Cami ve Mescit Nedir?

Cami nedir, ne anlama gelir? Cami ne işe yarar? İslam’da caminin önemi ve fazileti nedir? Camilerin fonksiyonları nelerdir? Cami ve mescit arasındaki fark nedir? Mescit ne demek? Mescit ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? İslam tarihinde ilk müezzin kimdir? Cami görevlileri kimlerdir? Bu soruları “Cami ve mescit nedir?” haberimizde okurlarımız için cevaplandırdık.

Cami ve mescitler Müslümanların kutsal ibadet mekanlarıdır.

CAMİ NE DEMEK?

Arapça cem‘ kökünden türeyen, “toplayan, bir araya getiren” anlamındaki câmi‘ kelimesi, başlangıçta sadece cuma namazı kılınan büyük mescidler için kullanılan el-mescidü’l-câmi‘ (cemaati toplayan mescid) tamlamasının kısaltılmış şeklidir. “El-Mescidü’l-câmi‘” tabiri, Taberânî’nin bir rivayetine göre bizzat Hz. Peygamber tarafından kullanılmıştır. (el-Muʿcemü’l-evsaṭ, I, 143) Ancak hadisin râvilerinden birinin tenkit edilmiş olmasını (Mecmaʿu’z-zevâʾid, II, 46) göz önüne alarak bu rivayeti ihtiyatla karşılamak gerekir. Bununla beraber bazı hadis senedlerinde geçen ifadelerden, bu tabirin tâbiîn döneminde kesin olarak kullanıldığını söylemek mümkündür. Ebû Ömer el-Kindî’nin el-Vülât ve’l-ḳuḍât’ında kadıların mescidlerdeki kazâî faaliyetlerinden bahsedilirken “el-mescidü’l-câmi‘” tabirine yer verildiği halde zeylinde zaman zaman sadece “el-câmi‘” ifadesinin geçmesi, hicrî IV. (X.) yüzyılın başlarında “cami” kelimesinin tek başına kullanılmaya başlandığını göstermektedir. Daha sonra, içinde cuma namazı kılınan ve hatibin hutbe okuması için minber bulunan mescitler cami, minberi bulunmayan yani cuma namazı kılınmayan küçük mâbedler ise sadece mescid olarak anılır olmuştur. V. (XI.) yüzyıl hukukçularından Mâverdî ve Ebû Ya‘lâ da bu ayırımı açıkça belirtirler. Ancak Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî, Mescid-i Aksâ ve genellikle mezhep imamlarıyla ileri gelenlerinin kabirlerinin bulunduğu camilere de mescid denilmektedir.

MESCİT NE DEMEK?

Mescit, Arapça’da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” mânasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekân ismidir. Secde namazın rükünleri içinde en önemlisi, Kur’an’a göre insanın daha ilk yaratılışında şahit olduğu bir hürmet ifadesidir. (el-Bakara 2/34) Hz. Peygamber’in bildirdiğine göre kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır. (Nesâî, “Taṭbîḳ”, 78)

Kur’ân-ı Kerîm, hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında cami karşılığında mescit kelimesi geçmektedir.

MESCİT İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Zeccâc, Hz. Peygamber’in, “Yeryüzü bana -teyemmüm için- temiz ve mescit kılındı” hadisini delil göstererek ibadet edilen her yerin mescit olduğunu söyler. “İçlerinde Allah’ın adının anıldığı mescidlere girmeyi yasaklayan ve onları tahribe çalışandan daha zalim kim olabilir?” (el-Bakara 2/114) âyetini de, “Allah’ın dinine muhalefet edenden daha zalim kim olabilir?” şeklinde açıklar (Lisânü’l-ʿArab, “scd” md.). Kur’an’da, “içinde Allah’a ibadet edilen yer” şeklindeki genel anlamıyla mescid Ehl-i kitab’ın mâbedleriyle beraber zikredilmektedir: “Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmeseydi her halde manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderdi ki buralarda Allah’ın adı çok anılır.” (el-Hac 22/40) İbn Haldûn da kelimeyi, hangi dine ait olursa olsun, genel olarak ibadet yerleri için kullanmıştır. (Muḳaddime, s. 635) Herhalde bundan dolayı ashaptan bazıları Ehl-i kitab’ın mâbedlerinde namaz kılmakta bir mahzur görmemişlerdir. Çekindikleri nokta ise Tevrat’ın da buralarda bulunmasını yasakladığı resim ve heykellerdi. (bk. Buhârî, “Ṣalât”, 54)

