Bakara Suresi 183. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Bakara Suresi 183. ayeti ne anlatıyor? Bakara Suresi 183. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Bakara Suresi 183. Ayetinin Arapçası:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ

Bakara Suresi 183. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Umulur ki böylece günah ve fenâlıklardan korunursunuz.

Bakara Suresi 183. Ayetinin Tefsiri:

 الصِّيَامُ (sıyâm) kelimesi, sözlükte yiyip içmek, konuşmak ve yürümek gibi fiillerden kendini tutmak ve hareketsiz kalmak demektir. Dinî terim olarak “sıyâm”, imsak vaktinden itibaren, akşam namazı vaktinin girişine kadar Allah Teâlâ’ya kulluk niyetiyle yemekten, içmekten, cinsî münâsebetten ve orucu bozan diğer şeylerden nefsi alıkoymaktır. Oruç, yalnız bedenle yapılan ibâdetlerden biri olması sebebiyle şartları taşıyan her müslümana farz-ı ayndır.

Ancak insanların mânevî derecelerine göre tuttukları orucun keyfiyeti de değişmektedir. Mesela oruç tutarken sadece yeme, içme ve cinsî münâsebetten uzak durma avamın işidir. Havasın orucu bütün haramlardan uzak durmaktır. Havas-ı havassın orucu ise yine farz olan oruçla birlikte gönlü Allah Teâlâ dışında her şeyden uzak tutmaktır. Bu bakımdan orucun hakikatine erişmek için sa­de­ce mî­de­nin de­ğil, bü­tün uzuv­lar­la bir­lik­te kal­bin de oru­ç tutması gereklidir. Kalp, Allah’ın ver­di­ği ni­met­le­rin kıymetini düşünerek, oru­cun rû­hâ­nî de­rin­li­ği­ne nü­fuz et­me­li­dir.

Âyet-i kerîmedeki “Sizden öncekilere farz kılındığı gibi” (Bakara 2/183) ifadesi şu incelikleri içerir:

  Oruç ibâdetine ehemmiyet vermek. Allah Teâla onu önceki toplumlara emrettiği gibi, İslâm ümmetine de emretmiştir. Bu, orucun nefisleri ıslah etmedeki tesirini ve sevabının bolluğunu gösterir. İnsanlığın, terbiye ve nizam bakımından bu ibâdete büyük bir ihtiyacı ve tatbikinde hesaba gelmez faydası olduğunu bildirir.

  Öncekilerden geri kalmamak için müslümanları bu ibâdeti iştiyakla yapmaya teşvik etmek. Zira müslümanlar ibâdetlerde yarışıyorlar, özellikle Ehl-i kitaba üstün gelmeyi seviyorlar ve onların “Biz şeriat ehliyiz” diyerek kendilerine karşı övünmelerini engellemek istiyorlardı.

  Belli bir zorluğu olan oruç ibâdetinin sadece bu ümmete yüklendiğini sanıp da muzdarip olmamalarını temin etmek ve orucun, öteden beri uygulanagelen ilâhî bir kanun olduğunu bildirmek. Zira bir bir zorluk ve sıkıntı genele yayıldığı zaman, ona tahammül etmek kolaylaşır.

  Mü’minlerin azimlerini kamçılamak, bu hususta gevşek davranmalarını engellemek, önceki ümmetlerden daha üstün bir gayretle bu ibâdeti ifa etmelerini sağlamak. (İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, II, 156-157)

Oruç, İslâm’ın önemli şartlarından biridir. Başlı başına nefisle cihattır; nefsin terbiye ve tezkiyesinde pek mühim bir yere sahiptir. Günahlara ilgisi olan nefsanî temayüller bununla sakinleştirilir. Oruç, bir irade ve kalb işidir. Hayatın lezzetini, iradenin kıymetini tattıracak en güzel bir özelliktir. Fakat o nefse, ilâhî emirlerin en meşakkatlisi gibi görünür. Bu hikmete binâen önce dinî emirlerin en hafifi olan namaz, ikinci olarak ortası olan zekât, üçüncü olarak da en zoru olan oruç emredilmiş, böylece  dinî emirlerin bildirilmesinde tedricî bir yol takip edilerek insanlara bir alıştırma yapılmıştır. (Elmalılı, Hak Dini, I, 627-628)

