Atasözü Ne Demek? | Atasözü Örnekleri

Atasözü nedir, ne anlama gelir? Atasözleri nereden gelmiştir? Eski türklerde atasözüne ne denir? Türk atasözlerinden seçmeler ve atasözleri ile ilgili cümleler.

Atasözü sözlükte, “uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz, deme, mesel, sav, darbımesel” anlamlarına gelir.

ATASÖZÜ NEDİR?

Atasözü, “Atalardan gelen ve onların yüzyıllar içindeki tecrübe ve müşahedelerine dayalı düşüncelerini öğüt ve hüküm şeklinde nakleden anonim mahiyette kısa ve özlü söz” demektir.

Atasözleri zamanla çok defa gerçek anlamları yerine mecazlı bir mâna kazanarak sözlü gelenek içinde nesilden nesile aktarılan ve halk hâfızasında yaşayan, halka mal olmuş, kalıplaşmış ifadelerdir. Bu sözlere Almanca’da Sprichwort, Arapça’da mesel, Farsça’da pend, Fransızca’da proverbe, İngilizce’de proverb, İslav dillerinde posloviçe denilmektedir.

TÜRKLERDE ATASÖZÜ

Türkiye Türkçesi’nde çoğul olarak atasözleri denmekle beraber eskiye doğru gidildiğinde atalar sözü, seyrek olarak da atalar sözleri şeklinde geçer. Türkçe’nin çeşitli lehçeleriyle Anadolu’nun bazı yöre ağızlarında atasözü terimini karşılayan kelimeler de vardır. Onun yerine, meselâ Çuvaşlar’da comak ve samah, oranlama, bazı Altaylılar’da ülgercomak, Kazan lehçesinde eski söz, Kırım lehçesinde kartlar sözü, hikmet, Doğu Türkistan’dan Kırım’a kadar uzanan sahada makal, Türkistan, İran ve Afganistan Türkmenleri’nde bunun yanı sıra nakıl, Doğu Türkistan’da tabma, ulular sözü, Kerkük ağzında darb-ı kelâm, emsâl ve cümle-i hikemiyyeden başka deme, demece, deyişet, eskiler sözü, bazı Anadolu yörelerinde ise deyişet ve ozanlama denildiği de görülmektedir.

Atasözleri anonim halk edebiyatı verimleri arasında bulunmakla beraber mâni, türkü, masal gibi başlı başına bir edebî nevi durumunda değildirler. Çünkü atasözleri konuşmalarda, didaktik şiirlerde ve çeşitli ifade şekillerinde birer küçük söyleyiş halinde kalıp, tek başına bir eser veya parça teşkil etmezler. Ancak günlük dili süslemek, ifadeye canlılık vermek gibi bir vazife görmelerinden dolayı onları bir araya toplayıp ayrı bir nevi gibi incelemek ihtiyacı duyulmuştur. Bir kısım atasözlerinin söyleniş hikâyeleri de vardır. Yalnız bunlardan pek azı günümüze ulaşmış, diğerleri zaman içinde unutulup gitmiştir. Atasözleri çok defa ölçülü ve kafiyeli olur. Böylece akılda daha kolay tutulurlar. Ayrıca aliterasyon başta olmak üzere pek çok atasözünde cinas, kinaye, intak, teşbih, tezat gibi söz sanatları da bulunur. Mecazın ise başlı başına bir yeri vardır. Atasözleri günlük hayatta sık sık kullanılan bir ifade malzemesidir. Bir konudaki bir görüşü özetlemek, bir durum ve olay karşısındaki bir düşünceyi açıklamak için çok elverişli ve hazır birer malzeme olarak sık sık atasözlerine başvurulmak ihtiyacı duyulur.

Atasözleri her durum ve olayı, her türlü davranışı, bir ortamdan başka ortama değişen yönleri nüanslı olarak aksettirir. Bundan dolayı atasözleri arasında bazan birbiriyle çelişiyormuş gibi görünen örneklere de rastlanır. Meselâ, “Kardeş kardeşi atmış, yar başında tutmuş” ile “Kardeş kardeşin ne öldüğünü ister, ne onduğunu” örneğinde olduğu gibi. Atasözlerinin yorum ve açıklamalarında onların hangi duruma bağlı olarak söylendiğine bilhassa dikkat etmek gerekir.

Atasözleriyle deyimler ve vecizeler arasında fark vardır. Deyimler atasözlerinde olduğu şekilde bir hüküm taşımadıkları gibi çok defa kendi başlarına bir cümle yapısı göstermezler. Vecizeler ise atasözleri gibi anonim olmayıp adı bilinen kişiler tarafından söylenmişlerdir.

15. yüzyıldan sonra pend ve mesel terimleri bizim yazılı kaynaklarımızda da görülmeye başlamıştır. Aslında “örnek” ve “örnek verme” anlamındaki mesel ve darbımesel Osmanlı Türkçesi’nde zamanla atasözünün karşılığı olmuştur. Bundan dolayı el yazması ve matbu birçok atasözü mecmua, risâle ve kitabında darbımeselin çoğul şekli olan durûb-i emsâl adına rastlanır. Dîvânü lugāti’t-Türk’te yer alan atasözleri bizzat Kâşgarlı Mahmud tarafından sav adı ile verilmekte, bunlar “Şu savda dahi gelmiştir” şeklindeki cümlelere bağlı olarak kelimelerin Arapça açıklamalarının arkasından tanık olarak gösterilmektedir.