Mescid kelimesi Kur’an’da tekil ve çoğul olarak, ayrıca sıfat tamlaması şeklinde birçok yerde geçer. Kâbe ve çevresini ifade eden Mescid-i Harâm on beş yerde, Mescid-i Nebevî veya Mescid-i Kubâ’nın kastedildiği “takvâ temeli üzerine kurulu mescit” (et-Tevbe 9/108), Kudüs hareminin kastedildiği Mescid-i Aksâ (el-İsrâ 17/1) ve münafıkların Hz. Peygamber’e suikast tertiplemek üzere bina ettikleri Mescid-i Dırâr (et-Tevbe 9/107) birer âyette zikredilmektedir. Mescit kelimesinin çoğulu olan mesâcid Kur’an’da altı yerde geçer. Buralarda genel olarak mescitler kastedilmekle beraber kelimenin aynı zamanda mimli masdar ve alet isminin de çoğulu olması sebebiyle, “Secdeler Allah içindir” (el-Cin 72/18) âyeti, “Secde organları veya secde yerleri (mescitler) Allah’ındır” şeklinde de anlaşılabilir.

Kehf sûresinde geçen ve Ashâb-ı Kehf’in üzerine yapılan binanın mescit olarak zikredilmesi (18/21), Ehl-i kitab’ın peygamber ve azîzlerinin kabirleri üzerine yaptıkları binaları bu şekilde adlandırdıklarını ve bunların içinde ibadet ettiklerini gösterir. Nitekim Ümmü Habîbe ve Ümmü Seleme Habeşistan’a hicret ettiklerinde resimlerle süslenmiş böyle mescitler görmüşlerdir. Bu durumu Hz. Peygamber’e haber verince Resûlullah, Hristiyanların, içlerinden sâlih bir kişi öldüğünde onun kabri üstüne mescit inşa ettiklerini ve içine resimler yaptıklarını, bu kişilerin kıyamet gününde mahlûkatın en kötüleri olacağını belirtmiş, bu hareketlerinden dolayı Yahudi ve Hristiyanları lânetlemiştir. (Buhârî, “Ṣalât”, 45, 54; Müslim, “Mesâcid”, 16-23)

Musalla Nedir?

“Namaz kılınan yer” demek olan musallâ, Hz. Peygamber döneminde bayram ve cenaze namazı kılınan yerler için kullanılmıştır. Yol boylarındaki üstü açık mescitlere ise Farsça’da namazgâh denilmiştir.

Kur’an’da biri çoğul (mehârîb) olmak üzere beş yerde geçen mihrâb kelimesi de dilcilerin çoğuna göre mescit anlamındadır. Makrîzî, Mısır’da bazı mihraplardan söz eder ki (el-Ḫıṭaṭ, II, 455) bununla mihrapları olan musallâları kastetmektedir.

İLK CAMİLER

Hz. Âdem’in yeryüzüne ilk ayak bastığı yer kabul edilen Serendib’de (Seylan) (Taberî, I, 121; Hâzin, I, 108) Âdem tepesinde bulunan dev bir ayak izi burada yaşayan Budistler’ce Buda’ya, Hindularca Şiva’ya, Müslümanlarca da Hz. Âdem’e izâfe edilir. İbn Haldûn, Serendib’de Hz. Âdem’e nisbet edilen bir mescidden söz edildiğini, ancak bunun güvenilir bir rivayet olmadığını söyler.

Yeryüzündeki İlk Mabet Hangisidir?

Burada Hz. Âdem’e mahsus bir mescidin bulunması mümkünse de Kur’an’ın bildirdiğine göre “insanlar için inşa edilen ilk beyt (mâbet)” Kâbe’dir (Âl-i İmrân 3/96). Rivayete göre onun da ilk bânisi Hz. Âdem’dir. Ebû Zerr’in sorduğu sorular üzerine Hz. Peygamber yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Harâm, ikincisinin ise Mescid-i Aksâ olduğunu açıklamıştır. (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 40; Müslim, “Mesâcid”, 1-2)

