Cahilliğin İlacı Nedir?

Peygamberimiz konuşurken ona soru sorulursa nasıl cevap verirdi? Bedeviler Peygamberimize ne sorarlardı? Peygamberimizin işin ehline verilmesi ile ilgili sözleri nelerdir? Peygamberimiz kıyamet ile ilgili sorulara nasıl cevaplar vermiştir? Peygamberimiz cehaletin bitmesi için ne yapılması gerektiğini söylemiştir? Bu konularla ilgili ayetler ve hadisler nelerdir? Dr. Murat Kaya anlatıyor...

Ebû Hüreyre (r.a) şöyle anlatır:

“Meclisin birinde Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), huzûrundakilere sohbet ederken âniden bir bedevî gelip:

«‒Kıyâmet ne zamandır?» diye sordu.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) mübârek sözlerini kesmeyip konuşmalarına devam buyurdular. Oradakilerin kimi (kendi kendine): «Bedevînin ne dediğini işitti, ama suâlinden hoşlanmadı», kimi de: «Belki işitmedi» diye hükmetti. Nihâyet Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) sözünü bitirince:

«‒O Kıyâmeti soran nerede?» buyurdular. (Buna benzer bir ifade kullandılar.)

Bedevî:              

«‒İşte ben, yâ Rasûlâllah!» dedi.

Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v):

«‒Emânet zâyi edildiğinde Kıyâmet’i bekle!» buyurdular.

Bedevî:

«‒Emâneti zâyi etmek nasıl olur?» diye sorunca Efendimiz (s.a.v):

«‒İş, ehil olmayana tevcîh edildiğinde Kıyâmet’i bekle!» buyurdular. (Buhârî, İlim, 2)

BU HADİSTEN NE ANLAMALIYIZ?

İlim, suâl ve cevaptan ibarettir. Sual, ilmin yarısıdır.

Sual, ilmin anahtarı, câhilliğin ilâcıdır. Sormak, ama büyük bir nezâketle ve usûlünce sormak gerekir.

Âlim konuşurken veya başka birşeyle meşgulken sözünü kesip sual sormak, âdâba muğâyirdir. Aynı zamanda ilim tâliplerinin hakkını gasbetmektir. Bu sebeple hoca sözünü tamamlayıncaya kadar beklemek gerekir. Böyle bir meşguliyet içindeyken kendisine sual sorulan âlim, sözünü tamamlar, ondan sonra soruya cevap verir.

Ama yine de böyle bir kabalık ve câhillik yapan talebeye, rıfkla muâmele etmek lâzımdır.

Ebû Hüreyre (r.a) buyurur:

Rasûlullâh (s.a.v)

“–Bana soru sorun!” buyurdular.

Ashap soru sormaktan çekindi, bunun üzerine bir adam geldi ve dizlerinin dibine oturdu…” (Müslim, İman, 7)

Efendimiz (s.a.v), mü’minlerin, bilmedikleri mühim hususları mutlakâ sorup öğrenmeleri gerektiğini hatırlatarak:

“Cehâletin ilacı sormaktır!” buyururlardı. (Ebû Dâvûd, Tahâret, 125/337)

Bununla birlikte lüzumsuz ve samîmiyetsiz sorular sormak da yasaklanmıştır. Bu tür sorular soran kimseler hakkında şu âyet-i kerîme nâzil olmuştur:

“Ey îmân edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın! Hâlbuki Kur’ân indirilirken sorarsanız onlar size açıklanır. Allah şimdiye kadar olanlar affetti. Allah çok mağfiret edendir, Halîm’dir. Nitekim öyle meseleleri sizden evvel bir millet sordu da sonra o yüzden kâfir oldular.” (el-Mâide 5/101-102)

Ashab-ı kiram bazen Peygamber Efendimiz’e bir mevzu hakkında sual sorar, Efendimiz (s.a.v) ise muhtelif sebep ve hikmetlerle onu başka bir tarafa yönlendirirdi. Mevzuun, sual sorana daha ziyade fayda sağlayacak yönlerine temas ederdi. Buna belâgatta “Uslûb-i hakîm” denmektedir. Yâni gayeye daha uygun ve faydalı olduğu için muhatabın beklemediği ve sualiyle talep etmediği yönde cevap vermek… Bunun bir misâlini şu hâdisede görüyoruz:

Ashab-ı kirâm:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, hilâli görüyoruz, ip gibi ince doğuyor, sonra artarak büyüyor, yuvarlaklaşıyor, sonra tekrar eksilmeye başlayıp ilk başladığı gibi incecik oluyor. Neden bir halde durmuyor?” dediler.

Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Sana hilâlleri sorarlar. De ki: «Onlar, insanların diğer ibadetleri ile hac için vakit ölçüleridir…».” (el-Bakara, 189) (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 56)

Hz. Âişe (r.a) şöyle anlatır:

“Çöl Arablarından kaba ve câ­hil birtakım adamlar vardı. Bunlar Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e gelir ve:

«‒Kıyamet ne zaman kopacak?» diye sorarlardı.

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz de onların en küçüğüne bakarlar ve:

«‒Bu genç yaşarsa, ona ihtiyarlık erişmeden sizin başınıza kı­yametiniz kopar!» buyururlardı.”

Râvî Hişâm bin Urve der ki:

“Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), «Kıyametiniz kopar!» sözleriyle, on­ların ölümlerini kasdediyorlardı.” (Buhârî, Rikâk, 42; Müslim, Fiten, 136-139)

İslam ve İhsan

CEHALETİN DÜŞMANI

Cehaletin Düşmanı

CEHÂLETİN 3 ALÂMETİ NEDİR?

Cehâletin 3 Alâmeti Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.