EN ESKİ TÜRK ATASÖZLERİ

Türk atasözlerinin yazıya geçirilmiş en eski örneklerine VIII. yüzyılda Orhon yazıtlarında rastlanmaktadır. Göktürk alfabesiyle kâğıt üzerine yazılı metinlerde bulunanların da ilâvesiyle yirmi kadar en eski Türk atasözü tesbit edilmiştir. Uygur alfabesiyle yazılmış metinlerde de sav adı altında eski Türk atasözlerinden örnekler görülmektedir. Kâşgarlı Mahmud ise Türk atasözlerinin adı bilinen ilk derleyicisidir. Öte yandan aynı yüzyılda Kutadgu Bilig’i ile Yûsuf Has Hâcib ve Atebetü’l-hakāyık’ı ile Edib Ahmed Yüknekî de atasözlerini nazım sahasına sokan ilk edebiyatçılarımızdandır. Bu eserlerde, XI. yüzyılda kullanılmakta olan atasözlerinden düşünce ve konu bakımından önemli ölçüde faydalanıldığı anlaşılıyor. Bunun yanı sıra, derlemeye dayanan Dîvânü lugāti’t-Türk’teki savlarla, bu iki telif eserdeki manzum parçalar arasında hem dış hem de iç benzerlikler bulunmaktadır.

Daha sonra yazılmış ve yazıldığı çağda kullanılan atasözlerine geniş bir şekilde yer vermiş eserler arasında Dede Korkut Kitabı önemli bir yer tutar. Bu kitap, Oğuz Türkçesi’yle söylenmiş atasözleri bakımından oldukça zengin bir kaynaktır. (Kaynak: DİA)

ATASÖZÜ ÖRNEKLERİ

  • Acıkan yanağından, susayan dudağından belli olur.
  • Ah alan onmaz, ah yerde kalmaz.
  • Ak köpeğe koyun diye sarılma.
  • Akıl yiğide sermayedir.
  • Al malın iyisini çekme kaygısını.
  • Almak kolay ödemek zordur.
  • Altın kılıç demir kapıyı açar.
  • Alçak tavuk kendini ferik gösterir.
  • At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır.
  • Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
  • Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölür.
  • Az kazanan çok kazanır, çok kazanan hiç kazanır.
  • Aç koyma hırsız olur, çok söyleme yüzsüz olur, çok değme arsız olur.
  • Ağustosta beynin kaynasın, kışın da tencere kaynasın.
  • Ağır baş iyidir, yenlik olsa uçar.
  • Babasına hayır etmeyenin kimseye hayrı olmaz.
  • Bahar çiçeğiyle güzeldir.
  • Bal yiyen baldan bıkar.
  • Bebeler birbirinden huy kapar, ayranlarına su katar.
  • Besle kargayı oysun gözünü.
  • Bin atın varsa bin dinlen, bir atın varsa in dinlen.
  • Bir bütün bir yarımdan iyidir.
  • Bu dünya iki kapılı handır, gelen bilmez giden bilmez.
  • Budalanın yağı çok olursa sakalına sürer.
  • Çocuk evin meyvesidir.
  • Çocuğa iş buyuran, ardınca kendi gider.
  • Darlıkta dirlik olmaz.
  • Dağ dumansız insan hatasız olmaz.
  • Deniz yoğurt olmuş da yemeye kaşık bulunmamış.
  • Dert saklayanda kalır.
  • Devden büyük dert var.
  • Dişi kuş yapar yuvayı, içini dışını sıvayı sıvayı.
  • Dost kazan dost; düşman anadan da doğar.
  • Düşmanın karıncaysa, sen fil ol.
  • Ekmeğin kestiğini kılıç kesmez.
  • Gelin bindi deveye gör kısmeti nereye.
  • Geniş günün de dar gezen, dar günün de geniş gezer.
  • Gittiğin yer kör ise, gözünü yum da bak.
  • Göz görmeyince gönül katlanır.
  • Hasta sağ kalırsa hekime karşı gelir.
  • Herkes kaşık yapar ama sapını yapamaz.
  • Her şey incelikten insan kabalıktan kırılır.
  • Hıdırellez yaz kapısı, yedi gün sürer tipisi.
  • Kavakta nar olmaz, kötülerde ar olmaz.
  • Kimi bağ bozar, kimi bostan bozar.
  • Minnetle gül koklama, dikeni sancar seni.
  • Mum dibine karanlık.
  • Mum dine ışık vermez
  • Sen işlersen mal işler, insan böyle genişler.
  • Tasa doyurur, acı acıktırır.
  • Üzerine laf düşmedikçe konuşma.
  • Vakitsiz açılan gül çabuk solar.
  • Yardımcının yardımcısı olur.
  • Yağmurlu gün tavuk su içmez.

İslam ve İhsan

“MUM DİBİNE IŞIK VERMEZ” ATASÖZÜNÜN ANLAMI NEDİR?

“Mum Dibine Işık Vermez” Atasözünün Anlamı Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.