Aynı hadiste aralarının zaman olarak kırk yıl olduğunun belirtilmesi, Hz. İbrâhim ve Süleyman’ın eski temelleri üzerine bunları yenilediklerini göstermektedir. Bu mescitlere “beyt” denilmiş, Kâbe için “el-Beyt” (el-Bakara 2/125, 127, 158; Âl-i İmrân 3/96, 97), “Beytülharâm” (el-Mâide 5/2, 97), “Beytülatîk” (el-Hac 22/29, 33) ifadeleri kullanılmıştır. Mezmurlar’daki, “Ne mübârektir senin beytinin sakinleri ki daima sana hamdederler. Ne mübârektir o insan ki kuvveti sendendir. Beytine giden yollara gönül veren adam Beka vadisinden geçerken orayı pınara döndürür (Mezmurlar, 84/6-7) cümleleri, Hz. Dâvûd’un Kâbe’ye duyduğu özlemin bir ifadesi olmalıdır. Batlamyus’a izâfe edilen Asya’nın “altıncı haritası”nda Makoraba (mâbed) adıyla kaydedilen Mekke, Eskiçağ’lardan beri mescidin yeri olarak bilinmekteydi.

MESCİTLERİN FONKSİYONLARI

Mescit başlangıçta idare, eğitim ve öğretim merkezi gibi değişik amaçlar için kullanılmışsa da onun asıl fonksiyonu bir mâbet oluşudur. Âyetlerde geçen, “Allah’ın adı anılan, sabah akşam tesbih edilip namaz kılınan evler” (en-Nûr 24/36); “İlk günden takvâ temeli üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana daha uygundur” (et-Tevbe 9/108); “Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmeseydi içlerinde Allah’ın adının çokça anıldığı mescidler... yıkılıp giderdi” (el-Hac 22/40) vb. ifadeler buna delâlet eder. Hz. Peygamber, bir kişinin mescide girip kayıp devesini sormasını hoş görmeyerek mescidlerin ibadet yeri olduğunu ima etmiş ve yapılış maksatlarına uygun olarak kullanılmalarını istemiştir (İbn Mâce, “Mesâcid”, 11).

İslâmiyet’te bütün yeryüzü mescit kabul edilmekle beraber namazların cemaatle camide kılınması, gerek sevap bakımından gerekse sosyal yönden büyük bir önem taşır. Ashaptan bazıları, farz namazları evlerde kılıp camiye gitmemeyi Hz. Peygamber’in sünnetini terketme olarak yorumlamışlardır (Nesâî, “İmâmet”, 50; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 46). Cuma ve bayram namazları ise mutlaka cemaatle kılınır. İslâmiyet yılda bir defa her renkten ve sınıftan Müslüman cemaatin ilk mescitte (Mescid-i Harâm) dünya çapında, her cuma da merkezî camilerde bölge çapında bir araya gelip topluca ibadet etmesini emretmiştir.

İbadet için belli bir yere çekilmeyi ifade eden i‘tikâfa en elverişli mekânlar Kur’an’a göre camilerdir (el-Bakara 2/187). Hz. Peygamber her Ramazan ayında Mescid-i Nebevî’de kurulan özel bir çadırda i‘tikâfa girerdi.

Hz. Peygamber’in bir hadisine göre, adının anıldığı ve kendisine kulluk görevinin yerine getirildiği yerler olarak mescitler Allah’a en sevimli mekânlardır (Müslim, “Mesâcid”, 288). Allah Teâlâ mescidleri nurunun aydınlattığı yerler olarak zikreder. (en-Nûr 24/35-36) Bu bakımdan orada edeple hareket edilmesi emredilir.

İlk Mescit Hangisidir?

Cenâb-ı Hak ilk mescidi “evim” (el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26) ve “bu beytin Rabbi” (Kureyş 106/3) ifadeleriyle yüceltmiştir. Bundan dolayı Kâbe’ye “Beytullah” denilmiştir. Mâbed veya mâbetlerin bulunduğu yerler için “beytullah” ve benzeri ifadelere Ahd-i Atîk’te de rastlanır. Hz. Peygamber bu ifadeyi diğer mescitler için de kullanmıştır. (bk. Ebû Dâvûd, “Vitir”, 14; İbn Mâce, “Muḳaddime”, 17) Ancak Resûl-i Ekrem Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ’ya özel bir değer atfetmiş, buralarda yapılan ibadetin diğer mescitlerde yapılandan daha faziletli olduğunu söylemiştir. (bk. Müslim, “Ḥac”, 250) Bunların dışında Hz. Peygamber’in içinde ibadet etmeyi en çok sevdiği mescid, İslâm’da ilk mescit olan Mescid-i Kubâ’dır. Kendisi her cumartesi burayı ziyaret ederdi.

