı zaman insanın inanma kâbiliyeti körelir.

*****

Araplar ise bütün bu fitne ve fesatlardan uzak, etrâfı çöllerle çevrili, askerî taarruzlardan, kültür ve medeniyet istîlâlarından masûn bir mıntıkada sükûnet ve emniyet içerisinde yaşıyorlardı. Hiçbir zaman esâret zilletini tatmamışlardı. Arapların tabiat ve mizaçları, henüz herhangi bir şekle girerek bozulmamış hammadde gibi idi. Fıtratlarındaki temizliği tamâmiyle kaybetmemişlerdi. Ayrıca iffet, sözünde durma, cömertlik, vefâ, sadâkat, sabır ve mertlik gibi medhe değer vasıflara sâhiptiler. Fakat bu vasıflar onlarda ifrat ve tefritlerle fıtrî zemininden kaymış bir vaziyette idi. Bu sebeple kendilerine hakîkati gösterecek rehberden mahrum bir hâlde, cehâlet karanlıkları içerisinde yaşıyorlardı.

*****

İşte bu cehâlet ve nefse râm olma husûsiyeti, netîcede fıtratlarında meknûz (saklı) bulunan bütün bu güzel hasletleri aslî mecrâlarından saptırıyordu. İffet ve şereflerini korumak adına küçücük kız çocuklarını, anaların yüreklerini çılgına çevirerek, diri diri toprağa gömmek gibi bir şenâate düşüyor; cömertliklerine toz kondurmamak için zarûrî mallarını telef etmek gibi bir sefâlete sürükleniyor; yiğitlik ve mertlik hissinin sevkiyle de kendi aralarında uzun seneler devâm eden kanlı savaşlar çıkarıyorlardı. İslâm’ın zuhûru ile câhiliyenin ahlâkî vasıfları büyük bir mânâ değişikliğine uğrayarak lâyık olan mâhiyete bürünmüş ve kemâl hâlini bulmuştur. Yâni Peygamber Efendimiz’in bi’setiyle, eski mürüvvet anlayışı bütün zararlı aşırılıklardan arındırılmış ve medenî bir hâle gelmiştir.

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.