Oruç ibâdetinde, yaratılıştan gelen bir yardım olmadığı gibi aksine insan fıtratının ona karşı direnmesi sözkonusudur. Bunun için oruç ibâdetinde en açık yön ihlastır. Ona riyanın karışması mümkün değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:

“Âdemoğlunun her ameli katlanır. Hayır ameller, en az on katıyla yazılır. Bu, yedi yüz katına kadar çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: «Oruç, bu kâidenin dışındadır. Çünkü o, sırf benim içindir. Ben de onu dilediğim gibi mukâfatlandıracağım. Zira kulum benim için şehvetini, yemesini ve içmesini terketti.” Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, iftar vaktindeki, diğeri de Rabbine kavuştuğu andaki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah yanında misk kokusundan daha hoştur.” (Müslim, Sıyâm 164)

İnsan psikolojisi açısından baktığımız zaman orucun daha farklı hikmetleri gün yüzüne çıkar. Oruç, psikolojik açıdan insanı destekler, beden ve ruh dengesini sağlar. İnsan iradesini kuvvetlendirir. Başka zamanlar bir saat tahammülü olmayan tiryakiler, oruçlu oldukları müddetçe sabredebilmektedirler. Oruç, heyecan ve korkulara, sinir ve şuur bozukluklarına karşı müspet tesir yapmakta, ağır rûhî bunalımlara karşı sinirlerin dayanma gücünü artırmaktadır. Böylece insanın ruhî açıdan tedavisine yardımcı olmaktadır. Oruç şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlub eder. Oruç, aynı zamanda midenin ve bedenin dinlenmesiyle vücuda ait birtakım sıhhî ve tıbbî faydaları bulunan bir beden terbiyesini de içine alır. Oruç, on bir ay durmadan çalışan midemizin ve diğer hazım azalarımızın dinlenmesini ve sıhhat kazanmasını temin eder. Vücudun hastalıklara karşı mukavemetini artırır. İçtimai açıdan oruç, zengin ile fakir arasındaki dengesizliği gidererek, bunlar arasında rûhî, iktisâdî ve içtimaî bir âhenk tesisine yardımcı olur. Oruç zengine açlığın ve imkânsızlığın ne demek olduğunu hissettirerek, fakirin halini anlamaya ve ona yumuşak davranmaya sevk eder.

Oruç, insandaki şehevî arzuları dizginleyerek nesli ve cemiyeti bozan gayr-i meşrû ilişkilere de set çeker. Dünyanın âdi lezzetlerini, makam sevgisini küçük gösterir, kalbin Allah’a bağlılığını artırır ve ona bir melekiyet safiyeti bahşeder. Oruç tutanlar, her türlü arzularına hakim olmayı başarır. Nefsin arzularını ihtiyaca göre ve meşrû yolla kullanmasını bilir. Bunun için Peygamber Efendimiz:

 “Ey gençler! Evlenmeye gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek gözü haramdan engeller ve  ırzı korur. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruca devam etsin. Çünkü oruç tutmak, insanın şehvetini kırar” (Buhârî, Savm 20; Müslim, Nikah 1, 3) buyurur.

Bütün bu faydalarına rağmen orucun asıl hikmeti, Allah’ın emrine boyun eğerek kulluk zevkini tatmak; ruhu, riyâ izlerinden temizleyerek ihlâsı artırmak, bizzat Allah’ın korumasına girerek nefisle cihad etmek ve takvâ derecesine ulaşmaktır. Bu bakımdan orucun günlerini ve daha başka hikmetlerini haber vermek üzere buyruluyor ki:

Bakara Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Bakara Suresi 183. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.