Resûl-i Ekrem, şeytandan Allah’a sığınarak ve rahmet kapılarının açılmasını dileyerek mescitlere sağ ayağı ile girer ve Allah’ın lutfunu temenni ederek çıkardı (İbn Mâce, “Mesâcid”, 13). Mescide girdiğinde iki rek‘at “tahiyyetü’l-mescid” namazı kılardı (Buhârî, “Ṣalât”, 60).

Camilerin İdaresi

“İmam” olarak da adlandırılan İslâm devletinin başkanı, Müslümanların imamı sıfatı ile camilere nezâret hakkına sahipti. Eyaletlerde bu yetki, halifenin temsilcisi olan valilere ve görevlendirdikleri kadılara ait bulunuyordu. Camilerin iç siyasetteki rolü bilindiğinden halifeler özellikle büyük camilere itina gösteriyorlardı. Hutbe halife adına okunur ve hutbede halifenin adının anılması bölgenin idareye olan itaatinin işareti sayılırdı. Camilerin inşası ve tamiri çok defa şahıslar ya da vakıflar eliyle olmuştur. Yalnız Mescid-i Harâm ve Mescid-i Nebevî ile benzeri büyük camiler ayrı bir önem taşıdıklarından tamir ve genişletme işleriyle halifeler özel olarak ilgilenmişlerdir. İmam başta olmak üzere cami görevlilerinin tayin ve kontrolleri kadılar tarafından yapılmaktaydı.

Cami Görevlileri

Camide görevli olan kişiler imam, hatip, müezzin, vâiz, kussâs, kāri, cüzhan, bevvâb ve hademeler (kayyım) şeklinde sıralanabilir. İmam cemaate namaz kıldıran kişidir. Bazı bölgelerde halifeden ayırmak için imama “sâhibü’s-salât” denilmekteydi. İlk dönemlerde merkezde devlet başkanı, eyaletlerde valiler şehirdeki en büyük caminin imamlığını yapmışlardır. Valinin bulunmadığı zamanlarda sâhibü’ş-şurta (emniyet âmiri) ona vekâlet ederdi. Ancak Emevîler’den itibaren halifeler ve valiler istisnaî durumlar dışında imamlık yapmamışlar, bu iş için görevliler tayin etmişlerdir. Bu görevlilerin maaşı beytülmâlden veya vakıf gelirlerinden ödeniyordu.

    İlk Müezzin Kimdir?

İslâm tarihinde ilk müezzin, hicrî 1. yılda Hz. Peygamber tarafından görevlendirilen Hz. Bilâl-i Habeşî’dir. Âmâ sahâbî Abdullah b. Ümmü Mektûm -radıyallahu anh- da Hz. Peygamber’e müezzinlik yapmıştır. Bunlardan başka zaman zaman Resûlullah’a müezzinlik yapan başka sahâbîler de vardı (bk. Kettânî, I, 156-159). Müezzin, namaz vaktinin geldiğini bildiren ezanı yüksek sesle okuyarak cemaati toplar, imamı namaza çağırır, onun gelmesi üzerine de namazın başladığını belirtmek için kāmet getirir. Minareler yapılmadan önce ezan genellikle camiye yakın yüksek bir yerden okunurdu. Bilâl-i Habeşî, Mescid-i Nebevî’ye yakın en yüksek evin damına çıkarak ezan okurdu. Mekke’nin fethinde de Hz. Peygamber’in emri üzerine Kâbe’nin damına çıkarak ezan okumuştur. Müezzinlere ilk defa maaş bağlayan kişinin Hz. Osman olduğu nakledilir. Zamanla müezzinlere yüklenen görevler çoğaldı. Camide tesbih, zikir, mevlid ve tilâvet gibi âdetler gelişti. Buna bağlı olarak da camilerde müezzin sayısı arttı. İbn Battûta Emeviyye Camisi’nde yetmiş müezzin bulunduğunu kaydeder. (Seyahatnâme, I, 95)

Kaynak: DİA

 

İslam ve İhsan

DÜNYANIN EN ESKİ CAMİLERİ

Dünyanın En Eski Camileri

CAMİNİN BÖLÜMLERİ

Caminin Bölümleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.